-1991 yılının sonunda sekiz yıllık ANAP iktidarı sona erdiğinde iki ana eğilim kendini belli etti: Birincisi tüketim toplumu olma yönündeki sarsılmaz irade, ikincisi bu geçiş döneminin yarattığı dinamizmle karışık kaos içinde sıradanlıktan kurtulup seçkinler sınıfına terfi etmeye çalışan bir kitle. Bu genç kitlenin seçkinleşme özlemini besleyen en önemli araç da ilk örneklerine seksenli yıllarda rastlanan basındı. Basın en az haber verme işlevi kadar önemli bir diğer işlem daha üstlenecekti: kitlelere tüketici olma bilincini telkin etme ve bunu sarsılmaz bir şekilde zihinlere yerleştirme, okurun daha seçkin ve üst düzeyde bir yaşam tarzı hayaline duyacağı özlemi sürekli taze tutma. Bu mesajı iletmekte de en önemli görev, basının yeni vaizlerine ve geleceğin aristokratlarına, yani köşe yazarlarına düşüyordu. (57-58)
-İş adamları kitap okudukları görünümü verebilmek için oldukça ilginç yöntemler de kullandılar. Üzeyir Garih, Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi dört gençle anlaştı. Haftada birer kitap okuyan öğrenciler kitapların kısa birer özetini Garih’e sundular ve karşılığında her kitap için 150.000 lira aldılar. (35.dipnot/ Zeynep Göğüş, ‘150 bine okutuyor’, Hürriyet, 9 Temmuz 1993) Bu yöntemle Garih katıldığı sayısız davette konuklarla yaptığı ayaküstü sohbetlerde gündemde olan kitabı okuduğu ve içeriğine vakıf olduğu görünümünü başarıyla verebildi. (74-75)
-Bazı iş adamlarının basında adlarından sürekli söz ettirmelerinin gerisinde iki temel gaye mevcut. Birincisi kamuoyuna iş adamlarının artık sadece para ve ihale peşinde koşan kapitalistler değil toplumsal sorumluluklarının bilincinde yatırımcılar oldukları resminin yansıtılması gayretidir. İkincisi ise daha basittir. Popülerliği sayesinde sürekli basında yer alan iş adamı bu sayede kendisinin ve sahibi olduğu şirketler topluluğunun reklamını hiçbir bedel ödemeden yaptırmaktadır. Bu bedel de Sabancı Holding Halkla İlişkiler Müdürü’nün hesaplamasına göre hiç yabana atılacak bir rakam değildir. 1996 yılında Sakıp Sabancı ve Sabancı Holding ile ilgili basında çıkan haber ve demeçlerin hacmini hesaplayıp bunların reklam olarak verilmeleri halinde santim/sütun cinsinden karşılığı hesaplandığında ortaya çıkan rakam 14.5 milyon dolardı! (42.dipnot/ Ayşegül Meriç, ‘ReklamSA 15 milyon dolar kazandırdı’, Sabah 2 Şubat 1997. Sakıp Sabancı’nın popülaritesi yıllar geçtikçe yükselmekte. 2000 yılında medyada çıkan haber sayısı on binin üzerindeydi. -HaberSA’dan aktaran “Medya Sabancı’yı çok seviyor”, 27 Mart 2001-) (76)
-Türk Henkel Toplantıları’nın bir diğer konuğu ise ikibinli yıllar hakkında öngörülerde bulunan Megatrends 2000 kitabının yazarı John Naisbitt’di. Naisbitt’in Türkiye’de de ünlenmesi Turgut Özal sayesindeydi. Naisbitt’i ilk keşfeden Özal sayesinde “Naisbitt’i okumuş olmak” iş alemi ve entelektüeller için bir anda olmazsa olmaz bir şart haline geldi. Güneri Civaoğlu’na göre Naisbitt’i okumamak tek kelimeyle ayıptı. (79.dipnot/ “Notlar”, Sabah, 8 Haziran 1990) Mehmet Barlas ve Prof. Nilüfer Göle’yle birlikte bir panele katılan Naisbitt’in sözlerini köşe yazarları adeta yeni bir peygamberin öngörüleri olarak Türk toplumuna büyük bir iştahla pazarladı. (80.dipnot/ Güneri Civaoğlu, “Mega’daki Türkiye”, Sabah, 5 Haziran 1990 / Mehmet Barlas, “Megatrends Türkiye’de”, Sabah 4 Aralık 1990 / Mehmet Barlas, “Durdurun Dünyayı İnecek Var”, Sabah 6 Aralık 1990 / Ertuğrul Özkök, “Köşk Duvarlarında 16 Türk Ressamı”, Hürriyet, 18 Nisan 1990) Türkiye’nin seçkinleri de Naisbitt’in öngörülerini hazmettikten sonra kendilerini bekleyen bu muhteşem yeni çağın eşiğine adım atmak ve 21.yüzyılın kendilerine sunacağı bütün nimetlerden faydalanmak için adeta heyecandan titrediler. John Naisbitt ve Megatrends kitabının İstanbullu iş alemi içindeki popülerliğinin en belirgin kanıtı Leyla Alaton’un kurduğu halkla ilişkiler şirketinin adını Megatrends koymasıydı. (87)
-Ellili ve altmışlı yıllarda belli belirsiz bir şekilde olumsuz bir anlam içeren “tüccar” terimi, 1973 yılında TÜSİAD’ın kurulmasıyla birlikte yerini “iş adamı” terimine bıraktı. Ancak yetmişli yılların buhran ve gerilim dolu atmosferinde “iş adamı” terimi halen zihinlerde olumsuz bir çağrışım yaratmaya devam ediyordu. Yetmişli yıllarda “iş adamı” ve “TÜSİAD” dendiğinde akla hemen TÜSİAD’ın 12 Mayıs 1977 günü gazetelere verdiği Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki hükümeti eleştiren “Gerçekçi Çıkış Yolu” başlıklı tam sayfa ilan gelirdi. Yetmişli yıllar aynı zamanda direniş, grev ve lokavtların en yoğun olduğu dönemdi. Bundan ötürü iş adamı, toplum içinde son derece olumsuz bir imaja sahipti. Özal’ın başbakanlığında ANAP’ın iktidara gelmesi iş adamlarına büyük bir güven getirdi. Ne de olsa Özal eski bir bürokrat olmanın yanı sıra özel sektörde ve MESS’te uzun yıllar yönetici olarak çalıştığı için iş adamlarının kaygı ve arayışlarını en iyi bilenlerden biriydi. Özal’ın topluma yerleştirdiği “ticaret yapma” zihniyetinden cesaret alan ve uygulanan iktisadi politikalarla güveni artan iş adamlarının öncelikli meselelerinden biri iş adamı imajının yeniden inşasıydı. (106-107)
-Kaliteli yemek yeme kültürünün seçkinler nezdinde yaygınlaşmasının bir sonraki aşaması kaliteli zeytinyağı ve ekmek kültürünün yaygınlaşmasıydı. Zeytinyağı tüketimini artırmak için üreticilerin hedefledikleri kitle gene kentli seçkinler. Biber, sarımsak gibi değişik tadlara sahip zeytinyağlarının satışa sunulması, her biri numaralanmış “sınırlı sayıda özel üretim” ibaresini taşıyan özel tasarımlı cam şişelerin kullanılması türünden yenilikler sayesinde zeytinyağı birden kentli seçkinlerin masalarında yer almaya başladı. Bunun gerçekleşmesinde de en büyük destek gene köşe yazarlarından geldi. Komili sızma zeytinyağı hediye edilen köşe yazarları, bu yağın üstünlüklerini methettiler. (179.dipnot/ Serdar Turgut, “Komiliden mektup”, Hürriyet, 21 Şubat 1995 / Aykut Işıklar, “Tabiat harikası zeytinyağı ve Komilinin 118 yıllık sırrı”, Akşam, 7 Haziran 1996) Basın mensupları için Komili’nin Ayvalık tesislerine düzenlenen bir gezi sonrasında da birçok yazı yayınlandı. (180.dipnot/ Ertuğrul Özkök, “İkinci zeytinyağı devrimi”, Hürriyet, 28 Ocak 1996 / Funda Özkan, “Yükselen değer zeytinyağı”, Yeni Yüzyıl, 8 Aralık 1998 / Ali İhsan Gülcü, “Zeytinde bereket yılı”, Türkiye, 8 Aralık 1998 / Nazire Kalkan, “Kutsal zeytin ağacı”, Milliyet Vitrin, 12 Aralık 1998) (131)
-İstanbul sevgisi ile bir arada giden “köylü nefreti”ni en açık ve vurucu bir şekilde dile getirense mizah ve medya dünyasının ünlü adı Okan Bayülgen’di. Bayülgen sorununu şöyle ifade ediyordu: “Köylülerden nefret ediyorum, çünkü şehirliyim. Şehrin nimetlerini seviyorum. Ben kaç kuşaktır İstanbullu olan bir ailenin içinde büyüdüm. Kendinden haberi olmayanlara, yani Türk olmanın gustosunu, zevkini bilmeyenlere, çıkarmayanlara köylü diyorum; onlardan nefret ediyorum ve onları küçümsüyorum. Onlar salak! Köyden şehre geldiler, iki kitap okuyup benimle yarışmak istiyorlar. Bunu yemem. Ben İstanbullu olmayı seviyorum, olmayanları küçümsüyorum. Paris'te ya da Londra’da yaşayanları seviyorum. Bebek’te kebapçı açmalarına izin vermiyoruz mesela. Medeni insanlarla yaşamak istiyorum.” (199.dipnot/ Senem Altan, “Önsevişmede tedirginim”, Aktüel, 11-17 Nisan 2002, Sayı:560, sf:32-34) (139)
-Günümüzde revaçta olan bir diğer “yaşam biçimi” Harley-Davidson motosikleti sahibi olmaktır. Bu motosikletlerin Türkiye’ye ithal edilmeye başlanması ise oldukça yakın bir geçmişe dayanıyor. Harley-Davidson motosiklet kıyafet ve aksesuarlarının ithal ve dağıtımını yapmak için 1996 yılında kurulan Efsane Motor Ticaret AŞ'nin kurucu ortakları iş dünyasının tanınmış simaları. (240.dipnot/Şirketin ortakları şu kişiler: GYİAD eski başkanı ve Aktif Finans eski genel müdürü Ferruh Tanay, Pasinler holding ortaklarından Uğur Pasiner, Borusan Holding ortaklarından Ahmet Kocabıyık, Serdar Aral, Reklamevi şirketi ortaklarından Atilla Aksoy, Sabancı Holding Genel Koordinatörü Mehmet Civelek.) (157)
-Siyasetçiler arasında görülen “imaj yenileme” harekâtının en önemli bileşeni Hürriyet köşe yazarı Yavuz Gökmen’in yazıları sayesinde kamuoyuna “Sarışın Güzel Kadın” sıfatıyla mal olan Tansu Çiller’dir. Çiller hem ekonomi profesörü olması hem de kentli elitler nezdinde “köylü partisi” olarak kabul gören “bıyıklı taşralı siyasetçiler”in egemenliğindeki DYP’ye katılması nedeniyle basının büyük ilgi ve desteğine mazhar oldu. (185)
-‘Otisabi’ çizgi bandı büyük kentlerde yaşayan genç ve cinsel özgürlüklerinin keyfini çıkaran erkek ve kadınlara hitap etti. Bantın kahramanı Otisabi’nin genç kızlarla yaşadığı heyecanlı cinsel yaşam her hafta tefrika edildi. (394.dipnot/ “Otisabi’nin anlata anlata bitiremediği hikâyeleri”, Yazan-çizen: Yılmaz Arslantürk. Yeniyüzyıl 23 Mart 1997 (214)
-İslami kesime ılımlı yaklaşan ve bu kesimin duyarlılıklarını savunan köşe yazarlarına yer vermenin temelinde iki ana kaygı mevcut. Birincisi İslamcı-laik geriliminin artması üzerine hem ortamı yumuşatmak, hem de doksanlı yıllarda entelektüel çevrede revaçta olan “demokrat olma”, “farklılıklar içinde bir arada yaşama” ilkelerine aykırı düşmemekti. İkincisiyse doksanlı yıllarda revaçta olan çok kültürlülük akımına uyum sağlamak, hem de azınlıklar, eşcinseller, yalnız yaşayan kadınlar, çevreciler, İslamcılar gibi değişik gruplardan okur elde etme ve tiraj artırma kaygısıyla o gruplara mensup yazarlara yer verme siyasetiydi. (224)
-Kendilerini entelektüel elitlerin bir parçası olarak gören köşe yazarlarının yabancı meslektaşlarına aşırı ilgi göstermelerinin nedeni sadece mesleki dayanışmayla açıklanamaz. Bu aşırı ilginin kaynağı her iki tarafın da bir ortak zeminde buluşmasıdır. Bu ortak zemin de Türkiye’yi oryantalist bir bakışla kuşbakışı gözlemlemektir. (247-248)
-Köşe yazarları iki değişik türde hediyelerle taltif edilmekteler: Birincisi sadece seçkinlere açık olan davetlere ve kültür faaliyetlerine davet edilecek muteber zevat arasında yer almaktır. İkincisi ürünlerini tanıtmak isteyen şirketlerin Avrupa veya Amerika’nın cazibeli şehirlerine düzenledikleri tüm giderleri ödenmiş tanıtım gezilerine katılmaktır. Köşe yazarları bu davet, hediye ve gezilerin karşılığını ya dinledikleri konserleri ya hediye aldıkları lüks baskı kitabı veya tanıtım gezisine katıldıkları ürünü methederek ve bu arada daveti düzenleyen şirkete sıcak bir şekilde teşekkür ederek verirler. (253)
-Köşe yazarlarının birer ikona, birer “kanaat önderi” haline dönüşmelerinin bir diğer örneği de Yeni Binyıl köşe yazarı ve Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink. Ali Kırca’nın yönettiği, Dink’in de tartışmacı olarak katıldığı bir Siyaset Meydanı programında Kırca, Dink’i “kanaat önderi” olarak takdim etti. (523d.pnot/ “Türkiye Ne Yapmalıydı?”, Siyaset Meydanı, ATV, 9 Şubat 2001) Dink ayrıca Hürriyet gazetesinin 14 Şubat Sevgililer Günü vesilesiyle yayınladığı ve ünlü kişilerin yer aldığı “Geleceğe Aşk Mektupları” ekinde eşine yazdığı mektupla yer aldı. (524.dipnot/ Hürriyet, 14 Şubat 2001, ‘Geleceğe Aşk Mektupları’ Eki. Sf.15) (256)
-Turgut Özal ile başlayan yeni dönemde topluma “para bilinci”nin yerleşmesinin ardından “tüketici olma” bilinci de yerleşti. Bu bilincin yaygınlaşmasında en çok köşe yazarları etkiliydi. Köşe yazarları Batı’da mevcut olan daha iyi ve ileri yaşam koşullarını sürekli örnekler vererek methettiler. Türk insanının, içinde bulunduğu hayat şartlarından daha iyi, hatta lüks yaşam koşullarını hak ettiğini savundular. Mehmet Barlas, Türkiye’de sınıflar arasında mevcut olan gelir farklılığını görmezlikten gelip, “villalara, gökdelenlere, yatlara, tüketime karşı ilkel bir servet düşmanlığı dürtüsü ile tepki göstermekten kaçınmamız gerekiyor” tavsiyesinde bulundu. (679.dipnot/ Mehmet Barlas, “Para harcanılabilen ülke olmalıyız”, Sabah, 6 Mayıs 1996) Çetin Altan “tüketim kültürü” zihniyetinin topluma yerleşmesi gerektiğini savundu. (680.dipnot/ Çetin Altan, “En temel kültür tüketim kültürüdür”, Sabah, 15 Mayıs 1994) Basın ve televizyon yayınlarında yer alan daha iyi yaşam koşullarını gösterir yabancı dizi ve reklamlarla yeterince uyarılan tüketici doğal olarak daha kaliteli ürünleri aramaya koyuldu. “Tüketici olma” bilincinin topluma yerleştiğinin en basit göstergesi kredi kartları sayısıdır. Yetmişli yıllarda sadece seçkin ve varlıklı kimselerin statü simgesi olan kredi kartları çok kısa bir sürede sıradanlaştı ve herkesin cüzdanında yer aldı. 1991 yılında 766.085 olan toplam kredi kartı sayısı Aralık 2001 itibariyle 1992 verilerine kıyasla on sekiz misli artarak 13.996.806’ya çıktı. (681.dipnot/ Söz konusu veriler BKM-Bankalararası Kart Merkezi A.Ş’nin web sitesinden alınmıştır.) (306-307)
-Hayvan sevgisinin gelişmesindeki önemli nedenlerden bir diğeri de köpek sevgisinin laik ve Avrupai bir yaşam tarzını kabul ettiğini göstermek isteyen toplumun bir kesimi tarafından benimsenmesiydi. (312)
-Hatta Kemalizm’e ve Cumhuriyet’e eleştirel bakan kimi medya elitleri, ironik bir şekilde, Kemalist olmak ve İslami kesime karşı aşırı katı davranmakla eleştirdikleri meslektaşlarıyla, halkı küçükseme ve aşağılama konusunda ortak bir zeminde buluşmuştur. (Bunun en tipik örneği Millî Gazete köşe yazarı Mehmed Şevket Eygi’nin Müslüman kesimi bilgisizlik ve kültürsüzlükle eleştiren köşe yazılarıdır.) (360)
İletişim Yayınları, 2020 basım, 13.baskı. (İlk baskı 2002)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder