-Cumhuriyetin Milli Eğitim politikası iki eksen üzerine kuruludur: Bir yandan gelecek nesillere bilim ve akılcılık prensipleri eşliğinde Batı’nın standartlarında bir eğitim vermek amaçlanırken, diğer yandan bu gençlerin ulusal değerleri içselleştirmesi, Kemalist prensipler doğrultusunda hareket etmesi amaçlanır. Biri evrensel diğeri ulusal temellere oturan bu bakış açısı hiç kuşkusuz Ziya Gökalp’ın yaptığı “öğretim” ve “eğitim” ayrımının devamı niteliğindedir.
-Toplam nüfusun 11 ila 12 milyon olduğu düşünülen 1923-1924 ders yılında toplam 2914 (2629 erkek, 285 kadın) üniversite öğrencisi bulunmaktadır. Dönemin tek üniversitesi ise darülfünundur.
-Türkiye toplumundaki tüm bu değişmelere rağmen, toplumun “liberal bir tüketim toplumu” halini alması 12 Eylül 1980 askeri darbesi ardından 1983’te kurulan Turgut Özal dönemi ve sonrasına rastlar. Her ne kadar DP ve ardından AP’nin politikaları ile iktisaden bazı değişmeler yaşanıyor olsa da, 1970’lerin sonuna kadar Türkiye toplumu aslen bir “tutumluluk ve dayanışma” toplumudur.
-1960 istatistiklerine göre 47.000 üniversite mezunundan sadece 157’si işsizdir. Üniversite mezunlarının büyük çoğunluğunun iş bulabildiği bu ideal tablo, yükseköğretimin daha geniş kitlelere yayılması ile son buluyor.
-68’de üniversite işgal ve boykotlarının bu kadar güçlü olabilmesi farklı gençleri üniversite eğitim sisteminin sorunları etrafında toplayabilmesi ile mümkün olmuştur. Ne zaman ki bu hareket daha politize olmuş ve şiddete başvurmanın gerekliliğine inanmıştır, o zaman geniş kitleler desteklerini çekmişlerdir ve bu hareketin daha da marjinalleşmesine yol açmıştır.
-Önce beraber tartışmak ve TİP’in tezlerini yaymak amacıyla Fikir Kulüpleri kurulur, bunu üniversite boykotları, üniversite işgalleri, mitingler izler ve ardından bölünmeler, fraksiyonlaşmalar, adam kaçırmalar, suikastlar vs. gelir. Sağda ise ülkücü hareket önce komünizme ve solcu gençlerin eylemlerine karşı reaksiyoner bir hareket niteliğinde iken, giderek bu hareket pek çok suikasta, cinayete ve katliama karışan bir hareket halini alır.
-Basında “arabesk” müzik teriminin kullanılması Orhan Gencebay’ın “Bir Teselli Ver” plağının 1968 yılında yayımlanması ile başlamıştır.
-1958-1960 yılları arasında 95 film çekilirken, 1961’de 97; 1962’de 123; 1963’de 132; 1964’de 196 ve 1966’da 229 film çekilmiştir ve 1966’daki bu rakamla Türkiye dönemin dünya sineması içinde en çok film üreten dördüncü ülkesi konumundadır. (442 filmle Japonya, 332 filmle Hindistan, 300 filmle Hong Kong’un ardından) Bu dönem aynı zamanda halkın önemli oranlarda sinemaya gittiği bir dönemdir. Mesela, 1960’da Türkiye’de 3000 tane sinema salonu vardır ve bir film ortalama 15 milyon kişi tarafından seyredilmektedir.
-Şerif Mardin’in de başarıyla gösterdiği gibi Osmanlı toplumundan itibaren Türk toplumu hiçbir zaman tüccar bir toplum olmadığı gibi para da hiçbir zaman statü kazandıran bir obje değildi. Osmanlı toplumunda statüyü sağlayan öğe devlete hizmetti ve devlete hizmet eden memurların belli bir zenginliğe de sahip olmaları meşru karşılanıyordu. Böylece 1980’lerle beraber özel sektörün atağa geçmesi, zenginliğin başlı başına bir değer olarak Türk toplumunda yerini alması aslında 1950’lerden beri başlayan ekonomi politikalarının bir sonucuydu ve 80’lerle beraber bu süreç son noktasına ulaştı ve Türk toplumunun kültürel kodunda önemli bir değişim yarattı.
-Gençlik sosyolojisinde gençlik üzerine üç farklı bakış açısı mevcuttur. Öncülüğünü Herbert Marcuse’ün yaptığı birinci bakış açısı gençliği homojen bir kitle olarak kabul ederken, ikincisi Pierre Boudieu’nün kelimeleriyle “Gençlik sadece bir kelimedir” diyerek gençliğin homojen bir grup olmadığını ve sosyal statüye göre farklı gençliklerin olduğunu vurgular. François Dubet’nin savunduğu üçüncü görüşe göre ise gençler, her ne kadar ait oldukları sosyal kategoriye göre farklılık gösterseler de aynı dönemde doğmuş olmak, benzer şeyleri yaşamış olmak vs. gibi bazı ortak noktalarda buluşurlar.
İletişim Yayınları, 2009 basım, 1.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder