01 Ekim 2025

CANLI TARİHLER 1.KİTAP – HAZIRLAYAN: SEZGİNCAN YAĞCI

 İSMAİL FENNİ ERTUĞRUL (MAYIS-HAZİRAN 1856- 29 OCAK 1946)

-Bay İsmail Fenni Ertuğrul, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun fikri bir vecize halinde belirttiği veçhile hakikaten “merdümgiriz” bir insandı. Diyebilirim ki Prof. Ziya Gün’ün ölümünden sonra tek temas ettiği zat Prof. Dr.Süheyl Ünver’di. Beni kendisiyle tanıştıran da oydu. Bay İsmail Fenni Ertuğrul’un müteaddit eserleri arasında önemini belirttiğimiz Büyük Feylesoflardan başka, Envar-ı Hakikat isimli eseri de üzerinde durulmaya layıktır. Bunda İslam dininin müspet veçhesi ve ilim ile fennin çerçevesi dahilinde olan mistik karakteri uzun boylu etüt edilmiştir. Bana bu hususta sağlığında söylediği aynen şu idi: “Ulûm ve fünun asrımızda pek ziyade terakki etti. Bunun neticesi olarak fikirler dahi kuvvetlendi. İtikad-ı diniye hususunda mukni ve kati delil ve hakikatler istenmeye başlandı. Bunlar dinimizde mevcuttur. Ancak anlaşılmaları, arif olan ulemaya münhasır kalmaktadır. Envar-ı Hakikat’te bu delillerin izahına elimden geldiği kadar çalıştım. Büyük Feylesoflar’ı da aynı zaviyeden mütalaa edebilirsiniz. Umuyorum ki tamamladığım bu iki kitabımla ahlaf beni hayırla yâd edecektir. (20-21) / Tahsin Demiray

HATTAT RİFAT YAZGAN(1858- ŞUBAT 1942)

-Hattat Rifat Yazgan, 1274 (1858) doğumludur. İstanbul’da Fatih’in Sarıgüzel semtinde dünyaya gelmiştir. Babası Fatih dersiamlarından Harputlu Hoca Ali Efendi’dir. Annesi Hatice Hanım, Rodoslu Balcı Kolağası namıyla tanınmış olan Mehmet Efendi’nin kızıdır. (43) 1290 senesinde hattatlığa heves ederek sıra ile Selim Efendi’den, Hacı Yahya Efendi’den ve Dr.Prof.Süheyl Ünver’in büyükbabası saray muallimlerinden meşhur Hattat Hacı Şevki Efendi’den ders almıştır. (44) / Tahsin Demiray

-Lakin, babamızın vefatından sonra fakir kalmıştık. Kağıt ve mürekkebim bazın oluyor bazen de olmuyordu. Annemden on para alırdım. Bunun ile hokka tedariki de imkansızdı. Düşündüm, taşındım, kağıt masrafını hazfettim: Yazıyı mezar taşları üzerine yazabilirdim. Fakat ya mürekkep, hokka ihtiyacı? Onun da çaresini buldum: Hokka yerine bir midye kabuğu kullanacaktım! Çöp tenekelerinde, süprüntülerin yığıldığı arsalarda taharriyata çıktım! İrili ufaklı midye kabukları seçtim. Bu suretle bütün servetimi yani on paramı mürekkebe ayırdım. Bostanlardan, komşuların bahçelerinden kamışlar keserek onları yonttum, kalem haline getirdim. Avucumda içi mürekkep dolu midye kabuğu olduğu halde soluğu mezarlıkta aldım. Artık cayır cayır yazıyordum: Sülüs, nesih, rik’a, talik, divani, siyakat, reyhani fakat en çok hoşuma gidenler ilk dördü idi. (45-46)

LEM’İ ATLI (1870 - 25 KASIM 1945)

-1.dipnot/Lem’i Bey’i, notlarında kaydettiğine göre Mahmud Celaleddin Paşa Çubuklu’da validesinin yalısında oturuyordu. Vekiller, o zaman Şirket-i Hayriye vapurlarında kendilerine ayrılan hususi kamaralarda gider, gelirlerdi. Bir sabah Paşa’nın bindiği vapurla İstanbul’a geçmek üzere Kanlıca İskelesi’nde oturan Lem’i Atlı’yı Paşa kamara penceresinden gördü. İşaretle yanına çağırdı: “Bir güftem var, bunu sen besteleyeceksin” dedi. Lem’i teeddüple: “Siz Tellalzade’nin hayranısınız” diye itiraz etti ise de Paşa’nın ısrarı üzerine köprüye gelince duba üzerindeki Mahmud’un gazinosuna girdi. Yarım saat içinde şarkıyı besteledi. Mahmud Celaleddin Paşa, teşekkür makamında bestekara pırlanta bir sigara tabakası hediye etti. (63-64)

-1286 sene-i hicrisinde Üsküdar’da Sultantepesi’nde dünyaya gelmişim. Mehum Mirza Müşir Said Paşa’nın kayınbiraderi olan babamın Çerkes kabilesinin ismi Şizemu “süvarili” manasına geldiğinden “Atlı” soyadını aldım. (68)

-Gerek hususi musiki alemlerinde üstat ve sanatkarların ahenk devam ettiği müddetçe adab-ı muaşeret-i musikiyenin muhafazasına gösterdikleri riayet ve gerek umumi yerlerde icra-yı ahenk eden saz takımlarının yekdiğerine karşı hatta faslın hitaına değin sigara içmemek gibi takındıkları ciddiyetin kırk seneden beri terk ve ihmal edilmiş olmasına mukabil bugün sahnelerde sazını kucağına almış, ayağını ayağının üstüne atmış, sigarası ağzında yanar bir surette icra-yı vazife eden ve kendisini şu suretle teşhirden fazla olarak bir gurur duyup etrafına selam vermek misillü perdebirûnâne hareketler gösterenleri görmekle dilhun oluyoruz. (79)

-Lem’i Bey hanendelere daha fazla kıymet verirdi. Saz çalanlar karşısında alakasızdı diyebilirim. Çok kere, çalanı dinlemediği zannolunurdu. Halbuki hanende en küçük falso yapsa hatta şarkı arasında durdurur ve düzeltmeye gayret ederdi. Kendi eserlerinin okunuşuna gayet hassastı. Hiçbir falsoya tahammül edemez, sinirlenir: hatta bu asabi heyecan sonunda etrafa mektuplar yazarak sinirlerini yatıştırmaya uğraşırdı. (119) Merhum üstat ilk şarkısını Acıbadem’de, eski Trabzon Valisi Haydar Bey’in köşkünde oturdukları sırada ve henüz 18 yaşında iken komşularından kara kaşlı, kara gözlü çok güzel ve sevimli bir kıza uzaktan aşık olarak bestelemiştir. Duygularını bildirmeye bir türlü muvaffak olamayınca bir yaz günü güzel komşusunun sokaktan geçtiğini görmüş ce ihtiyarı elinden giderek bir ağaca dayanmış, evvelce kendisine Reşid Mümtaz Paşa’nın verdiği güfteyi hatırlayarak karcığar makamında bestelemiştir. İkinci refikasıyla çok tatlı bir hayat geçirirken hanımın bir başka erkekle kaçması üzerine de çok müteessir olmuş ve güftesi de kendinin olan: “Bir kendi gibi zalimi sevmiş, yanıyormuş” şarkısını bestelemiştir. Kendi eserleri arasında, yine kendi söylediğine göre Rumelihisarı’nda oturan bir hanım için rasttan bestelediği “Yok mu cana aşıka hiç şefkatin” şarkısını çok severdi. (119-120) – Udi Bedriye Hoşgör

-Birinci karısından ayrıldıktan sonra Sarıyer’de bir Rum kızını sevdi. Onu Müslüman ederek evlendi. Fakat hanım bir doktor paşayı sevdi, ağabeyimi bırakarak kaçtı. Boşanınca bu paşa ile evlendi ve üç çocuğu oldu. Bu acıdan sonra merhum ağabeyim akrabasından Mısır’da yaşayan bir kızla evlendi. Bu hanım da Divan-ı Muhasebat memurlarından mütevverim bir adamla kaçtı. Adamın karısı ağlaya ağlaya hadiseyi haber verdiği zaman, ağabeyim derhal karısını boşadı. Bu kadından olan çocuğu beş aylıkken öldü. Ağabeyim bu acılardan sonra bir daha evlenmedi. Ömrünün sonuna kadar bekar kaldı ve bizimle oturdu. Ara sıra evimizde musiki toplantıları yapar, kendini sevenleri etrafında toplardı. Ömrünün son günlerinde hayatı göçümsemeğe (2.dipnot/Anlaşıldığına göre “küçümsemek” kelimesi bu şekilde telaffuz edilmiştir.)başladı. Doktorlar kımıldamamayı tavsiye ettikçe günlerle gezmekten çekinmezdi. Hastalığı artmazdan evvel ara sıra birkaç kadeh rakı içmekten hoşlanırdı. Beste yapmak hususundaki kabiliyeti fevkalade idi. Bir gün Kadıköy’de bir ahbabının verdiği güfteyi tramvayla Suadiye’ye gelinceye kadar bestelemiş ve evde okumuştu. Notadan anlamazdı. Bestelediği şarkıları Vahid Bey’e, Eliza Hanım’a yazdırırdı. (122-123) – Nasıye Keskin (Lem’i Atlı’nın yeğeni)

-Büyük dayım merhum Lem’i Bey çok sakin ve uysal tabiatlı, güler yüzlü, hoş sohbet, bilhassa çok terbiyeli bir zat idi. Az konuşur, dedikodu sevmez, kendini alakadar etmeyen şeylere karışmaz, kimsenin aleyhinde bulunmazdı. Eli açıktı. Parasını son meteliğine kadar harcamaktan adeta zevk alırdı. Başlıca zevkleri gezmek, dostlarını ziyaret, bilhassa güreş seyretmekti. Bütün eski pehlivanları tanır, müsabakalarını bilirdi. Hatta bazı gazetelerde tefrika edilen pehlivan hikayelerini, uydurma olduklarını bile bile zevk ve alaka ile takip ederdi. Musiki bahsinde katiyen münakaşa sevmez, bilgiçlik taslamazdı. Bazı sanatkarlar hakkında sual soracak olsalar bile gayet kısa cevaplarla başından savardı. Bilhassa kendi eserlerine karşı çok titizdi. Bunların kendi tavrına uygun okunmadığını duyunca çok sinirlenirdi. (124) Ev hayatı çok sakindi. Sıhhatine itina eder, iyi yemek yemeyi severdi. İçkiye düşkünlüğü yoktu. Yalnız çok sigara içerdi. Asthme (1.dipnot/Astım kelimesinin Fransızca imlası. Canlı Tarihler serisinin hazırlandığı zamanlar konuşulan ve yazılan Türkçenin telaffuz ve imla karakteristiğini göstermesi maksadıyla günümüz imlası ile yazılmıştır.) hastalığı olduğu için son zamanlarda onu da azaltmıştı. Hastalıktan çok korkardı. En küçük bir soğuk algınlığı bile onu günlerce evden çıkarmayacak bir sebepti. İlaca çok düşer, bu yüzden çok defa midesini bozardı. Şarkılarını ne zaman bestelediği pek anlaşılmazdı. Beğenmediği güfteleri katiyen bestelemezdi. Evlilik hayatı maalesef mesut geçmemişti. Dört defa evlenmesine rağmen aradığı saadeti hiçbirinde bulamadı. Hepsi ayrılma ile sona erdi. Sesinin güzelliği her kapıyı ona açmış ve maceralı bir hayat geçirmesine sebep olmuştu. Gönül maceralarından birinde, Boğaziçi’nin mehtap alemlerinde, sandalda görerek evli kadını sevmesi ve bu aşkın uzunca sürmesi yüzünden hemşiresi onu Romanya’daki çiftliklerine sürgün etmişti. Rast makamından: “Yok mu cânâ âşıka hiç şefkatin / Vâd-i vuslattı Hisar’da sohbetin” şarkısının bu macera neticesi olduğunu merhum kendi söylerdi. (124-125) – Şefik Keskin

-Lem’i Bey çok dindardı. Ramazanlarda bizim evde kılınan Teravih namazlarında kendi ısrarıyla müezzinlik ederdi. Müezzinlikleri yapan Selahaddin Bey’le Galip Efendi’ye az iş bırakırdı. (134) Nota bilmeyen Lem’i Bey’e nota bilen sanatkarların hayretlerle mağlup olduklarını kulaklarımla işittim. Gözlerimle gördüm. Bu böyle olduğu gibi Lem’i Bey’in de hayret ve hayranlıklarla kendinden geçtiği dakikalar Tanburi Cemil Bey’in huzurunda olurdu. Bursa’dan İstanbul’a geldikten sonra böyle bir manzaraya Nişantaşı’ndaki evimde şahit olmuştum. Lem’i Bey, Cemil Bey’in önünde diz çökerdi –fakat bunu da söylemeliyim- Üstat Cemil de Lem’i Bey’in söylediği şarkıların karşısında tanburu kucağından çekip kaldırarak “Bu hançereye yetişecek saz yoktur” derdi. (141) / Semih Mümtaz

Büyüyenay Yayınları, Ekim 2022 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

CANLI TARİHLER 1.KİTAP – HAZIRLAYAN: SEZGİNCAN YAĞCI

  İSMAİL FENNİ ERTUĞRUL (MAYIS-HAZİRAN 1856- 29 OCAK 1946) - Bay İsmail Fenni Ertuğrul, Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun fikri bir vec...