10 Mayıs 2025

SEYYAR – ENGİN GEÇTAN

-Mekânlarla ilişki karmaşık bir olgu. Bir insan yaşamının hangi dönemini hangi kentte geçirmiş? Hatta hangi semtte? Nasıl bir evde? O mekânların kimlerle paylaşıldığı da mekânların kendisi kadar önemli. Çok şehirliliğin insana kattığı zenginliklerin bedeli var. Bir yandan ayrılırken kök salmış bazı dostlukları geride bırakıyorsunuz ve gittiğiniz yerde zaman zaman onların yokluğunu hissediyorsunuz. Çünkü kimse kimsenin yerine geçemiyor. (12)

-Düşünce düzeyinde saklanan bilgi ile yaşantıların birikimi sonucu özümsenmiş bilgi birbirinden çok farklı. Yapmak ile oluvermenin farkı gibi. Yaparak olmaya çalışmak ile olurken yapıvermenin farkı gibi. Tasarlanmış kurgu ile kurgunun kendini yaratması arasındaki fark gibi. Kurgulanmış ifade kaçınılmaz olarak performans ögelerini içerir. Kendini gözlemlemekten özgürleşmeden olaylara katılmak, ucu açık süreçlere tahammülsüzlüğün ve ritüellerin korumacılığına sığınma ihtiyacının göstergesi, bazı sosyal beraberliklerde yaşadığımız türden bir kalkan. (61)

-Fonu olmayan figür olamayacağından, fon olmadığında insanın figür olduğuna inanması yanılsamadır, çünkü böyle bir durumda var oluşunun araç konumundan başka bir anlamı olamaz. Araçların kurumlara ve bilime kendi sınırları içinde katkısı olabilir, ama dünyaya değil. Açılım ve katkı birbirlerinden farklı şeyler, ama çoğu kez birbirine karıştırılıyorlar. Katkılar ilişki temelinde olsalar bile proje formatındadır, dolayısıyla katkıda bulunan kişinin gönlünden kaynaklanan doğal güce sahip değildir. Çoğu zaman insanın kendini önemli hissetmesi gibi benmerkezci motifleri içerir, hatta düşmanca eğilimlerin ödünlenmesini de. Bu nedenledir ki örneğin pek çok insan, inandıkları politik öğretileri zenginleştirecekleri yerde ona zarar vermiştir.(72)

-Araştırmalar beynin sağ yanı küresinin bütünü, sol yanı küresinin ayrıntıyı algılama eğiliminde olduğunu gösteriyor. Sol beyinli insanlar ayrıntıyı bütün olarak algılayabildiklerinden bütünün kendisini göremeyebiliyorlar. Üst sistemler güçlendikçe, uygar denilen doğadan kopuk insanın sol beynini geliştirme eğiliminin artmakta olduğunu düşünüyorum. Buna karşılık ilkel diye nitelendirilen doğa insanının bizlerden öte bakışıyla bütünü daha iyi algılayabildiğine inanıyorum. Evren bir ilişkiler ağı, bu muhteşem bütünlüğe katılmayı beceremeyen tek varlık, uygarlaşmış insan. (72-733)

-Özgür görüşlerin var olan görüşlere tepki niteliğini aşamayan köktenci bir tavırla sunulduğunda dirençle karşılaşılmasını da doğal karşılamak gerek. Çünkü tepki ürünü inançlar öneri içermezler. Görüşlerimizi paylaşan kişiler yoksa bize özgün görünen düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmek zorunlu hale gelir. Hiç kimseye ulaşmayan açılımların, açılım olarak değerlendirilme şansı olamaz. (74)

-Okuduğumuz bir başka kitaba göre Jung, 19.yy Alman kültürünün, doğaüstü güçler, mistisizm ve ırkçılıkla ilgili inançlarını benimsemiş. Nazizmin ilk destekleyicilerinden biriymiş, anti-semitizmin savunucusu olmuş. Yaşadığı yıllara egemen olan ve Ari Irkın Hristiyanlık öncesi kökenleriyle ilgili fantezileri paylaşmış. Hatırlatmakta yarar olabilir. Adolf Hitler ve çevresindekiler, Atlantik’teki İngiliz denizaltılarının yerlerini, bir “uzman”ın harita üzerine sarkıttığı zincirin gösterdiği ipuçlarına göre belirlemeye çalışırlardı. Hitler ve yandaşları Ari ırkın özgün örneklerinin Tibette olduğuna karar vermiş ve oraya yolladıkları “uzmanlar” Tibetlilerle, benim pek kavrayamadığım türde ilişkiler kurmuştu. Bu kitaba göre Jung, özel yaşamında zaman zaman uç davranışlarda bulunmuş, çokeşliliğin spritüel kurtuluşun yolu olduğunu savunmuş, kadın öğrencileri ve izleyicileri ile aşklar yaşamış, giderek kendi yaratısı olan çok dinlilik temelli Neopaganizme inanmış. Kendisini transa sokup, trans halindeyken antik inançlardan kalma aslan başlı bir tanrı olarak yeniden doğuşunu görmüş. John D. Rockefeller’in, yalnızlıktan ve sokağa çıkma fobisinden mustarip kızı Edith Rockefeller, Jung’a yakın olabilmek için Zurhi’e taşınmış ve Jung’un kurduğu Neopagan dinin yayılması için milyonlarca dolar harcamış. Bütün bu bilgiler, Richard Noll’un Jung üzerine yazdığı ve ailesi ve öğrencileri tarafından gizli tutulduğunu iddia ettiği bilgileri anlatan Aryan Christ adlı bir kitaptan. (79-80)

-Psikodinamik psikiyatri eğitimimi Freud’un öğrencilerinden Sandor Rado’nun öğrencisi Alfred Messer’in gözetiminde aldım. Rado ülkemizde tanınmaz, ama ben onun kitabını bugün de psikiyatrinin başyapıtlarından biri olarak görürüm. Rado, Freud’dan çok daha esnekti, Messer ise ondan da esnek ve kişilik olarak bana oldukça uygun bir ustaydı. (81)

-Vaktiyle Sigmund Freud’da “Uygarlığın bedeli nevrozla ödenir” demişti. Varoluş trajedisiyle yüzleşmek ölümlülüğün kabulünü içeriyor, uygar olarak nitelendirilen dünya ise ölümsüzmüşçesine yaşanmakta. (92)

-İnsanların kestirilemezliğe gizem yükleme eğilimi, kestirilebilirliğin insanın kendi olamamasının göstergesi olduğunu görmezden gelme eğilimiyle ilintili olsa gerek. Kestirilemezlikle birlikte yaşamayı öğrenmek doğmuş olduğumuzu ve öleceğimizi bilmemizden kaynaklanan insanlık trajedisini kabullenmeyi içeriyor. Dolayısıyla, kestirilemezlik ve yalınlığın birbirinden soyutlanamayacağına inanıyorum. Ölçülebilir zamanın yanılsama olduğunu kabullenmeye başlamak, önemsiz şeylerin önemsizliğini fark etmenin dinginliğini de beraberinde getiriyor. (95)

-Yetiştirilmek üzere yapılan işlerin ardından daima yetiştirilecek bir başka iş çıkar. Çünkü bu çarka kapılanlar için aslolan, yapılacak şeyden çok telaştır. Bazı insanlarda telaş, kendini önemli hissetme ihtiyacıyla da örtüşebiliyor. (97)

-Bir insanın kendisi yaşadıkça bir başkasının kahrolacağına inanması o kişiyle güçlü bir ilişki yaşamakta olduğunun göstergesi, neredeyse aşk kadar güçlü. (101)

-Günümüzde aşk genellikle sahip olma tutkusu temelinde geliştiği için insanlar aşık oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşayabiliyor. Bu korku yoğun olduğunda bazen öyle şeyler yapıyorlar ki gerçekten de kaybediyorlar. Daha doğrusu, o insanın hayatından kaybolan kişi evrenin bir başka yerinde ya da bir başka insanın dünyasında varlığını sürdürüyor. (114)

-Bizler doğadan uzaklaştıkça yalnızlaştık ve birbirimize daha muhtaç hale geldik. İhtiyacımız arttıkça çevremizdeki insanlara yüklediğimiz beklentiler arttı, beklentiler arttıkça birbirimize ulaşmamız zorlaştı ve sonuç daha da artan yalnızlık, boşluk ve anlamsızlık oldu. (122)

Metis Yayınları, 2010 basım, 3.baskı (İlk baskı 2005) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...