*Ziya Osman'ın 1980 yılına kadar Kırk merdivenlerde duran aile mezarlığının üstünden yol geçmiş ve kabirler kaldırılıp yok edilmişti. (XVI)
*Ziya Osman'ın yayımlanan ilk şiiri Servet-i Fünun mecmuasında 1927 yılında çıkan "Sönen Gözler"dir. (XVI)
*Ziya Osman'ı başta Abdülhak Şinasi Hisar olmak üzere dostları "geçmiş zaman", "çocukluk", "özlem", "daussıla" ve "hatıralar" şairi olarak anarlar. Bütün bu yakıştırmalar doğrudur. (XIX)
-Ziya Osman Saba'yı, temiz yürekli, iyi terbiyeli, doğru sözlü, cömert muhabbetli, hüsnüsiyet sahibi, nezaketli ve tevazulu bir insan olarak bilirdik. Kendisinin bilinmiş hiçbir kusuru yoktu. Ancak duyguları itibariyle bu kadar iyi olan kalbi tahammülü zayıf ve hasta bir kalpti. İki yıldan beri tamamıyle hasta idi. (Abdülhak Şinasi Hisar, Türk Yurdu, sayı:265, Şubat 1957, sf.622-625) (19)
-Müslüman-Türk yüreği, en şeffaf görüntüsü ile şiirimize Ziya Osman Saba'nın gönlünden geçerek dolmuştur. Varlık ötesi ile Tanrı konularını bizim kuşağın şairleri Ziya Osman'ın şiirlerinde gördükten sonra benimsemiş, işleme hevesine düşmüşlerdir. (Sabahattin Teoman, Varlık, sayı:451, 1 Nisan 1957) (38)
-Hepimizin en küçüğü, şiir sahasında da en istidatlısı olsa bile henüz en acemisiydi. Kargalar, yarasalarla dolu kara, kötümser şiirler yazıyordu. O yüzden hepimiz takılırdık ona. (40) Liseyle ve gerçek Galatasaraylılıkla ilgisi artık hemen hemen adından ibaret kalmış kulübü bile, gene bu ad yüzünden inanılmayacak bir muhabbetle benimser, sporla hiçbir zaman ilgilenmediği halde, Galatsaray'ın bütün maçlarını statta değilse bile radyodan yürek çarpıntılarıyla takip ederdi. (40) Galataraylıydı ama daha önce İstanbulluydu. Ana tarafından da baba tarafından da kim bilir kaç kuşaklık ataları İstanbul'da doğup büyümüş, İstanbul topraklarına gömülmüş kişilerdi. (41) Ziya, 20.yy ortasında bir Yunus Emre mazlumluğu ile yaşayan bahtlılarını yada ne bileyim bahtsızların belki de en safıydı. (44) (Yaşar Nabi Nayır, Varlık, Sayı:451, 1 Nisan 1957)
-Son yirmi beş yıllık şiirimizde ölümü, içinde küçüklükten beslediği için, hiç dehşete düşmeden, irkilmeden tam bir iman ve teslimiyetle, özleyerek beklemiş tek şairimizdi o. (Behçet Necatigil, Varlık, Sayı:451, 1 Nisan 1957) (46)
-1943'te bastırıp bana Ankara'ya gönderdiği ilk şiir kitabı "Sebil ve Güvercinler"i karıştırıyorum. Şiirlerinden yalnız dört tanesini dört kişiye armağan etmiş: Birini Yaşar Nabi'ye, birini Cahit Sıtkı'ya, birini bana, diğerini de hiç tanımadığım birisine. (67) 1943'te İkinci Dünya Savaşı sırasındaki askerlik vazifemi yapmak için İstanbul'a gönderildiğim zaman Ziya'yı gene sık sık görmeğe başladım. Karısından ya ayrılmış ya da ayrılmak üzereydi. O sıralarda Emlak Bankasında çalışıyordu. (68) Ben İstanbul'da bu ikinci askerlik vazifemi de bitirip Ankara'ya döndükten bir yıl sonra, 1944 sonu veya 1945 başında, çalıştığı bankada tanıştığı bir hanımla yeniden evlendiğini duydum. Buna çok sevindim. Tek başına kendini çekip çeviremiyordu. (69) (Cevdet Kudret Solak, Varlık, sayı:455, 1 Haziran 1957)
-Ziya Osman Saba'nın dünyagörüşü eskimiştir, bu yargıyı biraz yumuşatarak söylemek istersek, o yitmeye yüz tutmuş bir dünyagörüşünün sanatçısıydı. Onun için eskidi. Evrene karşı bütün değerlendirmelerini, tepkilerini duygularıyla, hem de insanoğlunun en gündelik, en sıcak -ama büyük şiirin soluğunu kesen ve zaman geçtikçe onun zararına çalışan- duygularıyla vermeğe çalıştı. Belki bu duygulanmaların, bu sinmelerin bu gereğinden fazla iyimserliğin ardında bugün de insanda bir şiir tadı uyandıran kırıntılar bulunabilir ama bu kırıntılar değişen Türkiye'nin ve değişen şiirin yanında varlıklarını güç sürdürürler. Ne var ki yazıldıkları zamanlarında büyük şiiri değildi bunlar, açıkçası Türk edebiyatında bir büyük şair olarak Ziya Osman Saba olayına hiçbir zaman rastlanamadı. Anlar - Hisar gibi- yaşanılan şimdiden daha çok kaplardı onu, geçmiş şimdiden daha sıcak gelirdi, belki de yaşamaya ve atılımlara karşı takındığı edilgen tavrın doğal bir sonucudur bu. Çocukluk devrinin konukları, ilişkileri, hep sınıf arkadaşları, onların -profesörlük çağına gelmişlerin bile- hala lise çağındaki kişilikleri....(Doğan Hızlan, Varlık, sayı: 687, 1 Şubat 1967) (105-106)
-Beni Ziya Osman'a, bir madde ve mana olarak hep insanın bu kaçınılan tarafı yaklaştırdı. Sanatta içtenliğin bir erdem olduğunu ben bir onda gördüm. (Behçet Necatigil, Varlık, sayı:687, 1 Şubat 1967) (127)
Çağrı Yayınları, 2017 basım, 3.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder