16 Mayıs 2025

KÜRESELLEŞMENİN AİLE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE İSLAMİ PERSPEKTİF – FATMA ÇETİN

-İslam’da günlük hayatın helal ve haram ilkesine göre belirlendiği, bu bakımdan Batı’nın geliştirdiği seküler kültüre göre zamanı modern, post modern, post-truth gibi ayrımlara tabi tutmalarının Müslümanlar için bir anlam ifade etmemesi gerektiğine işaret edilmiştir. (23)

-22.dipnot / KADEM, “25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” kapsamında hazırladığı #CinsVarCinsVar kampanya videosunda bir ‘boz ayı’ kullanarak kadına şiddetin ‘erkek’ kaynaklı olduğunu ve ‘erkeklerin’ bir boz ayı kadar bile aklının olmadığını ima etmiştir. Çünkü söz konusu reklam filminde boz ayı, ortalama 2 ile 4 metre boyunda, 150-200 kg ağırlığındadır. Bunlar saatte 48 km hızla koşabilirler. Boz ayı bir pençe darbesi ile bir sığırı tek seferde öldürebildiği halde dişisine şiddet uygulamaz; doğadaki ‘bazı cinslerin ötekilerden öğreneceği çok şey var’ şeklinde tanıtılan reklam filmi çok tepki çekmiştir. (25)

-Uzun yıllar sözlü bir şekilde aktarılan Roma hukukunun bu kurallarının günümüze aktarılmasında yararlanılan yazılı bilgi kaynakları sadece iki tanedir. Bunların ilki M.S 2.yüzyılda yaşamış olan meşhur hukukçu Gaius’un “Müesseseler” adlı kitabı, diğeri de Iustinianus’un M.S 528 ve 534 tarihleri arasında derlemesini yaptığı ve Türkçeye Yurttaşlar Hukuku Derlemesi şeklinde çevrilen Corpus İuris Civilis adlı kitabıdır. (15.dipnot / Özcan Deniz Çelebican, Roma Hukuku: Tarihi Giriş- Kaynaklar – Genel Kavramlar – Şahsın Hukuku- Hakların Korunması, A.Ü Hukuk Fakültesi Yayınları, 1986, Sf:45-48) Roma aile yapısı ve işleyişine dair nakillerin çoğunluğu ise genellikle Roma tarihçileri ve edebiyatçılarından gelmektedir. (42-43)

-İşte bu araştırmada tanıtılan Roma ailesi, M.Ö 8.asırda kurulan ve M.S 565 tarihinde “Şark İmparatoru” olarak adlandırılan Iustinianus’un ölümüne kadar geçen devirde yaşayan Roma ailesidir. Bu aile tipi Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul edilmesi ve yaygınlaşmasına kadar devam etmiştir. (32.dipnot/ Salvatore Di Marzo, Roma Hukuku, Tercüme: Ziya Umur, İÜHF Yayınları, İstanbul 1954, Sf:2) Batı aile anlayışının temelini oluşturan Roma putperest ailesi Batı kültüründe “patriyarkal” aile tipi olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’ye aile sosyolojisi çalışmalarıyla taşınan bu kavram “ataerki” veya “ataerkil” kelimeleriyle ifade edilmektedir. (46)

-Roma ahlakının sınırları çizilirken, kuralların yüksek sınıflar tarafından belirlendiği gözden uzak tutulmamalıdır. Aşağı sınıftan erkeklerin geleneklere bağlılığının, senatörler ce atlılarla aynı düzeyde olmadığı da belirtilmelidir. Aynı şekilde aşağı sınıftan kadınlar evlenme ve boşanma konularında daha cüretli davranabilmiştir. Geleneklerin korunması aşağı sınıf mensupları için özel bir önem taşımamıştır. Bu nokta, geleneklerin Roma devlet sistemiyle ne kadar paralel koştuğunu vurgulamak açısından da önem taşımaktadır. (117.dipnot /Tamer Diler, Augustus Çağında Cinsel Suçlar ve Lex Iulia De Adulteriis Coercendis, Homer Kitabevi, 2007, Sf: 73) (63)

-Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın emretmediği halde sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için başlattıkları ruhbanlık uygulamasının (Hadid Suresi, 27.ayet-i kerime) ortaya çıkmasının sebebi Hristiyanlık dininin Roma topraklarına ulaştığı yıllarda gerek toplumda ve gerekse imparatorların özel hayatlarında büyük sapıklıkların yaşanmasına bir tepki olarak görülür. Çünkü ahlaksızlığın yayıldığı bu zamanlarda, toplumda ortaya çıkan kötülüklerin fıtratı bozulmamış, namuslu kişilerde evliliğe karşı isteksizliğe sebep olduğu ve cinsel birleşmenin kirletici olduğu gerekçesiyle de ruhbanlığa yönlendirdiği şeklinde açıklanır. Sonradan amacından saptırılan ruhbanlığın çıkış amacı bütün bu ahlaksızlıklara karşı kişiye safiyet kazandıracağı fikridir. Sonrasında değişikliğe uğrayan Ruhbanlık düşüncesine göre Tanrı’yla uygun bir ilişki sağlamak için rahiplerin, keşişlerin ve rahibelerin, insanı kirlettiğine inanılan cinsel ilişkiden ve dolayısıyla evlilikten kaçınması beklenmiştir. (182.dipnot/ Nadide Şahin, Hristiyanlıkta Ruhbanlık Anlayışı, YL Tezi, Ankara Üniversitesi, Dinler Tarihi Bilim Dalı, 2008, Sf:35-39) (77)

-Ensest ilişki ise aralarında asla evlilik bağı olmayacak üstsoy-altsoy veya yansoy hısımları arasında gerçekleşen cinsel ilişkiyi belirten bir ifadedir. Ensest, aile ilişkilerini yozlaştırır ve hayvanlığa doğru gidişin bir işaretidir. (203.dipnot / Musa Osman Karatosun, “Din ve Ahlak İlkeleri Çerçevesinde Katolik Kilisesinin Mahremiyet Algısı”, Din, Gelenek ve Ahlak Bağlamında Mahremiyet Algıları Sempozyumu, 27-29 Mart 2015, Ordu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Samsun, Cilt:2, Sf:0389-408) Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. O da şudur ki, Hristiyanlıkta yansoy hısımlığındaki evlilik yasağı kişinin dördüncü dereceye kadar ki akrabalarıyla evliliğini içine almaktadır. Bu durumda amca, teyze, hala çocuklarının evlilikleri de ensest ilişki içine dahil olmaktadır. Ayrıca İslamiyet’te öldükten sonra bozulan bazı hısımlıklar Katoliklerde devam etmektedir.) (83)

-Batı’da 1430-1780 yılları arasında cadı oldukları sebebiyle katledilen kadın sayısının elli bin civarında olabileceği belirtilmektedir. (268.dipnot / Haydar Akın, Orta çağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Dost Kitabevi, Ankara 2001, Sf: 202-211) (99)

-Batı’da Roma putperest patriarkal ailesinde olduğu gibi Orta çağ Katolik Hristiyanlıkta da aristokrat ailelerde mirasın en büyük erkek çocuğa bırakıldığı bilinmektedir. Bu durumun 19.yüzyıla kadar devam ettiği ve bu yüzyıldan sonra Almanya ve ebeveyne sadece bazı durumlarda miras konusunda takdir payı bırakan İngiltere örnekleri dışında bu öncelik hakkının yürürlükten kalktığı belirtilmektedir. (271.dipnot / Berke Özenç, Hukuk Devleti Kökenleri ve Küreselleşme Çağındaki İşlevi, İletişim Yayınları 2014, Sf:134, 27.dipnot) Batı’da kızlara mirastan pay verilmesinin hiçbir zaman akla gelmediği görülmektedir. (100)

-Batı tarihinde “modern” kelimesinin kullanımında ittifak edilen husus, onun öncelikle; ‘eski’den ‘yeni’ye geçişi ve ikinci olarak ‘yeni’nin şimdiki veya farklı zamanlardaki durumunu, Antikçağ’la ilişkisi bakımından karşılaştırabilme bilincini ifade etmesidir. (335.dipnot/ Jurgen Habermas, “Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje”, Postmodernizm: Fredric Jameson, Jean-François Lyotard, Jurgen Habermas, Derleyen: Necmi Zekâ, Kıyı Yayınları, İstanbul 1994, 2.baskı, Sf:31) Daha çok ‘Aydınlanma’ (1715-1789) adı ile anılan dönem sonrası yaklaşık 300 yıl içinde kazandığı kültürel değer ve sosyal ilişkilerin özümsenmesi ile ortaya çıkan yeni hayat tarzı “modernlik” olarak ifade edilir. (336.dipnot/ Mustafa Acar-Ömer Demir, Sosyal Bilimler Sözlüğü, Adres Yayınları, Ankara 2005, Sf:289) (116)

-Anthony Giddens’a göre modern, zaman ile ilgili olarak şimdiki zamanı ifade etmek için kullanılan kelimelerdendir. Ancak şimdiki zamanı ifade eden diğer kelimelerden farklı olarak anlamında, geçmiş zamanı “yermek” söz konusudur. Çünkü modernlik düşüncesinin özünde dini görüntüler içeren geleneğe ‘zıt’ olma durumu vardır. (338.dipnot/Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları 1998, Sf:39) (116)

-Erken dönem Hristiyanlığında Katolik kilisesinin İslam alemi üzerindeki emellerini Haçlı seferleri düzenleyerek yerine getirmeye çalışması gibi Protestan kiliselerinin de bunu misyonerlik üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığını söylemek abartılı bir ifade olmaz. Onların bu emellerine Fransızların kapitülasyonlar ve İngilizlerin de kendilerine özel olarak aldıkları ticaret izinleri ile başladıklarını bir önceki bölümde ifade etmiştik. Bu ilişkiler sayesinde Batı ile Osmanlı arasında yakınlaşma olmuş ve bunun sonucunda Osmanlı Devleti, Batı üniversitelerine öğrenci göndermeye başlamıştır. Bu öğrenciler 19.yüzyılın sonunda ve 20.yüzyılın başında Osmanlı entelektüel hayatına Weber’in düşlediği aktarımı gerçekleştirmeye başlamışlardır. Çünkü Batı gibi modern olmanın yolu, Batı’ya benzemekle gerçekleşecektir. (120-121)

-Martin Luther’in “evlilik” akdini sakrament olmaktan çıkarması ve ruhban sınıfının evlenebileceğini söyleyip kendisinin de evlenmesi ve üniversite hocalarının VIII. Henri’nin boşanmasına izin vermeleri, Katolik kilisesinin günümüzde de kabul etmediği hükümlerdendir. 18.yüzyıl evlilik ve aile kurulmasına yönelik değişikliklerde böylece ilk adım atılmış olmaktadır. Protestanlar bu süre zarfında Martin Luther ile başlayan Katolik kilisesine ve mensuplarına karşı başlattıkları itirazlarını, kilisenin dolayısıyla papaların hakimiyetinin işareti olarak bilinen ayinler, ikonalara saygı, ruhbanlık, Mariyoloji, Papa otoritesi ve manastır yaşamını reddederek göstermişlerdi. (367.dipnot / Protestanların kilise sakramentlerinden sadece ‘vaftiz’ ve ‘evharistiya’yı kabul ettikleri belirtilmektedir. Bkz: Bakıt Murzaraimoğlu, “Baptizm ve Kırgızistan’da Baptist Faaliyetler”, Doktora Tezi, A.Ü.S.B.E Felsefe ve Din Bilimleri ABD, Ankara 2003, Sf:15) Protestan din adamlarından evlilik akdini kilise dışında gerçekleştiren ilk papaz, daha önceki bölümde geçtiği üzere Martin Luther ve krallardan VIII. Henri’dir. Araştırmalarımızda her ikisi de aynı dönemde yaşamış olan bu önderlerden sonra gelen Protestanların evlilik akitlerini nasıl gerçekleştirdiklerine dair bir açıklamaya rastlamadık. Ancak evlilik akdinin ‘devlet’ tarafından ilk olarak düzenlenmesinin Fransa’da olduğu görülmektedir. Şöyle ki 1787 yılının son aylarında zamanın kralının buyruğu ile yapılan düzenlemeye göre isteyenlerin ikametgahlarının bulunduğu yerel kilisede, dilerlerse de aynı mahallin hâkimi önünde evlilik akitlerini gerçekleştirebileceklerine karar verilmiştir. (125)

-Bunun aileye yansıyan pratik sonucu, Katoliklerce kutsal sayılan aile, yerini kutsal olmayan laik/seküler bir aileye bırakmıştır. Böylece evliliğin ruhani alanda tanımlanmasını sağlayan sakramentel özelliği ortadan kalkmış ve ‘sivil’ bir görünüm almıştır. Bu durum Batı’da ‘civilization’ kelimesinin ifade ettiği anlamı da açıklayan bir örnektir. Buna göre modernizmin kutsalı ‘civil’ kavramıdır ve Katolik kilisesinin uygulamalarının aksine olarak ortaya çıkan her yeni kanun veya fiil bu kavram ile ifade edilir. (370.dipnot/ Ali Erbaş, Hristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi, İnsan 2004, Sf:129-30) Protestanlık ‘civil’ yani seküler alanı desteklemiştir. (371.dipnot/ Hakan Olgun, Sekülerliğin Teolojik Kurgusu Protestanlık, İz 2006, Sf:241-243) (126)

-Modernite Osmanlı Devleti’ne ‘ıslahat’ kavramıyla girmişti. Bu, yenilenme, değişim ve dönüşüm anlamına geliyordu ve direkt olarak kurumları hedef almıştı. Modernitenin Osmanlı Devleti’nin kurumlarına nasıl girdiğine ve nasıl yayıldığına işaret ederken diğer taraftan günümüzde sıklıkla dile getirilen ‘değişen dünyada kadın veya aile veya toplum’ gibi söylemlerin geçmişte olduğu gibi şimdi de kurumları hedef aldığına dikkat edilmelidir. Ayrıca 17.yüzyıldan beri modernizasyonun hedefinde olan askeriye ve eğitimin aradan geçen yaklaşık dört yüzyıl sonrasında da hala en çok eleştiri alan iki kurum olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır. (135-136)

-1815’te Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Müslüman gençleri, eğitim görmek için Batı’ya gönderme geleneğini başlatan Osmanlı yöneticisidir. (30.dipnot/ Mısırlı şair ve yazar Menfelûti (1876-1924) Batı’ya tahsil için gönderilen gençlerin İslami değerlerden ne kadar uzaklaştıklarını, fikirlerinin ne kadar değiştiğini anlattığı bir yazısında onların, Müslüman kadınların da tıpkı Batı’daki hemcinsleri gibi bir özgürlüğe sahip olamayışlarından ve bürokraside çalıştırılmamalarından duydukları derin üzüntüye karşı, onlardaki bu zihin değişikliğine işaret eden cevaplar vermiştir. Bu yazılarından biri için bkz: ‘Hicab’, el-İbarat, Marbaatü’l-İstikame, Kahire 17.baskı, 1958, Sf:36-51) İstanbul ise bu uygulamayı neredeyse çeyrek asır sonra 1830’da başlatacaktır. Bu dönemde gençler için seçilen devlet Fransa’dır ve devlet bursu ile gönderilmişlerdir. 1856-1864 yılları arasında bu şekilde eğitim gören öğrenci sayısı 100’ü geçmiştir. Bunların büyük kısmı Osmanlı hükümeti tarafından Paris’te kurulan Mekteb-i Osmani’de ve bu mektebe bağlı olarak çalışan çeşitli Fransız eğitim kurumlarında tahsil görmektedirler. (139)

-Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletleriyle gerçekleştirdiği ilk diplomatik ve ticari ilişkinin resmi tarihi 1669 yılında XIV. Louis zamanında Fransa’ya büyükelçi olarak gönderilen Kolbaşı Süleyman Ağa ile başlanır ve Süleyman Ağa’nın vakur duruşuyla Fransızları etkilediğinden bahsedilir. Onun temsil ettiği Osmanlı kültürünün bazı özellikleri Paris’te taklit edilmeye başlar. Mesela ona ziyarete gelen zenginler/burjuvalar onun Osmanlı tarzı kahve sunumunu çok beğenir ve taklit etmeye başlarlar. Kahvenin Fransa’da tanınması da bu yolla olur. Fransızlardan bazıları, Süleyman Ağa (Türkler/Müslümanlar) gibi başörtüsü takmaya, kaftan giymeye ve yer minderlerinde oturmaya başlarlar. (44.dipnot/ Nayan Chanda, Küreselleşmenin Sıradışı Öyküsü, Sf:95-96) Bu durumdan rahatsız olan kralın, Moliere’in yazdığı Bourgeois Gentilhomme (Kibarlık Budalası) adlı komediye, Müslüman Türk elçisini küçük düşüren sahneler koymasını emrettiği nakledilir. (45.dipnot/ Günümüzde bu oyun İstanbul tiyatrolarında oynatılmaktadır. Bkz: “Başrolünü Haldun Dormen’in oynadığı Meoliere’in ölümsüz eseri Kibarlık Budalası, 9.yılında seyircisiyle buluşmaya devam ediyor” Erişim: Biletix, 21.03.2019) (142)

-Gülhane Parkı örneği: Mesire alanlarını düzenlemek için verilen fermandan yüz yıl sonra, Cemil Topuzlu’nun (1866-1958) belediye başkanı olduğu 1912 yılında devlet, Gülhane Parkı’nı mesire alanı olarak açar ve Enver Paşa burada kadınlar için ayrı bir gün tahsis ettirir. Ancak çok geçmeden Cemil Topuzlu kadınlar ve erkekler için ayrı gün uygulamasını kaldırır. (75.dipnot/ Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY 2007, Sf:444. Bu tarihlerde kadınların bu gibi yeni açılan yerlere karşı çok iltifat gösterdikleri, Nermin Hanım’dan dinlediğim şu hatırasından anlaşılabilir: Nermin Hanım bu tarihlerde İstanbul’un Bayrampaşa semtinde oturan annesi Huriye Üçer’den (1936-2015), teyzesi Gülsüm Hanım (Yurdagül) ile ilgili şu hatırasını paylaşmıştı: O vakitler Sultanahmet meydanındaki Alman Çeşmesi (27 Ocak 1901) halk arasında büyük bir hadise olarak karşılanır. Bu durumu fırsat bilen bazı düzenbazlar, iki gün çeşmeden su yerine altın akacağı söylentisini yayarlar. Buna inanan kadınlardan bazıları Sultanahmet’e çeşmeye gitmeye karar verir. Komşuların gideceğini öğrenen Gülsüm Hanım da onlarla gitmek için eşinden izin ister ama alamaz. Ancak oraya gidip altın toplayacağına inanan Gülsüm Hanım bu duruma çok üzülür ve bazı komşularının “eşin akşam eve gelmeden dönebiliriz” şeklindeki telkinlerine güvenerek o da gider. Ama kocası Gülsüm Hanım’dan önce eve döndüğü için gerçeği anlar ve Gülsüm Hanım’dan boşanır) (150)

-1970’lere kadar halk tarafından bu şekilde devam ettirilen dini ve resmi nikah konusu, Hayreddin Karaman’ın dini nikahı, sıradan ufak tefek hayırlı işler arasına koymasıyla tekrar gündeme gelir. (152.dipnot/İbrahim Hakkı İnal- Muhammed Nurullah Alagöz, “1970’ler Türkiye’sinde Dinde Reform Tartışmaları: Nesil Dergisi Çevresi Örneği” Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ocak-Haziran 2016, Yıl:21, No:35, Sf:45) Ahmed Davudoğlu, dini nikahın bütün ulema tarafından ibadet kabul edildiğini ve nikahın bu şekilde basitleştirilmesinin büyük bir ‘hata’ olduğunu belirtir. Allah Resulü (sav)’in “Nikah benim sünnetimdir; her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir”, “Bu nikahı ilan edin; onu mescitlerde kıyın ve onun için defler çalın” ve emsali hadislerine aykırı düştüğünü hatırlatır. (153.dipnot/Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri, Bedir Yay 1997, Sf:150-153) (170)

-Ali Fuat Cebesoy’a göre en koyu ‘mürteci’ yeri Kastamonu olduğu için şapka ve kıyafet devriminin ilanı özel seçilmiştir. Buradan bütün Türkiye’ye gözdağı verilmek istenmiştir. (156.dipnot/ Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, (Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları 2001, Sf:382) (171)

-Postman, çocuklarının edindikleri bilgileri kontrol edemeyen bir ailenin, tam bir aile sayılamayacağını iddia eder. Çünkü çocukların o ailenin bir mensubu olduğunu gösteren şey, ailenin çocuğuna aktardığı bilgi birikimidir. Bir anlamda her aile, kendi çocuğunun markasıdır. Günümüzde ailelerin bilgiyi kontrol etmeleri oldukça zorlaştığı için her çocuk mensup olduğu ailenin sadece genetik özelliklerini taşımaktadır ki bu da aile kurumunu zayıflatmaktadır. Batı'da ailenin bilgiyi yöneten bir kurum haline gelmesine matbaanın gelişmesi ve her türden kitabın ortaya çıkması neden olmuştur. Bu dönemden itibaren babalar gardiyan, koruyucu, terbiyeci ve doğruluk timsali olma rolünü üstlenmişlerdir. (182.dipnot/ Neil Postman, Teknopoli, Paradigma yay 2006, Sf:92) (178)

-İhab Hassan “postmodern” kavramını, 1971 tarihli Dismemberment of Orpheus Toward A Postmodern Literature adlı kitabı ile literatüre kazanmıştır. Kendisiyle yapılan bir söyleşide, Batılı entelektüellerin onun bu konudaki çalışmalarına ilgi göstermediklerini ancak daha sonra bu konuda yapılan çalışmaların, kendisinin tasvip etmediği mecralara kaydırılarak sosyal değişim isteyenlerin bir uğraşı haline geldiği gerekçesiyle bu konuda çalışmaktan vazgeçtiğini belirtmiştir. (192.dipnot/ Frank L. Cioffi, “Postmodern vs İhan Hassan’la Söyleşi” ayrıca bkz: Robinson, Nietzsche ve Postmodernizm, Sf:44) Nitekim 1987 yılının sonlarına gelindiğinde postmodern kelimesi mimariden çevreye, müzikten resme kadar her konuya dahil edilen hiçbir anlam ifade etmeyen ve isteyenin istediği şekilde kullanabileceği bir kavram haline gelmiştir. Hatta bu kelimenin, Batı dünyasında işi kavram üretmek ve bunun üzerinden geçimini sağlayan birtakım teorisyenler tarafından icat edildiğini iddia edenler olmuştur. (Mike Featherstone, Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Ayrıntı yay 2005, 2.baskı, Sf:18) (181)

-Postmodernizmin fikir babalarından olan Jean-François Lyotard; anlatı (203.dipnot/”Anlatı:Olaylara dair biz izahı, bağlantılı ve planlı bir şekilde iletmeye yarayan bir yapı dahilinde dilin düzenlenmesidir. Bu bakımdan bir anlatı, olaylar silsilesine başvurur.” Bkz: Kültürel Kuramda Anahtar Kavramlar, Sf:239) adını verdiği bir değerden söz eder. Ona göre postmodern zamanlarda anlatılar, bir üst anlatıya veya büyük anlatıya başvurmak suretiyle aşılamayacak bir çoğulluk ve farklılık taşır ve her bir anlatının biçimi diğer anlatı biçimiyle ölçülemez. Artık Batı’da büyük anlatılar çökmüştür. Onların yerini evrensellik iddiası olmayan türlü türlü sınırlı anlatılar alacaktır. Postmodernizm bu şekilde kendini büyük anlatılara karşı şüphe ettirerek gösterecektir. (205.dipnot/ Bryan S.Turner, Oryantalizm Postmodernizm ve Globalizm, Anka yay 2002, Sf:30) Büyük anlatıların başında gelenler semavi dinler olduğuna göre en çok şüpheciliği hak edenler de semavi dinler olacaktır. Bunun için Bryan S.Turner; hem postmodernizmin hem de postmodernitenin dini değerlere ve kurumlara yönelik önemli bir meydan okuma olduğunu iddia etmiştir. Aslında modernite, Hristiyanlığa karşı bir meydan okumaydı. Şimdi İslamiyet bu durumu postmodernizm ile yaşayacak ve postmodernite, İslam’ın küresel olarak dışlanmasına sebep olacaktır. (206.dipnot / Bryan S.Turner, Oryantalizm Postmodernizm ve Globalizm, Anka yay 2002, Sf:35) (183)

-Burada 1999 yılında Hizbullah tarafından kaçırılarak vahşice öldürülen Konca Kuriş’i anmadan geçmemelidir. Batı menşeli hemen her harekette olduğu gibi feminist hareket de kansız olmadı. Kadınların eşitlik mücadelesini dini referanslara dayandırmaya çalıştığı için Müslüman feminist diye tanımlanan ama aslında İslam dini hakkında sadece kulaktan dolma birtakım bilgi kırıntılarına sahip olan Konca Kuriş’in öldürülmesinin feminist hareketin genel olarak bütün Müslüman kadınları etkilemesi için hedef alındığını düşündüğümüzü söylemek isteriz. (231.dipnot / Kuriş’in ibadetin Türkçe yapılabileceği, kadınların regl dönemlerinde namaz kılıp oruç tutabileceği, Kur’an’da çarşafın olmadığı, Kur’an’da kadın ve erkeğe eşitlikçi yaklaşımın olduğu, kadınların da erkekler gibi Cuma ve Cenaze namazına katılabileceği, erkeklerle birlikte namaz kılabileceği gibi söylemleri, feminist söylemlerle örtüşmektedir. Bkz: Hacı Özdemir, “İslami Feminist Konca Kuriş Üzerine”, İnternational Social Sciences Studies Journal, Cilt:V, No:31, 2019 (1569-1851) Bütün dünyada feministlerin en çok çatıştığı din İslamiyet olmasına rağmen feminist çalışmaların anti-Kemalist feminist grubun başını çektiği Şirin Tekeli; Türkiye’de kadın-erkek bütün Müslümanları feminist harekete dahil etmeyi başaran önemli bir kişiliktir. (232.dipnot/ Bizce Şirin Tekeli’nin çalışmaları, Müslüman feminist tipinin oluşturulması bakımından İslami ilimlerde araştırma konusu yapılmalıdır) (191)

-Postmodernitede modernitede olduğu gibi öznenin yabancılaşması değil, öznenin parçalanması vardır. Bunun için modernitede olduğu gibi merkezi/odak bir öznenin bulunduğu çekirdek aile modeli de ortadan kalkmıştır. (306.dipnot/ Fredric Jameson, “Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı”, Postmodernizm, Kıyı yayınları 1994, Sf:75) (207)

-Nietzsche’nin hocası olan Arthur Schopenhauer(1788-1860) modern dünyayı “estetik olarak ayyaşlarla dolu bir meyhane, entelektüel olarak tımarhane, ahlaksal olarak da bir haydut yatağı” şeklinde tanımlar. (325.dipnot/ Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, YKY 1994, Sf:125) (212)

-Türkiye’de ilk LGBT yürüyüşü 1993’te ‘Cinsel Özgürlük Haftası’ adı altında yapılmak istenmiş ancak izin verilmemiştir. Günümüzde panel, film gösterileri, tiyatro, konser ve benzeri şekilde kutlandığı iddia edilen haftanın, uluslararası dokunulmazlığı olan yerlerde, mesela 2007 yılında Fransız Kültür Merkezi’nde, 2018 yılında Hollanda’nın Ankara Başkonsolosluğunda gerçekleştirildiği haber verilmektedir. (380.dipnot/ Ali Ayten-Evrim Anık, “LGBT Bireylerde Dini İnanç, Din ve Tanrı Tasavvuru, Dini ve Manevi Başa Çıkma Süreci”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, Cilt:XIV, No:2, 2014, Sf:8) (227)

-Türkiye Aile Planlaması Vakfı (TAPV)’nın kurucu üyelerinden olan ve basında “Koç’un Nüfus Meleği” (Milliyet 15 Ocak 1987), “Türkiye’nin Nüfus Doktoru” (Milliyet, 28 Eylül 2003), “Katrilyonluk Vakfa Türk Yönetici” (Sabah, 29 Kasım 2004), “23 Yıldır Kendini Kadın Sağlığına Adadı” (Hürriyet, 27 Kasım 2005) gibi iddialı başlıklarla yer alan ve aynı zamanda “Haydi Kızlar Okula” kampanyalarında etkin görev üstlenen ‘Williows Vakfı’nın kurucusu ve yöneticisi olan Türkiz Gökgöl, nüfus planlaması faaliyetlerini yılda 3 milyon dolar bütçe ile yürüttüğünü, Türkiye’deki faaliyetleri için aynı zamanda AB’den de ödenek aldığını ifade etmektedir. (248)

-İstanbul Sözleşmesi’ni İnsan Hakları Sözleşmesinden farklı kılan özgün niteliğine gelince; bunun temelinde, kadınlar ve erkekler arasında yaratılıştan var olan güç eşitsizliğinin kadınlara karşı ayrımcılığa yol açtığı ve bu ayrımcılığın da erkeğin kadına yönelik şiddet uygulamasına sebep olduğu iddiası yatmaktadır. Kadına Yönelik Şiddet ile Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği arasında yapısal ilişki şöyle kuruldu; ‘gender’e yani toplumsal cinsiyet eşitsizliği teorisine karşı çıkanlar, hukuki bağlayıcılığı olan hiçbir belgede cinsiyete dayalı şiddet tanımı olmadığını söylüyorlardı. İşte İstanbul Sözleşmesi ile bu kavram hukuka girmiş oldu. Buna göre İstanbul Sözleşmesi 3.maddeye göre “toplumsal cinsiyet kavramı” kadınlar ve erkekler için belli bir toplum tarafından uygun görülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler anlamına gelir. İstanbul Sözleşmesine göre fiziki şiddet, psikolojik şiddet, ısrarlı takip, cinsel şiddet ve tecavüz, zorla evlendirme, FGM (kadınların genital sakatlanması), gebeliği zorla sonlandırma veya zorla kısırlaştırma, cinsel taciz şiddet vakalarını oluşturmaktadır. (256)

-Halbuki evlilik İslamiyet’te de dini kaygılar taşır ama ona ‘kutsallık’ atfedilmez. Aile kavramı da bu bölümde ifade ettiğimiz gibi Osmanlı’da başlatılan Batıcılık faaliyetleri sonucunda kullanılmaya başlamıştır. Ailenin Batı’da kullanılan anlamı ile bizdeki karşılığı aynı değildir. (17.dipnot/ Bu iddiamızın bir delili olarak KADEM’in 24 Kasım 2018 tarihinde Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile birlikte düzenlediği III.Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi, “Ailenin Güçlendirilmesi” ana teması ile “Ailenin Birleştirici Gücü Olarak Din” başlığıyla yapılan oturumda söz alan katılımcılardan Lia Galici adlı konuşmacının Katolik Hristiyanlıktaki aile anlayışı tanımı verilebilir. Gelici, Katolik inancında ailenin bir küçük kilise kabul edildiğini, buna binaen evliliğin göğe uzanan bir yolculuk olduğuna inanıldığını, İsa’da buluşmak anlamına geldiğini ifade etmiştir.) Ailenin bir kurum gibi görülmesinin bir neticesi olarak, yapısında değişiklikler yapılabildiği gibi işlevinde de artma ve eksiltme kabul edilebilmektedir. Mesela geçmişte aileye ekonomik, eğitim ve sağlık, yaşlılara bakım, yemek ve barınma, temizlik ve yıkanma gibi görev yükleyenler, bugün bu görevleri başka kurumlarda yüklendiği için ailenin değiştiğini söylerler. (18.dipnot/M. Zeki Duman, “Aile Kurumu Üzerine Tarihsel Bir Okuma Girişimi ve Muhafazakâr İdeolojinin Aileye Bakışı”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 2012, Cilt:1, No:4, Sf:41) (267)

-Osmanlı’da devletin temelindeki dayanışma karı-koca arasında iken Cumhuriyet’le beraber baba ile kız arasına taşındı. Cumhuriyet'in kadrolarına yerleştirilmek üzere kızların eğitimine önem verilmeye başlandı. Bunun öncülüğünü yapan Mustafa Kemal, pek çok sayıda kız evlat edindi. Böylece Cumhuriyet’in kadrosunu modern görünümleriyle kızlar doldurmaya başladı. Bunun sonucunda onlarla beraber kamusal alanı paylaşan erkekler, vakitlerini evlerinden daha çok mahremi olmayan kadınlarla geçirmeye başladı. (44.dipnot/ Mustafa Aydın, Mahremiyet ve Örtünmenin Dönüşümü”, Eski Yeni: Üç Aylık Düşünce Dergisi, 2009, No:12 ,Sf: 61-67; Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı, Akademi Kitabevi 1992, Sf:104-105) (274)

-Günümüzde Müslüman erkeklerin kendilerini cinsel obje haline getiren kadınlara ilgi göstermesi; Müslüman kadınların da teberrüce yönelmesini ortaya çıkardığı söylenebilir. (277)

-Türk Medeni Kanunu’nda 2001 yılında yapılan değişikliklerle söz konusu kanunun BM’nin CEDAW anlaşmasına uygunluğu sağlanmıştır. (Aile Hukuk- Madde 118-425, Türk Medeni Kanunu No:4721) Medeni Kanun’a son düzeltme ise BM’ye ilave olarak AB’ne uyum çerçevesinde; Avrupa devletlerinde uygulanan aile kanunlarını Türkiye Devleti’nin de uygulaması için 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ne binaen anayasaya ilave edilen 6284 numaralı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ile gerçekleşmiştir. (280)

-Sosyal bilimlerde ataerkillik kavramı; temel anlamı itibarıyla “baba yönetimi” anlamına gelir. Batı'da feminist kuramcıların kendilerini ifade etmede kullandıkları bu kavram; para ve iktidarın, yine erkek egemen kurumlar olan aile, cinsiyet, devlet, ekonomi, kültür ve dil gibi sosyal kurumlar vasıtasıyla kadın ve erkekler arasında eşit olmayan biçimde dağıtıldığı iddiasına dayanır. Ataerkilliğin işleyiş tarzına ilişkin tek bir analiz bulunmamakla birlikte erkek egemenliğinin biyolojiyle bağlantısı ilk tartışılan konulardandı. (88.dipnot/ “Ataerkillik”, Kültürel Kuramda Anahtar Kavramlar, Editörler: Andrew Edgar- Peter Sedgwick, Açılım Kitap 2007, Sf:255-256) (283)

-Toplumsal cinsiyet eşitliğinin savunucusu olan feministler, kürtajın engellenmesini, kadınların evinin kadını olmasını, kendi adıyla değil de birisinin kızı, birisinin karısı ya da birisinin annesi olarak anılmasını “tutsaklık” olarak kabul eder ve buna “ataerkil zihniyet” adını verirler. İddialarına göre her gün daha fazla kadın “ölüm” pahasına bile olsa bunu kabul etmiyor; “başka bir aile”, “başka bir hayat” arayışına çıkıyor. (291)

-” Kadına şiddet” TBMM toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarının önemli bir başlığıdır. Türkiye'de feminist hareketin gelişme dönemine -1970’lerin sonu ve 1980’lerin başı- uzanan kadına şiddet konusu 2000’lerden itibaren devletin ilgi alanına sokularak toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis edecek yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi için baskı unsuru haline getirilmiştir. (293)

-Çünkü geçmişteki feminist/kadıncılık çalışmalarından farklı olarak günümüz toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplum oluşturmak isteyen feministlerin/kadıncıların hedeflediği kitle artık kadınlar değil ‘erkeklerdir.’ Şöyle ki feminist/kadıncı söylem şimdi erkeklerden geleneksel (veya fıtri) erkeklik kimliklerini gözden geçirmelerini, yeni davranış biçimleri geliştirmelerini ve kadınlarla olan ilişkilerini yeniden şekillendirmelerini istemektedir. (145.dipnot/ Handan Sayer, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Erkeklerin Katılımı (Uzmanlık Tezi) T.C Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, 2011, Sf:22) (298)

-’Queer’ aslında bizdeki ‘ibne’ kelimesi gibi bir hakaret barındıran bir ifadedir. Ancak cinsiyetçilik üzerinden politikaları yönlendiren feminizm/kadıncılık çalışmalarının geldiği son noktada bütün çeşitleriyle cinsel sapıklıkların güzel gösterilmesi için kullanılan süslü bir kavram haline dönüştürülmüştür. (158.dipnot/ En’am suresi 122. Ayet-i Kerime) Bu teoride kadınlara kadın, erkeklere erkek rolünün yüklenmesi reddedilir. Çünkü bu durumda kendilerinin kadın ve erkekleri ‘cinsiyetleri’ üzerinden okuma imkanları ortadan kalkar. Çünkü queer teorisinin temel hedefi; fıtratı bozmak ya da onların ifadesiyle “heteroseksüelliğin zorunlu olduğu toplum düzeninde LGBT kısaltmasıyla ifade edilen bütün sapık davranışların özgürce yapılmasına ve kısıtlanmasına engel olan ne varsa onu kaldırmak”tır.(159.dipnot/ Judith Butler, Cinsiyet Belası, Metis yayınları 2008, Sf:11-20) (301)

-Bugünün Müslüman ailesi kendi değerleri olan “iffet ve mahremiyet”, “meveddet ve rahmet” kavramlarıyla değil; Batı kültür ve medeniyetinin aileye ilişkin ürettiği “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları”, “şiddet”, “kadına şiddet”, “cinsel yönelim” gibi kavram, teori ve modelleri yapılar ve bulunan çözümlerle anılmaya başladı. Batı'nın insanı merkeze alan “haz” odaklı sistemi son zamanlarda Müslüman dünyasına aile aracılığıyla aktarılmaya ve Müslümanın da bu dünyadaki yaşama amacının “mutlu aile” kurmak olduğu algısı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kur'an ve Sünnet ’ten seçilerek bir araya getirilen naslar, “mutlu aile” algısı oluşturmaya yarayacak şekilde derlenmekte, sanki İslam mutlu aileyi simgeleyen, Hz.Peygamber (sav) de bütün ömrünü eşlerine adayan biri olarak canlandırılmaktadır. İslam’ın korunmasını emrettiği beş değer olan din, can, nesil, mal ve aklın aynı zamanda Müslümanlar için bir imtihan aracı olduğuna, “eşlerden ve çocuklardan düşman olanların bulunabileceğine”, erişilmesi için çaba harcanması gereken gerçek mutluluğun Allah’a kul olma bilincini sürekli korumak, dinin emir ve yasaklarını dikkate almak ve onlara uymayı ilke edinmek olduğuna dair uyarılar ihmal edilmektedir. (Al-i İmran suresi 14.Ayet-i Kerime, Enfal suresi 28.Ayet-i Kerime, Teğabun suresi 14.Ayet-i Kerime) (311-312)

-Tahsin Görgün, ilim ve düşünce alanında Müslümanların tekrar eskisi gibi etkili olmalarının önemli esaslarından birisinin Kur’an’ın büyük bir bölümünü meydana getiren kıssaların mahiyetlerinin keşfi ile mümkün olacağını, çünkü bundan hareketle oluşturulacak “bize has ilim anlayışları, kavrayış ve davranışın genel geçer usullerinin” teşkil edeceğini ifade eder. (247.dipnot/ Tahsin Görgün, “Kur’an Kıssalarının Neliği Üzerine”, Kur’an Kıssalarının Anlam ve Değeri, IV. Kur’an Haftası Kur’an Sempozyumu, 17-18 Ocak 1998, Sf:40) (326)

-Özellikle ‘hayat hikayesi’ adı verilen, hangi ölçüye göre belirlendiği meşhur, sınırlı sayıda kadın ve erkeğe ait düşüncelerin derlendiği anket çalışmaları yoluyla, erkek ve kadın kimlikleri sorgulanmakta; bu sayede aileyi sürekli tartışma konusu yapmanın yolu açılmaktadır. Böylece bu bilgiler üzerinden politikalar belirlenmekte, lobiler oluşturulmakta, bu yolla kanun düzenlemeleri yapılması amaçlanmaktadır. Bu da küreselleş(tir)me politikalarına uygun zemin hazırlamaktadır. (340)

Rıhle Kitap, 2021 basım, 1.baskı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...