-Bugüne baktığımda gördüğüm en çarpıcı şey, giderek artmakta olan zaman ve mekân sıkışmasının insanlar üzerindeki etkileri. Çoğunluğu kentlerde yaşayan insanların coğrafyaları yok gibi, dört duvar dışına çıktıklarında da iç mekândaymış gibi yaşıyorlar, sıkışık, zaman akmıyor, dişli çark gibi birbirinden kopuk dilimler halinde yaşanıyor ve insanlar bunun farkında değil. Yetişme, yetiştirme, bitirme, başlama kaygısı yaşanıyor, sürekli “bir şey yapmak” zorundalar. (20)
-İnsanın belirli bir referans çerçevesinde tutarlı bir kimlik geliştirebilmesi, iç sesiyle uyumlu seçimler yapabilme oranına önemli ölçüde bağlıdır. Bir başka deyişle, seçimlerini ne oranda özerk bir şekilde yapabildiğine. Özerklik, bir insanın seçimlerini dış etkenlerden ve şartlanmalardan bağımsız şekilde ve iç sesi doğrultusunda yapabiliyor olma özgürlüğüdür. (24)
-Kendimize dikkatle bakarsak, benliğimizi ne oranda başkalarının varsaydığımız beklentilerine göre oluşturduğumuzu görebiliriz. Kendimizi “kimlere göre ben nerdeyim” rüşvetine göre algılayacağımıza, “bana göre kimler nerede?”yi dikkate alarak düzenlemek benmerkezcilik değil, benliğimize sahip çıkabilmektedir. Bunu gerçekleştirebildiğimiz oranda “ben-sen” ilişkilerine, dolayısıyla evrenin tekliğine yakınlaşma yalanı biraz olsun aralanabilir. “Ben-şey” ilişkisindeki “ben” kendini önemli ölçüde kendine saklar, “şey” olarak algıladığımız insanlar dünyasını çeşitli açılardan inceler, sınıflandırır, yargılar ve onların şeyler dünyasında ne işe yarayacağına karar verir. Burada şeyler dünyası derken üçüncü şahısları kastetmiyorum. Hepimiz bu dünyanın bir parçasıyız. Kimimiz kendimize karşı dürüst olabildiğimiz zamanlarda bunu görüp kabul edebiliyoruz, çoğu insan ise hiçbir zaman. Ne kadar huzurlu olursak olalım, derinimizden bir türlü gitmeyen ve gitmesi mümkün olmayan eksiklik duygusunun nedeni de bu olmalı, insanlar farkında olarak ya da olmayarak, bir takım beklentilerle birbirlerine yaklaşıyorlar. Biri diğerinden, diğeri de ondan kendisini yaşatmasını beklerken, ilişki olduğuna inandıkları bu durum içinde kilitlenip beraberliklerini tüketiyorlar. “Ben-şey” ilişkisindeki sahiplenme isteklerinin yarattığı bağımlılık, beraberlikleri tehdit haline getirebiliyor. Aslında sahiplenilme isteği de sahiplenme isteğinin dolaylı yandan ifadesidir. Tehdit de ilişki içinde benliğini yitirme olasılığı. (32)
-Kişisel algılamalarıma göre, yaklaşık son 20 yıldır zihinlerimize ulaşan uyaran sayısı hızlanarak arttı. Bunların bir bölümü ülkemizdeki toplumsal ve politik olaylara ilişkin ama beslenme konusundaki çeşitli bazen de çelişkili bilgiler örneğinde olduğu gibi, insanlar artık neyin kendileri için doğru olduğunu kavrayamaz oldular. Beynin değerlendirebileceği uyaran sayısı sınırlı olduğuna göre, “toplumumuzun belleği yok” tarzındaki yorumların ne denli hakça olduğunu bilemiyorum. Çünkü ülkemizde olup bitenlerin hızı baş döndürücü ce çoğu kavranması zor durumlar. Kaldı ki gelir dağılımının iyice bozulduğu ülkemizde toplumun büyük çoğunluğu için, günlük gaileler, geçim sıkıntısı ve kişisel psikolojik sorunlar öncelikli olma durumunda. Bir de toplumda olup bitenleri ve siyasi çalkantıları kaldıracak güçleri, üstelik pek çoğunun yeterli formasyonları da yok. (50-51)
-Toplumumuzda geleneksel yapının çözülmesi (ki bana göre politize olmuş geleneksellik de bunun dolaylı bir tezahürüdür) ve referans çerçevelerinin bulanıklaşması sonucu, daha önce geleneksel yapının etkisinde yüzeyde yaşanmayan narsisistik eğilimler de giderek belirginleşmeye başladı ve örnekleri arttı. Daha çok sayıda insan, çevrelerini kendi çıkarları doğrultusunda algılamaya başlayınca saldırganlık ve suç da arttı. Buna "grup regresyonu" da deniyor. Regresyon, insanın duygusal gelişiminde bulundu yerden gerilemesi, yani hayatın daha önceki evrelerine dönmesi anlamını taşır. (62)
-Hangi toplum kesiminden olursa olsun, insanın köklerine sırtını dönmesi, ileri yaşlarda daha belirgin hale gelen ve geri dönüşü olamadığı için maskelenmeye çalışılan bir yas duygusunun yaşanmasına neden oluyor. (64)
-Entelekt insanları ne regresyondan belki kısmen koruyabilir ya da kendilerini korunmuş hissetmelerini sağlayabilir. Ancak önemli sorunlardan biri de bazı insanların ruhsal dünyasında, duygu ve düşüncenin birbirinden bağımsız gelişmesidir. Çünkü duygusal dünyanın olumsuz koşullardan ötürü gelişememesi, bazen entelektin aşırı gelişmesine neden olabiliyor. Entelekt ağırlıklı bir kimlik ise duygusal kompartımanın güdük kalmasıyla sonlanıyor. Entelekt ağırlıklı bazı insanların olgunlaşmamış davranışlar sergilemesinin nedeni de budur. Duygusal dünyada özümsenmemiş ve davranışlara yansımayan hem entelekt, yaşla gelen bilgece gelişimin önünde de engel oluşturabiliyor. Yine de bazılarımız kendilerini ustaca sergiliyor, ama dikkatli bir bakışla hamlığı fark edebilecek entelektüel personaların etkisinde kalabiliyoruz, standartlarımızdan ötürü. Yaşamla bütünleşmemiş bilgi zaten bilgi değildir. Özümsenmiş entelekt bilgi kusmaz ve birikimini sergilemez. (65)
-Ensestin temelinde kuşaktan kuşağa aktarılan sevgi eksikliği bulunur. Özerklik konusundaki tartışmamız hatırlanırsa burada sevgisizlikten öncelikle kastedileni çocuğun kendi dünyası olan ayrı bir varlık olarak görülememesidir. Ebeveynin bu tutumunun gerisinde, kendisinin de önceki kuşak tarafından karşılanamamış duygusal ihtiyaçları bulunur. Kızını cinsel bir obje olarak gören babanın kendi geçmişinde, annesine yönelik bilinçaltı cinsel dürtüler taşımış olma olasılığı oldukça yüksektir; uzak, ilgisiz ya da farklı şekillerde "fazla ilgili" bir anne imgesi nedeniyle. Dolayısıyla ensest, çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçların bedene yönelmesini tanımlar. (84-85)
-Başarı insanın kendi hayatını yaratabilmesidir, standartları ne olursa olsun. Biçimsel başarıya odaklanmanın bedeli ise başarının kölesi olmaktır. (93)
-Almak ve vermek ilişkilerde ne kadar sık kullanılır, ama aslında ilişki "Ben ona bunu verdim, o benim için şunu yaptı" değildir. Alma ve verme aynı anda gerçekleşir, farkına varmaksızın. Alanı da vereni de zenginleştirir. Daha doğrusu, her iki taraf da hem alır hem verir. Ama içinde yaşadığımız "şeyler" dünyasında, çoğu insan için zihinde sürekli kâr zarar hesapları yapan muhasebeciden kurtulmak zor. (94)
Metis Yayınları, 2014 basım, 4.baskı (İlk baskı 2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder