26 Haziran 2025

UYUR İDİK UYARDILAR - İRENE MELİKOFF

-Eğer Bektaşi senkretizmini analiz etmek gerekirse; öncelikle Sufizm ile Şiiliğin On İki İmam temelinde reenkarnasyona ve hatta bazen, ruhun sürekli dolaşımını ifade eden tenasühe Ali İlahiliği görüşünü ekleyerek ilk Safevilerin yandaşları olan Kızılbaşlar, buna bağlı olarak da Kızılbaşlar aracılığı ve müfrit Şiilik inançlarının katkıları doğrultusunda Hurufiliğin Kabalistik öğretileri ile antropomorfik kuramlar açığa çıkar. (3)

-Fakat Bektaşiliğin İslamiyet örtüsü altındaki yaygın inançlar içinde sürüp giden İslam öncesi temelleri dışında, o dönemde muhtemelen hiçbir heterodoks tavrı yoktu. Bu durum, Vilayetname'de Ahmed Yesevi'den Hacı Bektaş geleneği bağlamında bahsedilmesiyle onaylanır. Fakat durumlar, 15.yüzyıl boyunca ve özellikle 16.yüzyılın başlarında dönüşecek ve Kızılbaş propagandası esnasında Bektaşilik heterodoksiye doğru kayacaktı. (4)

-Fuad Köprülü, Alevileri Bektaşilere bağlamak maksadıyla onları "Köy Bektaşileri" ismiyle anıyordu ve haklıydı, zira inançları Bektaşilerden farklı olmasa bile Aleviler ekseriyetle bilgisiz ve eğitimsiz kalmışlardı. (11)

-Başta Şah İsmail Divanı olmak üzere en eski kaynaklara dönecek olursak "Alevi" kullanımına hiçbir şekilde rastlayamadığımızı görürüz; zira Şah İsmail, yandaşlarını ve kendisini Kızılbaş olarak tanımlar: "Yüreği dağ, bağrı kızıl yakut gibi kan olmadan, Kızılbaş olmak kimsenin haddi değildir." (27-28)

-Anadoludaki araştırmalarım sırasında, Bektaşi mirasını sahiplenen Alevi çevrelerine karşı açık bir husumet gözlemledim. Merhum Fuad Köprülü'nün, Alevileri köy Bektaşileri olarak adlandırarak çözdüğüne inandığı bu mesele, özünde daha karmaşıktır. Bugün, adı Hacı Bektaş olup, Suluca Karahöyük'te bulunan dergahları II.Bayezid tarafından onarılıp zenginleştirilen Bektaşi tarikatının, büyük ihtimalle Rafızi ya da Kızılbaş adı altında gelenek dışı bir Müslümanlık pratiğine sahip halk kitlelerinden sorumlu olmak ve bu kitleleri merkezin denetimi altında toplamak gibi görevleri vardı. Sonradan anlıyoruz ki, Kızılbaşlar hali hazırda aykırılıkları ve öğretileriyle yeterince karmaşık bir dini senkretizm sunan Bektaşiler arasına yavaş yavaş sızmayı başarmıştır. Halk kitlelerinin Ali'ye ve Kerbela şehitlerine yönelik derin saygısı; Ahi, Gazi ve Abdal çevrelerine dahi ulaşmayı mümkün kılan bir zemin inşa ediyordu. (30)

-Kızılbaşların, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yeniçerilerin de bağlı bulunduğu en yaygın derviş tarikatı olan Bektaşilerle sıkı ilişkileri bulunuyordu. Kızılbaşlar ile Bektaşiler öz olarak değil, sadece biçim olarak birbirlerinden farklıydılar. Her iki zümre de tarikata adını veren Hacı Bektaş'a biat ediyordu; öğretileri de inançları da aynıydı. Fakat Kızılbaşlar taşrada, esasen halk arasında tutunan bir hareketken; Bektaşiler kentlerde örgütlenerek bir araya gelmiş bir tarikat yapılanmasıydı. Bu sosyal ayrım giderek büyüyen bir kırılmayla; biri yetişmiş, diğeri neredeyse cahil kalmış iki grubun açığa çıkmasına sebebiyet verecekti. "Tüm Kızılbaşlar Bektaşi'ydi fakat tüm Bektaşiler Kızılbaş değildi." Bu çatlak, Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasını izleyen tasfiyelerinden sonra yeraltına çekilen Bektaşilerin farmasonlara yakınlaşmaya ve onlarla kaynaşmaya başlamasıyla pekişecekti. (49-50)

-Hâlbuki bir tek turist ya da yabancı gezginlerin değil ister görmesin ister görmek istememiş olsun, şehirli Türkün de gözünden kaçan bir mesele vardır: Anadolu nüfusunun büyük bir bölümünün heterodoks bir İslam'ı uygulaması ve hatta İslam'la ilişkisi gayet sınırlı olan inançlara bağlı olması. Üstelik bu durum yalnızca Anadolu'ya özgü değildir; İran'da -bilhassa İran Azerbaycanı'nda- ve vaktiyle Karakoyun Türkmenlerine ait olan bölgelerde de böyledir. Kökeni eskiye -şüphesiz- Türklerin henüz Müslümanlaşmadığı ya da yüzeysel bir Müslümanlık sergilediği döneme uzanır. Nitekim varlığını sürdürerek günümüze kadar ulaşan bu olguya, zaman algıları Yahudi Hristiyanlığın dayattığının aksine hala mevsimlerin ritmine ve doğaya endeksli olup asla doğrusal bir boyut kazanmamış, bilakis, "zaman döngüsü" ile "ebedi zaman" kavramlarını koruyan eski yarı göçebe ve göçebe halkların sosyal katmanlarında rastlanır. Bu sosyal katmanlar ne İslam'ı tümüyle özümseyebilmiş ne de atalarının inançlarından kopabilmişlerdir. (66-67)

-Ahiler, yönetim otoritesine karşı tutumları nedeniyle artık istenmediklerinde, Ahi törenlerinin pek çok unsurunu benimsemiş olan Bektaşiler de kendilerine doğal bir sığınak buldular. Muhasiplik, "ortaklık" ya da "kardeşlik" âdetinin Alevilerde dini bir törene dönüşmesi kuşkusuz Ahi loncaları yoluyla olmuştur. Öte yandan bu adet göçebe topluluklar vasıtasıyla mesken tuttukları her yöreye, Orta ve Doğu Anadolu'ya ve hatta daha ötelere yayılmıştır. İkrar kardeşi, yani sülûk kardeşi adeti, İran Azerbaycanı'nda Ehl-i Haklar arasında -bilhassa Ateşbagi kolunda- yer almaktadır. Ahiret kardeşi, "birader(ya da hemşire)" aynı şekilde Ezidilerde de görülür. (109)

-Bulgaristan'da, resmi kayıtlara göre, bilinen 90.000 kadar Kızılbaş vardır fakat öyle görünüyor ki asıl sayı, ifade edilenden önemli ölçüde yüksektir; zira pek çok kişi Kızılbaş olduğunu alenen beyan etmez. Bu Kızılbaşların inançları Türkiye Alevilerinden farklı olmamakla birlikte Hacı Bektaş-ı Veli'yi bu inanç sistemi içinde konumlandırdıkları yer açısından Türkiye Alevilerinden ayrılırlar. Tarihi bir ifade olan Kızılbaş, bu heterodoks toplulukları belirtmek için uygun tek tanımlamadır. Fakat Anadolu'da, "asi kâfir" anlamına gelen Kızılbaş ifadesine yüklenen kötüleyici manalar sebebiyle Kızılbaş ifadesi epey yakın bir zamanda yerini Alevi ifadesine bırakmıştır. (116)

-Dikkatimi en fazla çeken nokta, bu bölgelerde hala çok canlı olan bu heterodoks toplulukların, Hacı Bektaş'tan bağımsız bir şekilde var olabildikleri gerçeğidir. Bunlar, büyük olasılıkla Hacı Bektaş'tan önce de mevcutlardı. Babailerin yaşamaya devam eden anıları, Bektaşiliğin İslam öncesi Türk gelenekleri ve inanışlarına hala çok yakın duran 13.yüzyıl Babai inançlarının bir devamı olduğu hipotezini güçlendiriyor. Hacı Bektaş'a sonradan verilen bu üstün mevki, belli ki Osmanlı sultanlarıyla sıkı ilişkilerinden ileri geliyordu. Nihayetinde, Şeyh Bedreddin'e hala duyulan saygı da onun hareketinin, Anadolu'da 13.yüzyıldan beri varlığını sürdüren heterodoks hareketlere yabancı olmadığını ispat etmeyi amaçlamaktadır. Gözüme çarpan ikinci nokta ise, cem sırasında alkol kullanımı ve görüşmek denilen adet oldu. Bu âdeti biliyordum ama tam olarak anlam veremiyordum. Bu terimin daha sarih bir anlamı olabilirdi. Şüphe yok ki bu adetler, Kızılbaşlara ilişkin tarihi raporlarda da bulunan art niyetli ve hatta kötüleyici hikâyelerin kaynağında yer alıyor. İslam'ın yansımaları ve zulmünün etkileri altında bu adetler Anadolu'nun pek çok bölgesinde kayboldular fakat Balkanlar'da, özellikle Deliorman gibi çok uzak, erişilmesi zor bir yörede hala muhafaza ediliyorlar. (125)

-Bununla birlikte bahsi geçen tüm kaynaklar incelendiğinde başlangıçta Hacı Bektaş'ın ön planda bulunan bir kişilik olmadığı fark edilir. Kendisi Babai Hareketi'ne bağlı sayısız Türkmen Babadan biriydi. Eflaki ve Aşıkpaşazade, kendisine sadece ikinci derecede bir yer verirler; Saltukname'de ise yalnızca adı anılır. Vilayetname'de Hacı Bektaş'ın müritleri arasında zikredildiği halde Yunus Emre'nin şiirlerinde, Yunus'un manevi üstadı Tapduk Emre ile Barak Baba, Sarı Saltuk, Geyikli Baba adları geçer fakat Hacı Bektaş anılmaz. Hacı Bektaş'ın yaşarken büyük önem elde etmemiş olduğunu ifade etmek zorundayız. Oysaki adı, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli halk tarikatının kuruluşunda geçmektedir. Bu başarının açıklamasını, Bektaşi dervişlerinin tarikatı ile Sultan Orhan'ın kardeşi ve Ali Paşa arasındaki bir ilişkiyi anlatan tarihçi Oruç'ta buluruz. Oruç'a göre Ali Paşa, bir derviş yaşamı sürmek ve meşayih saflarına katılmak amacıyla bütün idari görevlerinden el çeker. Kardeşine henüz kurulan yeniçeri ordu birliklerini Hacı Bektaş'ın koruması altına bağlamasını salık verir. Yine Oruç'a göre, yeniçerilerin özelliklerinden biri olan akbörk(beyaz başlık) ile icazet denen tevcih beratını almak üzere Sultan Orhan'ın başvurduğu kişi Hacı Bektaş'tır. (19.dipnot/ Oruç, Tevarih-i Al-i Osman, ed:Franz Babinger, Hannover 1925, sf:15-16 ; Oruç Beğ Tarihi, ed: Nihal Atsız, İstanbul 1972, sf:34) (131-132)

-Bektaşilikten söz ediyor ve dini halk gruplarından "heterodoks" terimiyle söz ediyorsak yeri gelmişken bir olgunun altını çizmek icap eder: 13. Ve 14.yüzyıllarda "heterodoksluk", Şiiliği temsil etmiyordu. Eski tarihi kaynakların hiçbiri Anadolu kırsalında Şiilikten ve bilhassa müfrit Şiilikten bahsetmez. Örnek olarak, büyük oğlu Ömer Paşa ayaklanmada asılmış olan Baba İlyas'ın soyağacını vereceğim. Baba İlyas'ın dört halefinden ilkinin adı Şeyh Osman'dı. Üstadı tarafından Rum ülkesinde İslam'ı yaymakla görevlendirilmişti. Kıyımdan kurtuldu ve hayatını Kırşehir'de tamamladı. Aşıkpaşazade'nin büyük dedesi ve Elvan Çelebi'nin babası, şair Âşık Paşa'nın hocası olan kişidir. Ömer ve Osman isimlerinin, ilk üç halifeye beddua ve teberra eden Şiilerde olması imkânsızdır. Baba İlyas'ın Şii olmadığını ortaya koymak, müridi Hacı- Bektaş-ı Veli'ninkinden daha az zor görünmüyor. Şiilik, Bektaşiliğe yavaş yavaş sızmıştır. (142)

-15.yüzyıla gelindiğinde Hurufilik sultanın sarayına kadar sızmıştı. Fatih Sultan Mehmet, gençliğinde bir Hurufi misyonerin kendisine anlattığı öğretiden çok etkilenmişti fakat ulemanın tepkisi öylesine şiddetli olmuştu ki genç şehzade 1444 yılında mahfuzunun Edirne'de canlı canlı yakılmasını engelleyememişti. (32.dipnot/Krş.Franz Babinger, Mehmed the Conqueror and His Time, çev. Ralph Manheim, Princeton 1978, sf:34-35. Şeyhülislam Molla Fahreddin-i Acemi, bu cezalandırmanın kaynağıydı.) Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı İmparatorluğu'nun Hurufi sapkınlığının kökünü kazımaya çalıştı fakat bu fikirler Bektaşilikle çoktan bütünleşmişti. (183)

-Türk Hurufiliği, insanın tanrılaştırılması olmadığı gibi bir harfler tasavvufu da değildir. Panteizm, antropomorfizm biçimini alır. Bektaşilikte, sufiliğin temeline dayanan vahdet-i vücut anlayışı yalın ve özdekçi bir formu benimser. Bununla birlikte, Hurufilik, Bektaşilerin Noktatü'l-Beyan denilen dualarıyla kanıtlandığı gibi daima var olmuştur. (185)

Monografi Yayınları, 2022 basım, Çeviren: Başak Bıçak (İlk baskı 1993, Cem Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...