22 Mayıs 2025

HATIRALARIN EVİ GÜNÜMÜZDE AİLE - KEMAL SAYAR

-Çocukluk anıları, sen uyandıktan sonra seninle kalan rüyalardı." / Julian Barnes

-İnsan kimliği hatıralarla oluşur. Aile bu bakımdan hatırların evidir. Aile, bugünün küçük anlarını yarının paha biçilmez hatıraları kılan simyadır. (19)

-"Bir ev duvar ve kirişlerden oluşur, bir yuva sevgi ve rüyalardan" / Ralph Waldo Emerson

-Bir ailenin en büyük başarısı kanımca dünyanın narsizm ve bencilliğin kayışına çomak sokabilecek diğerkâm çocuklar yetiştirebilmektir. Benim şahsi nazarımda iyi aile, çocuklarını ne ölçüde "varlığa özen gösteren, nazik, iyicil, yardımsever kişilikler olarak" yetiştirebildiğiyle miyara vurulur. (26-7)

-Gerçekte evlilikler, her kişi kendi kimlik ve gayesini geliştirebildiğinde daha uzun ömürlü olabiliyor. Sıcak yuva, her bireyin kendisini rahatlıkla ifade edebildiği ve yaşama hünerini serbestçe keşfedebildiği bir yerdir. (27)

-Ezcümle modern aileyi ciddi anlamda etkileyen, din ya da kültürün kendi kapalı alanındaki erozyon değil Sanayi Devrimi ve dolayısıyla kentleşmedir. Bu gelişmeler bazı yükleri ailenin üzerinden alırken ona yenilerini yüklemiştir. (36)

-Robert Frost "Ev, oraya gitmek zorunda kaldığınızda, sizi içeri almak zorunda oldukları yerdir" demişti. Aile, ideal anlamıyla, her ferdini kendi biricikliği içinde kabul eden bir toplumsal birim. Aileyi sadece bir görevler manzumesi olarak kabul etmek, onun doğasındaki sevgi ve merhameti gözden kaçırmak demektir. (39)

-Kendi yaralarımızı görüp onları iyileştirdiğimizde çocuğumuzun yaralarını fark etmemiz ve onları sağaltmamız daha kolay olacaktır.(50)

-Aile tarihsel sürekliliğin nabzının attığı yerdir. Bize, geçmişte var olduğumuz ve gelecekte de var olacağımız hissini veren bir güvenlik üssüdür. Ve aynı zamanda kalpsiz bir dünyada varlığımızın şahidi son sığınaktır. Post modern aile anlayışında eksik olan en esaslı manevi unsur, bilincin bu zamansal aktarımıdır. Yalnızca adımızı değil, taşıdığımız tarih bilincini, kolektif yekûnu da sonraki kuşaklara aktarmaktan aciz düşüyor günümüz aileleri. Anne babalar hayatın dinamizmi içinde ihtiyaçların giderilmesiyle meşgulken, geçmişte bu kolektif bilincin -geleneğin- aktarılması büyükannelerin ve dedelerin yetkisinde bir faaliyetti. Kıssalar, hatıralar, masallar, onların dizinin dibinde kulağımızdaki usul sesle ruhumuza salınır ve onu efsunlardı. Çocuğun meraklı, heyecanlı sorularıyla genişleyen, genişledikçe ruha nüfuz eden, bizi hayal âlemlerine taşıyan, şifahi kültürün bilincimize adeta nakşedildiği şölenlere dönüşürdü bu anlatılar. Şimdinin yorgun ve bezgin ebeveynleri tarafından çocuğa on dakikada okunan interaktif anlatımlı hikâye kitaplarının çocuk üzerinde bu tılsımı gerçekleştirmesi asla mümkün görünmüyor. (55-56)

-“Evliliğinde mutlu musun?” sorusu, mutluluğun karşı konulamaz bir mecburiyet olarak telakki edildiği günümüz toplumunda giderek kolay bir vazgeçişe kapı aralıyor. Tahammül kayıplara karışıyor. (57)

-Biz yetişkinlerde ise durum çok farklı değil; otuz yıl öncesine göre bugün çocuklarımızın gözünün içine bakma süremiz yarı yarıya azalmış vaziyette. Çocuklarımızla bire bir göz teması kurmuyoruz, göz aslında vicdanın ve ahlakın organıdır. Yüzü gören insanın beyninde ahlaki duyguları işleyen alanlar canlanır. (78)

-Olgunlaşmış ebeveyn mükemmel, hiçbir şey hissetmeyen, hiç öfkelenmeyen, hiç üzülmeyen ve her daim sakin kalabilen değil, kendi duygularının farkında olup faturasını başkalarına kesmeden duygu durumunu düzenleyebilen, duygusunu reddetmeden yaşayabilen, tetiklendiğini fark edip onarabilen, kriz anında çocuğunu yatıştırabilen ebeveyndir. Kimi anne babalar çocuklarına dertlerini boca ediyor ve onlardan terapistlik bekliyor. Bu çocuklar erken yaşlanıyor. Çocuklarınızın ıstıraplarınızdan öğrenebilmesi, “yaralardan değil yara izlerinden konuşmak”la mümkündür, yani sizin acılarınızdan ne öğrendiğinizi anlatmanızla. (81)

-İyi eş olmanın sırrı ihtimam ahlakıdır. (83)

-Büyümek, dünyanın anneyle aynı şey olmadığını görmekle mümkündür. (93)

-Ana akım feminizmin, neoliberalizmin çarkına kolayca kapıldığını görüyoruz. Feminizmin kadınlar için oluşturduğu “aynılık olarak eşitlik” terimi yeni değerler için en uygun terim olarak seçilmişti. “Aynılık olarak eşitlik”, kadının erkekle eşit eğitim ve çalışma şartları çizgisinde değerlendirilme talebiydi. Ancak gelinen noktada, feminizmin adalet ve özgürlük taleplerinin kısmen berhava edildiği, ana akım feminizmin gündeminin kadınların terimleriyle değil, mevcut yeni kapitalizm terimleriyle belirlendiği görülüyor. Yeni ekonomi sisteminde, annelik değersizleştiriliyor ve küçültülüyor. Tasarlanan sistem, anneliğe değil kreş sistemine ihtiyaç duyuyor. (97)

-Kötü anneler çocuklarından kendi geçmiş yaralarını sarmalarını bekler ve bu büyük yükü onların üzerine bilinçsizce bırakır. Oysa her insan, olduğu gibi sevilmek, görülmek ve olmayı istediği kişi olabilmek için desteklenmek ister. Bir çalışma, anne ve babalarını olumlu kelimelerle tanımlamayan insanların ezici çoğunluğunda hayatın ileriki dönemlerinde fiziksel hastalıklar geliştiğini gösteriyor. (105)

-Çocuklarının üzerine aşırı hassasiyetle düşen annelerin, kocalarının “eşleri izin verdiği kadar” babalık yapabildiğini görmeleri gerekir bazen. Bu farkındalık aile birliğinin müşterek biçimde sağlanmasına yardımcı olacaktır. (108)

-Kendilerini sadece “anne” olarak tanımlayan kadınların birçoğu, çocuklar evden ayrıldıktan sonra boşanmayı tercih edebiliyor. “Boş yuva sendromu” diyorum bu psikolojiye. Çocuklar evlenip gittikten sonra ellili yaşlarda pek çok kadının depresyona girdiğini gördüm. Çünkü uğraşacak bir şeyleri kalmıyor. (115)

-Siz bütün zamanınızı, bütün imkânlarınızı sadece çocuğunuza hasrederek, çocuğunuzu adeta kutsallaştırarak, ama onun hemen yanında oturan sınıftaki bir başka çocuğu ya da yoksul mahallesindeki bir çocuğu, mülteci öksüz bir çocuğu görmezden gelerek, başka çocukların problemlerine tamamen duyarsız davranarak iyi bir anne olamazsınız. Çocuğunuzu elinizden geldiği kadar ahlaklı, temiz seciyeli, karakter sahibi olarak yetiştirmeye çalışırsınız; ondan sonra da ona kendi kişiliğini deneyeceği, yanılacağı ve geliştireceği bir alan, bir boşluk bırakırsınız. Her alanı doldurduğunuz, daralttığınız zaman çocuğunuzun kişiliği gelişemez. Burada bilhassa, şehirli, orta sınıf bir anne tipinden bahsediyoruz. (116)

-Bir erkeğin baba olduğunda geçirdiği olağanüstü fizyolojik değişikliklerin en çarpıcısı testosteron seviyesindeki düşüş. Erkekler baba olduğunda testosteron seviyesi düşer ve baba olmadan önceki seviyeye bir daha geri dönmez. Babalık adeta ruhu sarılan bir ipek örtü gibi erkeksi saldırganlığı azaltır. Bu düşüş ile baba çocuklarının ihtiyaçlarına daha hassas hale gelir. Bu sırada dopamin(haz) ve oksitosin(bağlanma) seviyeleri de yükselir. Baba olmak bir erkeğin ruhunu adeta okşar, onu daha sevecen ve müşfik hale getirir. Hamile olan eşine eşlik eden erkeklerin oksitosin seviyesi anne adayının seviyesine göre senkronize olur ki bir ekip olarak ebeveynliğin zorluklarını beraber aşabilsinler. Babalar böylece çocukları için riskli durumları daha iyi fark eder ve koruyuculuk görevini gerçekleştirebilirler. (130-131)

-Her ebeveyn, çocuklarını hata ve başarısızlık riskine maruz bırakarak, kendi yetersizlikleri ile eğitmeye çağrılır. Bu nedenle en iyi ebeveynler, kendilerini çocuklarına mutlak izlenmesi gereken bir model olarak değil, görevlerinin imkânsız doğasının tamamen farkında olarak sunabilenlerdir. Yani "Senin babanım ama sana tam manasıyla bir babalık yapamıyor olabilirim. Ayrıca hiç de mükemmel değilim." Kendi kırılganlığıyla barışık, kadir-i mutlak olma iddiasından uzak, yumuşak kalpli, hatalarıyla yüzleşebilen babalar. (140)

-Bir çocuğun babasına gösterdiği ilgi, annesinin babasının gösterdiği ilgi yoluyla aktarılıyor. (141)

-Erkek ve kadın arasındaki ilişki ne kadar olumlu ve güçlü ise erkeğin çocukla ilişkisi de o derece olumlu ve yoğun oluyor. Babanın çocuklarına olan ilgisi, anneyle kurduğu ilişkinin kalitesi ile paralellik gösterirken, anne ve babanın aynı evi paylaşmasıyla da artış gösteriyor. (142)

-Anne çocuğuna başka insanlarla empatik ilişki kurmanın hal dilini öğretirken, baba onu sembolik düzlemin geçerli olduğu toplumsal hayatın güç ilişkilerine, kabul ritüellerine hazırlar. Evde babalarının otoritesiyle tanışan çocuklar, okulda ya da arkadaş gruplarında daha sonra iş hayatı ve bürokratik yapılanmalarda farklı iktidar ilişkilerine dahil olurken zorlanmazlar. (157-58)

-Kadim bilgelikte büyümek, hayatın maddi ve manevi sorumluluğunu üstlenmek demekti. Erginliğe giriş, saldırganlığın "adam edilmesi" ve başkalarının esenliğinden sorumluluk hissedebilmekti. Günümüz toplumunda bir türlü büyüyemeyen oğlan çocuklarından söz edilmesi, biraz da onlara bu karanlık ormanda yol gösterecek rehberlerin eksikliğinden. Erkek çocukları, olgunlaşma yolculuğunda ellerinden tutacak, onlara istikamet gösterecek bir büyükleri olsun istiyor. (161)

-Mantığı izah edilmiş her kural, çocuğun yetişkinliğinde yeniden yorumlayacağı bir tavsiye olur. (162)

-Hem erkek hem de kız çocukları açısından anne, çocuğun cinsel gelişimini belirlemede daha zayıf bir figürdür. (174)

-Yaşlanırken çocuklaşacak olan ebeveynlerin, ileride kendilerine nasıl muamele edilmesini istiyorlarsa çocuklarına öyle davranmaları yerinde olacaktır. (188)

-Hayatın erken döneminde çok sayıda ayrıcalıkla tanışan bir çocuk, ileriki hayatında alın terinin, bir şeyleri hak ederek kazanmanın önemini idrak edemez. Benmerkezcilik ve bencillik norm haline gelir. (197)

-Çocuğun duygusal zekâsı 6 ay ile 18 ay arasında oluşuyor. Bu çok önemli bir şey, o sırada anne orada olmak zorunda. Çünkü duygusal zekâ, annenin çocuğun yüzünü okuyabilmesiyle ve çocuğun da annenin yüzünden kendini okuyabilmesiyle mümkün. Yani göz göze gelebilmekle, bakışla mümkün. (201-202)

-Güvenli bağlanma stiline sahip olan çocuklar, duygularıyla nasıl başa çıkacaklarını ve ne zaman yardım istemeleri gerektiğini bilirler. Öte yanda güvensiz bağlanma stiline sahip çocuklar bir tehditle karşılaştıklarında nasıl başa çıkacaklarını ve aradıkları güveni kimsen bulabileceklerini bilemedikleri için, büyüyünce sürekli "uyarılma" pozisyonunda olurlar. Daimi bir teyakkuz hali. Her an tetiktedir vücut, gergindir ve bir tehlikeyi kollamaktadır. Bu durum vücutta stres hormonu olan kortizolü artırır ve bu hormonun yükselişi de öğrenmeyi önler. (208)

-Normal anılar ve travmatik anılar arasında fark vardır. Travmatik anıların hatırlanması için genellikle özgül tetikleyiciler gereklidir. Normal anılarımızda giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunurken travmatik anılarımızda kopukluklar mevcuttur. Bölük pörçük hatırlarız travmatik deneyimleri. Kişi travmatik anının bir kısmını çok net hatırlarken diğer kısımlarını hiç hatırlamayabilir; anlar birbirleriyle uyumlu bir akış içerisinde değillerdir. Yaşanmış olayı bir bütün olarak algılayamayız. (210)

-Travmaya yönelik yapılan terapinin amacı, hafızamızda oluşan kopuklukların giderilmesini sağlayarak kişinin anılarını bütünleştirmektir. Bu da kişinin benliğini mantık sınırları içine yeniden oturtabilmesine yardım eder. Terapi sayesinde, rasyonel beyin kontrolü ele alır ve böylece geçmiş ve gelecek birbirinden ayrı şekilde görülebilir. (212)

-Bir söz var: Her çocuğa eşit davranmak, adil davranmak değildir. Çünkü her çocuğun gelişimsel ihtiyaçları birbirinden farklıdır ve hiçbir çocuk da aynı aileye doğmaz. İkinci çocuk, tek çocuklu aileye doğar, üçüncü çocuk iki çocuklu bir aileye. Her şey değişmiştir. Çocuk ve ebeveynler arasındaki ilişki çift yönlü ve eşit salınımlı bir aritmetik ilişki değildir, dolaşık bir simya ilişkisidir. (223)

-Çocuk piyano çalmak istemiyor, ata binmek istemiyor; fakat annenin babanın içinde bir heves kalmış kendi çocukluğundan. Veya anne baba kendi çocuklarının diğer çocuklardan bir adım önde olmasını istiyorlar. Çünkü biz maalesef aileleri artık şirket yönetir gibi yönetiyoruz. Aileler arasında kim daha başarılı, kimin çocuğu diğerlerini geçmiş. Bu alanda haset çok modern bir şey. Geçmişte haset duygusu bizim hayatımıza bu kadar sızmamıştı. Bizim başarılarımızdan, babalarımızın arkadaşları da gurur duyardı. (233)

-Çocuğumuz kendini yeterli hissetmeli, üstün değil. (238-9)

-Geçmişin yaralarını iyileştirmek, ancak ifade edilmemiş duyguları ifade etmek ve yaşanan acıları kabullenmekle mümkün. Böylece mağduriyetin serin ve konforlu gölgesini terk eder ve davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmiş oluruz. (241)

-Ahlak dediğimiz şey, kendini sınırlamayla oluyor. Kendini zapt edebilmekle, arzunun çağrısına her seferinde evet dememekle, arada bir onu susturabilmekle oluyor. (244)

-Oyun oynamak içerisinde barındırdığı coşku ve mutluluk hissiyle birlikte ebeveynin kaygı ve stresini de azaltabilir. Çocukla birlikte paylaşılan oyun saatlerinin hem çocuk hem de ebeveyn-çocuk ilişkisi bakımından pek çok işlevi vardır. Her şeyden önce, oyun oynamak, çocuğun dünyayı keşfedebilmesinin, kurallar yaratabilmesinin, öğrendiklerini pekiştirmesinin, kendini dünyaya ait hissetmesinin ve yaşadığı hayal kırıklıklarının ardından toparlanabilmesinin yegâne yoludur. Hayat; kurulan bağlar kadar, mevcut bağların da koptuğu bir yerdir. Oyun, zayıflayan bağların telafisi için de çok önemli bir fırsat sunar. Oyun oynamak, bağ kurmak olduğu kadar, kurduğumuz bağ zayıfladığında da bunu onarmanın bir yoludur. (249)

-Ebeveynin, çevresinde olup bitenleri çocuğuyla birlikte yorumlaması, çocuğun dünya ile iletişime geçiş biçiminde farklı yollar keşfetmesine yardımcı olur. Benzer şekilde, gözlemlediğimiz durumların adil olup olmadığını sorgulamak ve çocuğu da doğru görmediği durumları sorgulaması için cesaretlendirmek çok mühimdir. (259)

-Çocuğun, başkalarına zarar veren davranışlarının sorumluluğunu, bu zararın doğurduğu etkileri hissederek alması, çocuk gelişiminin ihmal edilmeyecek kadar ciddi temelini oluşturur. (272)

-Ödüllendirme yöntemiyle koşullandırmanın karşılaşılması en muhtemel sakıncası ise zamanla ödüllere bağışıklık kazanılması, ödülün giderek artırılması ve sürekli olarak verilmesi gerekliliğidir. Bunun nedeni, ödülün bir dışsak motivasyon oluşudur. (273)

-Çocuklara fazla uzatmadan ve nasihat etmeden açıklamada bulunmak ve bunu duygusal bir tonda sohbet şeklinde iç dökerek, iç dökülmesine kulak vererek, davranışın nedenini anlamaya çalışarak söylenmeyeni fark etmeye çalışarak yapmak kesinlikle işe yarayacaktır. Çocuklarımızla bir kişi, bir insan olarak konuşmalıyız, bir rol veya bir proje olarak değil. (277)

Kapı Yayınları, 2022 basım, 7.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...