-Balkan milletleri Türkiye’ye, muhtelif ırklara ve dinlere mensup milletleri kendi bayrağı altında toplayarak onları asırlarca kendi aralarındaki anlaşmazlıklara ve komşu devletlerin emperyalist iştahlarına karşı koruduğu için minnettar olmaları lazım gelir. Bütün bu müddet içinde Osmanlılar, Slav-Germen akınlarına karşı vücutlarını aşılmaz bir siper olarak kullanmamış olsaydılar bu milletlerden hiçbiri Türklere isnat edilen cebir ve tazyikten kendini kurtaramazdı. (44)
-Muahedenin pek mahirane bir şekilde ifade edilmiş olan en çirkin hükümlerinden biri, umumi hükümler başlığı altında toplanan 13.kısmın sonuncu maddesine sıkıştırılmıştır. Filhakika Türkiye’in herhangi bir devletin hükümranlığına ve himayesine tabi olan Müslümanlar üzerindeki hükümranlık veya kaza haklarından, bunların mahiyeti ne olursa olsun, vazgeçtiğini ve Türkiye’den ayrılan veya işbu muahede mucibince statüsü halen Türkiye tarafından tanınmış olan topraklarda herhangi bir Türk makamı tarafından, gerek doğrudan doğruya, gerekse dolayısıyla hiçbir kaza hakkı iddia edilemeyeceğini büyük devletler tasrih eylemişlerdir. Bu suretle Türkiye’yi, hükümdarının aynı zamanda dünyadaki 350 milyon Müslümanın en yüksek şefi olması dolayısıyla haiz olduğu dini hak ve salahiyetlerinden zımnen mahrum etmektedirler. Halbuki Müslümanların manevi kuvvetlerinin dikkate alınması ve onların hislerine, bu kadar istihfafla ve kaygusuzca bakılmayıp, riayet edilmesi lazım gelirdi. Hakikatta şeriat bakımından, beynelmilel bir muahede ile tahmil edilen bu hükümlerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü dini prensipler ve meseleler siyasi muahedelerin hodbin ve ahlakla ilgisi olmayan muhtevasına giremez. Bu gibi muahedeler Müslümanların vicdanı, itikatları ve dini ananeleri üzerinde hiçbir veçhile müessir olamaz. (66-67)
Selek Yayınları, 1957 basım, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder