02 Mayıs 2025

VARLIK DAİRESİNİN KALBİ- AHMET YAŞAR HOCAEFENDİ

-Allahu Teala(cc) her zerrenin yaratıcısı olduğu için, bütün zerreler, yaratıcı vasfı ile Allah’ı bizlere tanıtmaktadır. Zerrelerin yaratılış hikmetleri çok değişik olduğundan, her zerrede değişik sıfat tecellileri mevcuttur. Bundan dolayı Allahu Teala’ya giden yollar sayısızdır. Sayısız olan bu yolların her birisi, insanı Allah’a götüren bir tarikattır. (11)

-Dünya sevgisi gönlünüzde iken dünyayı terk edip kurtulmak asla mümkün değildir. Bu yolu seçen kişiler vaktini boşa harcayarak kalbinde taşıdığı dünya sevgisinden dolayı başına gelen çile ve meşakkatlere katlandığı halde muvaffakiyete erişememiş gafillerdir. (16)

-Kalbde iki şeyi bir anda tutmak mümkün değildir. Mümin Allahu Zülcelal’den başka her şeyi kalbinden çıkardığı vakit, Allah’ı gerçek manada zikretmiş olur. (20)

-Her ibadet ve hayrın, başlangıcından bitişine kadar Allah için olması, her an Allah’ı zikretmekle mümkündür. Her an Allah’ı zikretmek, bir kenarda tespih çekmek demek değildir. Zikir, Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle yapılan her türlü fiilin ismidir. (22)

-Tarikat insanlara nefs-i emmarenin fitne ve sapıklıklarından nasıl kurtulacağını öğreten bir takva yoludur. Onun için tarikatlar, Kur’an ve Sünnet çizgisine uyup, insanların köleleştirilerek sömürü odağı haline gelmemesi için, nefis terbiyesinin öğrenildiği mektepler konumundadır. (33)

-Gaflet, namazın iki ana vacibi olan huşu ve huzuru zayi eden, en büyük unsurdur. Riya ise, ibadetlerimizi Allah’ın rızasını kazanmak yerine, insanların görmesi ve memnun olması için yapmak demektir. (37)

-Allahu Teala bir Hadis-i Kudsi’de: “İnsanlar üzerine belli bir zaman gelir; âlimin ilmini, abidin ibadetini, zakirin zikrini, mücahidin cihadını ve bütün insanların ibadetlerini ifsad edecek haller zuhur eder” buyurmuştur. Büyük âlimlerimizin beyanlarına göre, insanlar her yıl, her ay ve her gün Kur’an ve Sünnet yolundan yavaş yavaş uzaklaşacaklar ve sürüklendikleri bu durumun farkında olmayarak Kur’an ve Sünnet yolunun dışına çıkacaklardır. Sürüklendikleri bu büyük felaketin farkında olmayan insanlık âleminin maddi ve manevi olarak büyük bir iflas ve felaketle karşı karşıya kalacağı günler çok yakındır. Allah muhafaza buyursun. (41)

-Tasavvuf; Resûl-ü Ekrem(sav) Efendimizin güzel ahlakı ile ahlaklanıp O’nun gibi amel-i salihlerde bulunarak hayatımızı Reasûl-ü Ekrem’in (sav) hayatı gibi tanzim ederek yaşamaya gayret etmektir. (43)

-İslam’ın hükümlerinin bazılarının yaşanarak bazılarının terk edilmesiyle, insanın nefesleri sayısınca vaad edilen kemalat mertebelerini elde etmesi mümkün değildir. Eğer iman ve amele kemalata ermek istiyorsak, Resûl-ü Ekrem(sav) Efendimize tam manası ile ittiba etmemiz gerektiğini, gönlümüze nakşetmeliyiz. (47)

-Bu anlaşma, bazılarının söylediği ve genellikle de zannedildiği gibi kayıtsız ve şartsız bir anlaşma değildir. Bilakis bu anlaşma Kur’an ve Sünnet’le kayıtlı ve şartlıdır. Bu sebeple mürşid de bir beşer olarak yanıldığı vakit, mürid onu ikaz etmek mecburiyetindedir. Mürid, mürşidini hatasından dolayı ikaz etmezse, asi ve günahkârlardan olur. Çünkü “Emr-i bi’l maruf ve nehy-i anil münker” farzını terk etmiştir. Mürşid, Kur’an ve Sünnet yolunda ayrılıp bidat ve sapıklık yoluna girerse ve müridlerinin bütün ikazlarına rağmen hatasından dönmezse, mürid, mürşidi ile arasındaki biatı bozarak Kur’an ve Sünnet yolunda yürümeye devam ederek, kendisine yeni bir rehber arar. Yoksa bazılarının dedikleri gibi, yapılanda hikmet aramak, insanın dünya ve ahiretini felakete sürükleyen bir faciadır. (49)

-Ekini ve nesli ifsat etmek için, bütün gayretlerini sarf eden ve kendilerini dünyanın ilahı olarak görme gafletinde bulunan bu zalimler, ahiret gününde yaptıklarının bedelini büyük bir pişmanlık içerisinde elem verici cehennem azabını tadarak öderler. Ekini ve nesli ifsat eden zalimlerin telkinlerine kapılmamak için, evvela insanların, diğer insanları çok iyi tanımaları gerekir. Bir insanın ancak Allahu Teala tarafından Kur’an-ı Kerim’de belirtilen değerlere inanarak hayatına aktarmasıyla, şekli insan olmanın yanında manen de insan olarak vasıflanmasının mümkün olduğu gerçeğini çok iyi öğrenmemiz gerekir. (57)

-Sana; “Sen insan değil, bir hayvansın” deseler, kastedilen hayvanın cinsine göre tepki gösterirsin. Eşek, köpek gibi insanlar arasında kişiliğini aşağılayıcı hayvan isimlerine, tepki gösterirken, aslan, kaplan, ceylan ve kuzu gibi güç ve zarafeti simgeleyen hayvan isimleriyle gururlanırsın. Hâlbuki ikisi de yapı ve mükellefiyet olarak hayvandır, dolayısıyla ortada gururlanmanı gerektiren bir şey yok. Bu sebeple bizler kâmil manada insan olan Rasul-ü Ekrem Efendimiz ve onun örnek sahabelerini kendimize rehber kabul edebilirsek insan olmanın sağlayacağı bütün fazilet ve bereketlere layık olarak, dünya ve ahiretin huzur ve saadetine kavuşuruz, inşallah. (61)

-Kendinizi gül bahçesinde sanıyor olacaksınız ki, etrafınızda cereyan eden hadiseleri yorumlamakta sıkıntı çekiyor ve üzerinize gece-gündüz demeden yağan belalara dikkat etmiyor, belki de farkında dahi olmuyorsunuz. Hâlbuki çevrenize dikkat ederseniz, günümüz dünyasında ahlaksızlığın boyutlarının, nübüvvet gelmeden önceki Mekke müşriklerinin sapıklık ve ahlaksızlıklarını dahi geçtiğine şahit olursunuz. Ahlaksızlıkların, iftiharla anlatılan bir ahlak yerine geçtiğini, bütün değer yargılarının tamamen tersine döndürüldüğünü, yaptıkları ahlaksızlıkları yaygın basın ve medya sayesinde bütün dünyaya ilan etmekten hayâ etmediğini, benzeri birçok sapıklığı yayma gayreti içerisinde olduğunu, hâkim güçlerin de buna çanak tuttuğunu görürsünüz. (63-64)

-Ölçüsü Kur’an-ı Kerim olmaya cemaat ve toplumlarda önder olarak bilinenlere tabi olan fertler tevhid akidesinden şaşabileceği gibi bu insanların oluşturduğu toplumlar da bütünüyle hak ve hakikatten saparak şirk ve nifak batağına yuvarlanabilirler. (75)

-Nefis daima kendisini büyük göstermeye meraklıdır. Nefis insandan makam, mevki, şöhret, saltanat, servet, mal ve mülk ister. Çünkü yeryüzünde Allah ile ilahlıkta/ortaklıkta yarış eden tek varlık cehaleti sebebiyle insanın nefsidir. Bütün fertler nefsi istekler noktasında aynıdırlar, hiçbirimizin nefsi, günahlar karşısında firavunların, nemrutların, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’lerin nefsinden daha emin değildir. Çünkü bütün nefisler Allah (cc) ile ortaklığa koşmak isterler. (76)

-Biliniz ki Allah(cc) sizden amele aktarılmayan bilgi ve sözler istemiyor. İhlasla yapılmış salih amellerin dışında çok fazla bir şey de istemiyor. Sadece Allah(cc) rızasını kazanmak için yapacağınız ameller istiyor. Çünkü Allah(cc) sizin bütün yaptıklarınızı görüyor, biliyor ve hesap gününde delil olsun diye melekleri vasıtasıyla kaydediyor. (83)

-Geçimi için bir yere bağlanan insan daha sonra bağlandığı yerin temsilcisi ve tebliğcisi durumuna gelir. (86)

-Seni hiçbir zaman yalnız bırakmayan bu iki azılı düşmanın en tehlikelisinin de nefis olduğunu asla unutma. Şeytanın fitne ve desiselerinden “Euzü Besmele” çekip Allah’a yönelerek kendini kurtarabilirsin. Ama nefsin istek ve arzularından kurtulmak bu kadar kolay değildir. Çünkü nefis, kendisini daima yükseklerde görmeye ve büyüklük taslamaya meraklıdır. Yeryüzündeki makam, mevki, şöhret, saltanat, servet, mal ve mülklerin hepsinin, kendisine ait olmasını ister. Bunları elde etse dahi yine de tatmin olmaz. Çünkü Allah(cc) ile ortaklığa cüret eden ve ilahlık iddiasında bulunan bir düşman varsa, o sadece insanın nefsidir. (96-97)

-Asıl vazifeleri, insanı layık olduğu mertebelere yükseltmek olan eski dergâhlar; toplum hayatında çok önemli bir vazifeyi yerine getirmiştir. Tarih sayfalarını tetkik ederseniz, isimleri unutulmamış pek çok şahsiyetin ilim ve irfan meclislerinden, yani medrese ve dergâhlardan geçerek, isimlerini altın harflerle tarihe nakşettiğini görürsünüz. Günümüzde ilimden, hikmetten, irfandan, takvadan ve edepten mahrum olan tarikat erbabı, bu müstesna güzelliklerin sergilendiği dergâhların isimlerine leke sürmekten çekinmemektedirler. Bu davranışlarıyla İslam toplumuna ne büyük zarar verdiklerinin de farkında olmamaktadırlar. (108)

-Müminler bilmelidir ki dünyayı evladına versen de onun ahlakının Resulullah’ın ahlakı gibi olmasına gayret etmezsen ona hiçbir fayda sağlayamazsın. Eğer sen evladına, nefsine, ailene, yakın akrabalarına ve içinde bulunduğun topluma karşı merhamet ve mesuliyet hissine sahip isen; onları İslam’a göre terbiye etme gayretinde olmalısın. Eğer bu gayreti göstermiyorsan merhamet ve mesuliyet iddiaları boş sözden öteye geçmeyen, merhametten mahrum zalimler topluluğunda yerinizi almışsınız demektir. Günümüz dünyasında müminlerin terbiye hususunda gösterdikleri ihmalkârlıklar sebebiyle nefsine, evladına, ailesine, çevresine ve toplumuna yaptığı zulmü kâinat bir araya toplansa onlara yapamazdı. Çünkü senin gösterdiğin ihmalkârlıklar sebebiyle Rabbani terbiyeden mahrum kalan bu insanlara yaptığın zulüm neticesinde onların ahiretteki yerleri cehennem olabilir. Hâlbuki dünyada İslam’ı yaşadıkları için onlara hakaret, zulüm ve işkenceler yapılsaydı ebedi âlemde yerleri inşallah cennet olurdu. (119)

-Günümüz Müslümanları maalesef terbiyelerini Allah ve Resul'ünün emir ve tavsiyelerini dikkate almayarak, beşerî sistemlerin oluşturduğu batıl kültürlerden, bunlara rağbet eden eğitim düzeninden ve tevhid ilminden mahrum aile yapısından almaktadır. Böylelikle beşerin sapıklıklarla dolu kültür ve terbiyesini Rabbinin terbiyesine tercih ederek içinde bulunduğumuz bu acınacak hale düşmüştüler. (121)

-Muttaki müminlerden olmaya niyeti olanlar yerken, içerken, giyerken ve eşya alırken israftan sakınmalı ve sahip olduğu imkânlara sahip olmayanların varlığını asla hatırından çıkarmamalıdır. İhtiyaçlarınızı temin ederken israf yapmadığınız gibi cimri de olmamaya gayret ediniz. Elinizi çok da kısmayınız ve harcamalarınızda belli bir ölçüyü esas alarak adaletli davranınız. Çünkü ihtiyaçlarınızı temin hususunda imkânlarınızı çok kıstığınız vakit, aileniz ve çoluk çocuğunuz çevrelerinde göreceklerine imrenerek günaha girebilir ve siz de tasarruf ettiğiniz imkânları infak etmeyerek cimrileşebilirsiniz. (131)

-Birincisi İslam’ın rükünlerinin ifasının “Küfrün bütün adet ve hukukunu reddetmek, Allahu Teala’nın bütün emir ve yasaklarına kayıtsız şartsız itaat etmek” olduğunu unutmamalıyız. İkincisi ise imanın sıhhat şartları olan;

“1-İlim: İnandığımız esasların ne olduğunu ve ne şekilde iman etmemiz gerektiğini öğrenmek.

2-Yakîn: İnandığımız esaslara gözle görür gibi iman etmek.

3-İhlas: Riya/başkalarını aldatmak için değil, yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için inanmak.

4-Sıdk: Kalbimizle dilimizin aynı şeyi ikrar etmesi ve ikrar edilen bu söze sadık kalmak.

5-Muhabbet: Her şeyden çok iman esaslarını sevmek.

6-İnkıyad: Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına kayıtsız ve şartsız olarak boyun eğmek.

7-Kabul: Allahu Teala’nın emir ve yasaklarını itirazsız olarak kabul etmek” olduğunu da asla hatırımızdan çıkarmamalı ve bu yedi esastan birinin eksik olmasının imanımızın sıhhatini tehlikeye sokacağını da unutmamalıyız. (139)

-Bilmemiz gereken mühim hususlardan birisi de Kur’an hükümlerini hayatlarına tatbik edenlerin dışındaki insanların necis/pis olduğudur. Bu pislik insanların üst başlarının kir veya pası değildir. Bu pislik insanın iç dünyasını kaplayan, gönlünü ve kalbini işgal ve iğfal eden manevi bir kirliliktir. Hesap gününde Rabbimizin huzurunda verilecek olan hükümlerde gönüllerin sahip olduğu manevi kirlilik ve temizliğe göredir. (141)

-Yaptığımız işlerle sakın gurura kapılıp öğünmeyelim, çünkü kızının başını kendi elleriyle açan bu toplumun hiçbir şeyle öğünmeye hakkı yoktur. (144)

-Küfür ve fitnenin Mekke ve Medine’ye yaklaşması aynı zamanda kalbe de yaklaşması demektir. Bu ifadeden de kastımız, insanların kalplerinde; Rasulullah’ın tebliğ ettiği İslam dinine olan bağlılığın azalması ve bunun neticesi olarak sahip olduğumuz değer ve muhtevalarını kaybetmesidir. Gafletin eseri olan bu durum o mukaddes mekânlarda yapılan ibadetlerin içinin boşalmasına, ruhunun kaybolmasına ve hac ibadetinin bile ne yazık ki turistik bir ziyaret haline dönmesine sebep olmuştur. Bu da insanların kalbine yerleşen fitne kıvılcımlarının eseridir. (145-146)

-Cömertlik demek illa fakirlere infakta bulunmak veya ekonomik olarak yapılan yardımlar demek değildir. Cömertlik bütün insanlara karşı sahip olduğun maddi ve manevi imkânlardan infakta bulunmaktır. İlmi bilmeyenlere aktarman ilimde cömertlik, zamanı Allah yolunda, İslam için sarf etmek zamanda cömertliktir. (155)

-Hayâsızlığın tenkidini; hiçbir mana ifade etmeyecek olan sözlerinizle değil, anlattığınız güzellikleri hal ve davranışlarınıza hâkim kılarak yapınız ki, hal ve davranışlarınız toplumda yayılan hayasızlık ve fitne dalgalarının önüne bir perde olsun ve hiç beklemediğiniz bir gaflet anında bu felaketler evlerinize sirayet etmesin. (169)

-Daldığınız gaflet uykusundan uyanamazsanız bir müddet sonra ailenizle ve çocuklarınızla samimiyetinizi kaybettiğiniz için şikâyetçi olacaksınız. Çünkü insanları cehennemin edebi azabına doğru sürükleyen ahlaksızlık salgını bütün dehşeti ile bir çığ gibi üzerimize geliyor. Eğer gerekli tedbirleri almazsanız bir gün bu salgın sizin evinize de sirayet edecektir. Eğer müminler olarak aklınızı başınıza toplayarak bu sıkıntıların panzehiri olan Kur’an-ı Kerim’e sarılmazsanız dünya ve ahiretin azabından kurtulmanız asla mümkün olmayacaktır. (173)

-İnsanların hayatlarını hatalardan arındırıp düzeltmenin gayretinde bulunmayan, onları iyiye ve güzele davet ederek kötülüklerden korumaya çalışmayan, zalimlerin mazlumlar üzerindeki tahakkümüne son vererek toplumları huzur ve saadete kavuşturma mücadelesi vermeyen bir tevhid anlayışını Ebu Cehiller ve Ebu Lehebler gibi azılı müşrikler de kabul ederdi. (174)

-İslam’ı farz, vacip, sünnet ve müstehaplarına uygun olarak yaşama mektebi olan tasavvufun ilk esası, kalbin kötü ahlaklardan boşaltılmasıdır.(179)

-Sizlerin vesilesi ile dünyaya gönderilen nesillerin düzelmesi için, onların dünyaya gelmelerine vesile olmadan evvel, hayrı talep etmeye niyetlenmelisiniz. Çünkü çocuklar (Buluğ çağı boyunca) genellikle ana babaların insanlığa izhar ettikleri/açıkladıkları sırlarıdır. Bu sebeple çocuklarınızda gördüğünüz hataların sebebini evvela kendinizde aramalı ve bulacağınız bu noksanlığı düzeltmeye nefsinizden başlamalısınız. Bulduğunuz hatayı düzeltip gafletinizden dolayı meydana gelen bu durum için Allah Teala’ya tazarru ile dua ve niyazda bulunarak affınızı talep etmelisiniz. O zaman göreceksiniz ki, evladınızda, şikâyet ettiğiniz hususlar yavaş yavaş ortadan kalkar ve onun yerine güzellikler hâkim olmaya başlar. (183)

-Tarikat, Rasulullah’ın vahiyle şekillenen yaşantısını hayatımıza aktarma eğitiminin verildiği bir takva mektebidir. (184)

-Son asır müminleri olarak kendimizi mercek altına alırsak bir batıl düşüncenin ve onun zulme sevk eden prensiplerinin hayatımıza dolayısıyla toplumumuza yerleşmesi için gösterdiğimiz gayret ve fedakârlıkları Allah’ın dininin yeryüzünde ikamesi için sarf edip etmediğimizi görebiliriz. Hakikatler ne acıdır ki bizleri bu hususta imtihanı başaranlar arasında göstermekten çok uzaktır. (189)

-Yine muttaki ilim sahibi insanların televizyon ekranlarında kısıtlı zamanlar içerisinde ve sürekli sözlerine müdahale edildiği ortamlarda bulunmamaları gerekir. Bu açıdan bakınca ilim sahiplerinin dinleyenlere fayda sağlamayan bu gibi ortamlarda konuşmaktan ve fayda sağlamayan kitlelere yönelik vaazlardan sıyrılarak fertlerle bire bir yakın ilişki kurup tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri daha faydalı olur kanaatindeyim. (193)

-İnsanın hatalarını örterek onu ahirette cennete taşıyacak olan, taka elbisesidir. Takva ehlinin küçük hataları, takva elbisesi ile örtülür. Allah Teâlâ’nın emrini dinlemeyen Hz. Âdem(as) ile Havva annemiz bazılarının sandığı gibi dış elbiselerden değil takva elbisesinden soyunmuştur. (203-204)

-En büyük isyan, kişinin olduğu gibi görünmekten kaçarak münafıkça davranmasıdır. Mümin bir delikten iki defa da ısırılmaz. Allah’ın(cc) düşmanları ile dost olan, Allah(cc) ve Resul’ü ile asla dost olamaz. Allahu Teâlâ’nın sevmediğini sevmek, kişinin kafasının çalışmadığının, basiretinin bağlandığının ifadesidir. (207)

-Bilhassa seher vaktinde tefekkür edilerek okunan Kur’an-ı Kerim, insanın müşahede makamına yükselmesini sağlayarak, gönlünün nurla dolmasına vesile olur. (223)

-Bir insan Kur’an-ı Kerim okurken, onu duyanlardan birisinin onu dinlemesi farz-ı kifayedir. Çünkü Allah konuşuyor. Bir mümin olarak, Kur’an okunurken bırakıp gidemezsiniz. Kur’an-ı Kerim okunan yere birisi gelinceye kadar sen orada okunanı dinleyeceksin, birisi gelince ancak oradan ayrılabilirsin. (223)

-Zikrullah, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan her türlü fiilin ismidir. Allah’ı düşünerek okunan Kur’an, kılınan namaz, tutulan oruç, yapılan tebliğ veya değişik faaliyetlerin hepsi zikrullahtır. (224)

-Yaşadıklarımız ve işlediğimiz fiillerin günah olduklarını bilir, fakat mecburiyet karşısında bunları işlersek günahkâr oluruz. Umulur ki bir gün tevbe ederek dünya hayatında affa kavuşuruz. İnancımızda şirke düşmediğimiz müddetçe hesap günü suçlarımızın cezalarını çektikten sonra inşallah cennete gideriz. Bir sünneti terk etmek de günahtır, insanı cehenneme götürmez, fakat Rasulullah’ın şefaatinden mahrum kalmasına sebep olur. Bu durum cehennem azabı kadar tehlikelidir. Çünkü hesap günü bize şefaatçi olacakların başında, Rasulu Ekrem Efendimiz gelmektedir. Bundan dolayı gaflet ve cehaletimiz sebebiyle yerine getirmediğimiz sünneti küçümsemek insanı küfre götürür. (229-230)

-Ağzımıza koyduğumuz her lokma hayatımızı şekillendiren bir fiildir ama bizler bu fiilleri besmele ile süslemeyi hatırımıza hiç getirmiyoruz. (231)

-İtikat, akide demektir. Akide kalbimizdeki karar noktasıdır. Yani bir şeyi nasıl çözülmemek üzere düğümlüyorsak, kalbimizi de itikadi meselelerde sahih bir inanç üzerine düğümleyerek karara bağlamamıza akide denir. Kalpteki bu akide düğümü her ne suretle olursa olsun asla çözülmemelidir. (247)

-Bir insanın ibadet yapması veya ibadet yapılan mekanlarda bulunması dahi, kalbindeki inancın safileşmesi ile paralellik arz eder. Eğer kişi kalbindeki inanışı sapık düşüncelerden arındıramamışsa, bu inanç, o kişinin ibadet makam ve mekanlarına gitmesine engel olur. (259)

-Günümüz dünyasında salih amel işlemek çok zorlaşmıştır. Ama biz salihlik derecesini ölçmeden, hayatımızda kararlı ve Allah’ın emrettiği şekilde attığımız adımların, yaptığımız ibadetlerin hesabını yaparak hayır üzere olan adımlarımızı riyadan arındırıp sıklaştırarak yolumuza devam etmeliyiz. (267)

-Güzel bir amel olduğunu öğrendiğimiz hediyeleşmenin en güzeli acaba nedir diye düşünmeliyiz. Bu hususta Rasulullah(sav)’ın “En güzel hediye, bir kişiye diniyle ilgili hususlarda yapılan güzel bir nasihattır” buyurduğu hadis-i şerifini hatırlamamızda fayda vardır. (278)

-Maalesef gecelerin kısaldığı yaz aylarında, müminler bırakın sabah namazını cemaatle kılmayı, vaktinde dahi kılamıyorlar. Halbuki dinimizde cemaatin ve cemaatle yapılan ibadetlerin faziletini bir tarafa koysak, dünya ve içindeki değerlerin hepsini bir tarafa koysak, yine cemaatin faziletine eşit olmaz. Artık biraz fedakarlıkta bulunarak bu kısa gecelerde ibadetlerinizi ihmal etmeyip, cemaate devam etmenin gayreti içerisinde olunuz. (288)

-Feraset sahibi müminler, İslam’ın günümüzde bazı kesimler tarafından ifade edildiği gibi, sadece silahlı cihaddan veya hiçbir şeye aldırmayarak bir kenarda şekli zikirlerle meşgul olmaktan ibaret olmadığının şuurundadırlar. Bu müminler kendilerini şirk ve nifak bataklığına sürükleyecek olan oyunlara aldanmadan, hayat nizamı olarak insanlara sunulan, bütün insanlığa ve kâinata huzur, rahmet ve saadet getirecek olan İslam’ı, bir bütün olarak düşünerek yaşama gayretinde olmalıdırlar. Son birkaç asırda müminler genellikle İslam’ın özünden uzak bir şekilde ibadet konuları ile meşgul oluyorlardı. Günümüzde ise yine kuşatıcı manasından uzak bir şekilde yalnız cihad ve devlet konuları anlatılmakta ve eski alimler, acımasızca eleştirilmektedir. Halbuki içinde bulundukları davranışla kendilerinin de eleştirdiklerinden hiçbir farkları yoktur. Aynı hataları işlemekten ısrarla kaçınmayan günümüz insanlarının, geçmiş alimlerimizi bu tutumlarından dolayı niçin insafsızca eleştirdiklerini anlamak mümkün değildir. Bizim yapmamız gereken geçmiş alimlerimizi eleştirmek değildir. Bizim yapmamız gereken her iki düşünce tarzının ifrat ve tefritlerinden sıyrılarak, kendimize bir orta yol tespit edip, Allahu Teala Hazretlerinin bizden istediği vazifeleri yerine getirirken; ilmi, cihadı, ibadeti ve zikri birbirinden ayırmadan nefsimizde uygulamaya koyarak etrafımıza örnek olmamızdır. (292-293)

-İbadette isteksizlik nifak alametlerindendir. (294)

-Tarikat, İslam’ın bütününü en ince ayrıntılarıyla hayata tatbik etmek demektir. (297)

-Filistin’deki hadiselerin tarihi seyrini incelerseniz, ortadaki karmaşanın militan yahudilerin, Müslümanların çoğunlukta olduğu köylere göçmen olarak gönderilip yerleştirilmeleriyle başladığını görürsünüz. Bu militanlar, yanlarında eşya yerine silah ve para getirerek, İslam’ın nurundan uzaklaşmaya başlayan Müslümanların gafletinden istifade edip, ellerindeki yerleri yüksek bedeller ödeyip satın alarak, oralara yerleştiler. (303)

Beşikçi Yayınevi, 2003 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...