-Tasavvufu tek başına dinin esası kabul edenler, tasavvufu dinin “mebnaı-temeli” bilenler, şeriatı reddedenlerdir. Küfürdür nasipleri bu adamların. Sahte velilerin çoğu bunlardandır.
-Ruh ile beden arasındaki münasebeti sezenler, şeriat ile tasavvuf arası taalluku kestirirler.
-Felsefe aklın, kendi hükümdarlığını göstermek için kurduğu müessise. Ve doğruyu bulmanın değil de yanlışı düzeltmenin müessisesi. Felsefe 'de her mektep, öbürünün yanlışını gösterirken doğruyu söyler.
-Din, buluş; felsefe ise bulduğu her şey de hatalı veya hata etmesi mümkün bir anlayış.
-Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur.
-Sofizm, mantığın yalama haline gelmesi, bir takım akli çıkarmalar üzerinde sahte nispetler kurması, kendi içinde döne döne ve basit daireler çize çize hakikati güme götürmesi. Akıl yobazlığı.
-Sokrat, Garp tefekküründe ilk defa metod fikrini getiren adamdır. Metod, usul her şeyin başı.
-Araplar (ki Eski Yunan fikriyatı Araplar tarikiyle geçmiştir Batıya), Platon’a ‘Eflatun-u İlahi’ derler. Ondaki vahdaniyet mizacı bakımından.
-Sokrat, Platon ve Aristo hemen hemen maddenin üç buudu gibi derinlik, uzunluk, genişlik halinde bütün garp felsefesinin temeli.
-Yunan sadece akıl ve (plastik) zevk harikasıdır. Aklı uzanabileceği en uzak noktalara kadar götürmüş ve nihayet ona “geber, sende iş yok” diyebilmiştir. Fakat ruh emrinde büyük aklı bulamamıştır. Bu da zaten filozofun değil, peygamberlerin işidir. Böyleyken, tek başına rehbersiz akıl nereye kadar gidebilir, göstermiş ve nasipsiz Batı’ya örnek olmuş tefekkür zemini. Din olarak inandığı ustüne, mitolojilere gelince, hayal gücünü belirtmekten içeriye geçemez, beşerî hırslarla dolu Tanrı tasavvurlarından ibaret bir oyuncak panayırı. İşte Batı’ya aklı tedarik eden, fakat nihai sırrını veremeyen Yunan’ın en kısa çizgilerle portresi.
-Fikirde Yunan + Nizamda Roma + Hristiyanlık hassasiyeti = Greko- Latin Medeniyeti.
-Luther, Protestanlıkla İslamiyet’e, Hristiyanlık kalesinden bir gedik açmıştır.
-Rönesanstan sonraki akılcı cereyan, sakat mantığın, ayrı bir sakata, kiliseye baş kaldırması bir batılın, kendinden daha batıl bir hedefe yol açması şeklinde yorumlanabilir.
-18.asrın hükmünü şöyle verelim: Akıl ve eşyayı tahkik hamlesini, baskıdan kurtarmak için bir taraftan kalıplarını kiliseden aldıkları itikatları topyekûn inkâr, bir taraftan da hakikati arama ve büyük tecride tırmanma cehdi. 17.asırda akılla kalbi barıştırma, uzlaştırma tefekkürü hüküm sürer gibidir. Bu tereddüt 18.asırda yerini kaybetmiş ve işini tüm inkâr modasına bırakmıştır. Bu modanın da vatanı Fransa.
-Büyük mücerretlerden müşahhaslara geçip insanı cemiyet hayatı içinde bağlı olduğu ölçülerle müşahede altına almak. Sosyoloji-içtimaiyat budur. Durkheim’a göre ruhi ve ahlaki vakıalar içtimai hadiselere tabidir.
-Biz İslam’ı kabul ettikten sonra Türk’ün Türkçüsüyüz.
-Her şey kendi aslı içinde seyreder, hiçbir asıl inhiraf ve başka bir asla inkilap etmez.
-Niçe olmasaydı Hitler olmazdı. Ve Hitler’in mütefekkiri Haydeger olmazdı. Ve Haydeger olmasaydı şimdi Fransızların modası geçmiş egzistansiyalizm felsefesi olmazdı. Yani varlık felsefesi.
-Kafasiyle materyalist, hayatiyle da mistik Moskofa mukabil, kafasiyle anti materyalist, hayatıyle ise silme materyalist Amerika arasında, zıddiyet içi ayniyet.
-Batı tefekkürü, sinir buhranına, sinirini aldırmış olan Amerikalı ’da nasıl teselli bulabilir?
-Egzistansiyalizm insan varlığına din dışı yeni bir üs aramanın ve insanı Allah’tan kopararak kendisine bağlamaya davranmanın mezhebi olarak markalanabilir.
-” Toplanarak zikir, duyarak vecd, uyarak amel” / Cüneyd-i Bağdadi
-” Tasavvuf beşerî sıfatlardan çıkıp, meleki sıfatlar ve ilahi ahlak ile vasıflanmaya mahsus bir hal” / Abdülhakim Arvasi
-Şeriat umumidir, tasavvuf hususi.
-Velinin en büyüğü, sahabenin en küçüğünün atının burnundaki toz bile değil.
-Zaten nefs ölmez, onu bilin. Mezarlıkların kapısını hatırlayalım: “Bütün nefsler ölümü tadacaktır.” Tatmak ayrı ölmek ayrı. Ruh demiyor. Bütün nefisler. Çünkü ölümden ödü patlayan nefstir. Ruh amededir, kurtulmaya.
-Papaz riyazeti, nefsin çileleri kendi lehine döndürüşü ve ondan ayrı bir haz devşirmeye kalkışı yine nefs içindir.
-”Manasız sualin, lüzumsuz cevabını” vermezlerdi. Ve bir sorunun cevabını da icap ettiği kadar verirlerdi. Çünkü kelimeleri zaten sevmezlerdi.
-Ömrü boyunca ağzına tek damla şarap koymayıp da “haram diye değil, ben içmiyorum, canım istemiyor” diyen adam küfürdedir ve ebedi hüsrandadır.
-İnsana kemal payesi geldikçe o payenin mutlak sahibini bilerek o payeye güvenmemek davası kibrin aksidir.
-Bütün Hristiyanlık ahlakı nefse eziyet şeklinde tecelli ederken yine nefsi doyurur. Oysa şeriat, nefs eziyetten memnun hale gelince, nefsi o memnuniyetten çıkarmak için nefse yeniden hak verilmesini öngörür. Papazların, Budistlerin, Hind fakirlerinin nefs eziyetinin üstün ahlakla hiçbir alakası yoktur. Onlarınki yine nefsi ters tarafından nefse irca etmek davasıdır.
-”Edeb, hududa riayet etmek demektir. En büyük edep ilahi hududu muhafaza etmektir.” Abdulhakim Arvasi
-Keramet aslında şer’i manasiyle “ruhun saffet bulduğu zaman kazandığı iktidardır” Allah tarafından... Keramet budur. Ve her velinin kerameti mensup olduğu nebinin mucizesine dahildir. Kendi yoktur ortada.
-” Hiçbir şey ona muttasıl değildir. Ve hiçbir şey ondan munfasıl değil” - İmam Rabbani
-Muaviye halis sahabidir ve bütün ihtilaflar içtihattan ibarettir.
-Papaz esasında bir yanlışı güzellik klişeleriyle cazibeli kılarken; biz, hakikati kabalaştırma yolunda asırlarca mesafe aldık.
-İslam tasavvufunu İskenderiye mektebine benzetmek en adi bir dış benzerlik öksesine yakalanmanın mahsulüdür.
-”Zühd-ü takva Nakşinin aşkını gizlemek içindir” - Abdülhakim Arvasi
Büyükdoğu Yayınları, 2015 basım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder