-Kur'an merkezli bir düşünce tasavvuruna sahip ihyacı alimlerin, ayetleri tefsir ederken Kur'an'ı modern bilimle uyumlu bir kitap olarak gösterme gayretinde olduklarını anlıyoruz. Bu yorum tarzı, İslamiyetin bilimsel gelişmeleri engellediği yönündeki iddialara bir cevaptı. Tantavi Cevheri'nin et-Cevahir adlı eseri bu tarz tefsirin en bilinen örneğidir. Hz.Musa'nın önünde dağın erimesi haberini (A'raf 143) Seyyid Ahmed Han'ın volkanik bir patlama olarak açıklaması, yine Hz.Musa'nın elindeki asasıyla taştan pınarlar akıtmasını (A2raf 160) Said Nursi'nin artezyen olarak göstermesi yahut kuşların attığı taşlarla Ebrehe ordusunun helakını (Fil 3-5) Abduh'un bulaşıcı çiçek hastalığı ile izah etmesi, hissi mucizelerin aklileştirilmesi ve bilimsel hale getirilmesi gayretinin ilginç örnekleri olarak dönemin eserlerinde karşımıza çıkmaktadır. (10.dipnot/ İsmail Kara, Türkiye'de İslamcılık, Yenişafak Kitaplığı, 1995, s.68-69) (26)
A)Gelenekçilik
-İbn Teymiyye Moğol işgali nedeniyle İslam dünyasının çok sıkıtılı olduğu bir dönemde yaşamıştı. O bu işgale direnenler arasındaydı ve işgalcilere karşı fiili olarak bizzat savaştı. Moğollar hakimiyet kurdukları alanlarda süreç içinde İslam'ı kabul etmeye başladılar. Müslüman olmalarına rağmen şer'i kanunlar yerine kendilerine ait eski Cengiz Yasalarını uygulamayı sürdürmeleri nedeniyle İbn Teymiyye bu durumun küfür olduğu neticesine vararak Moğollara karşı cihadın sürdürülmesi gerektiği fetvasını verdi. Onun Tatar ve Mardin fetvaları olarak tarihe geçen bu türden görüşleri, günümüzde halkı Müslüman ülkelerdeki gayri şer'i rejimlere karşı silahlı mücadele yürüten Selefi örgütler için bir ilham kaynağı olmuştu. (58)
-Usame bin Ladin'in Amerikalıların ve Yahudilerin bulundukları her yerde hedef alacaklarını belirten 1998 tarihli meşhur fetvasına göre (17.dipnot/ Nassu beyni Cebheti'l-İslamiyyeti'l-Alemiyye li cihadi'l-Yehud ve's-Salibiyyin) küresel cihadın asıl hedefi ABD, İsrail ve nüttefikleri olmasına rağmen, İslam şeriatını tatbik etmeyen ve özellikle Birinci Körfez Savaşı'nda Batılı güçlerle işbirliğine giren Müslüman ülkelerde cihad kampanyasının hedefi olacaktır. Suudi Arabistan'ın Riyad ve Dahran kentlerindeki 1995 e 1996'daki eylemler bu amaçla düzenlenmiştir. 1998 Ağustos'unda Tanzanya ve Kenya'daki Amerikan büyükelçiliklerine yapılan ve toplam 213 kişinin öldüğü, 4300 kişinin de yaralandığı intihar saldırıları, küresel cihat kampanyasının ilk büyük operasyonları sayılmaktadır. (71)
-Diyobendiyye cemaatinin temelinde yer alan kurum, Delhi'nin 150 km kuzeyindeki Diyobend kasabasında Muhammed Kasım Nânûtevi (1833-1880) ve Reşid Ahmed Gangûhi (1827-1905) tarafından 1867 yılında kurulan Diyobend Daru'l-Ulumudur. 1857'deki sipahi ayaklanmasıyla İngiliz sömürge yönetimine baş kaldıran fakat apır ve maliyetli bir mağlubiyetle karşı karşıya kalan Müslüman toplumun yeniden ayağa kalkması, Nanutevi ve Ganguhi gibi alimlere göre ancak geniş çaplı bir eğitim seferberliği ile mümkündü. Diyobenddeki adı geçen eğitim kurumu etrafında oluşan bu hizmet hareketi, kısa sürede Hint Alt Kıtasının neredeyse tamamen yayılan, ayrıca diğer Asya ve Uzakdoğu Müslümanları tarafından da örnek alınan bir cemaati doğurmuştur. Kuruluşunun 100.yıldönümünün kutlandığı 1967 yılına gelindiğinde Diyobende Daru'l-Ulumuunu esas alan medreselerin sayısı 8934'e ulaşmıştı. Ve Hindistan'da Müslüman nüfusa sahip neredeyse her kasaba ve köyde mutlaka bu medreselerin tedrisinden geçmiş bir "mevlevi" bulunmaktaydı. Hint alt kıtasının diğer köklü cemaatlerine benzer şekilde, Diyobendiyye'nin düşünce köklerine inildiğinde meşhur ıslahatçı alim Şah Veliyullah Dihlevi (1703-1762)'nin belirgin izleri göze çarpar. Nakşibendiyyeye intisabından dolayı tasavvufun bizzat içinde yer almış olan Şah Veliyyullah, diğer taraftan hedisler ile desteklenen bir fıkıh sistemini projelendirmesi nedeniyle akılcı ve nakilci dini anlayışları dengeleyen bir metodun öncüsü olmuştu. Mürşidin rehberliğinde yürüyen bir manevi irşadı onaylamakla birlikte, herkesin dini mesuliyetinin tamamıyla kendisine ait olduğunu söylemiş, mezarlara tazim ve ölülerden yardım dilemenin şirke yol açan yönlerine dikkatleri çekmişti. Bu düşünceleriyle Şah Veliyyullah, bir yandan sahih akaid ve fıkhın kontrolündeki aşırılıklardan uzak bir tasavvuf anlayışını savunan ve diğer yandan da hadis-i şerifler temelinde ama mezhep birikimine sahip bir fıkıh sistemine dayanan Diyobendiyye cemaatinin esinlendiği en önemli kaynak olmuştur. (84)
-Tebliğ cemaati kökleri Diyobendiliğe dayanan ve bugün kğresel çapta faaliyetleri olan büyük bir cemaattir. Cemaatin kurucusu sayılan Diyobende Daru'l-Ulumu mezunu Mevlana Muhammed İlyas Kandehlevi (ö.1944) ilk tebliğ faaliyetlerine 1926 yılında Delhi'nin güney batısındaki Mevat'ta başladı...Bu gönüllü tebliğ hareketi 1934'te 107 kişiyle düzenlenen toplantıyla birlikte bir teşkilat haline dönüştü. Muhammed İlyas Kandehlevi ve vefatından sonra yerine geçen oğlu Muhammed Yusuf Kandehlevi (ö.1984) bugün cemaat mensuplarının bütün dünyada uyguladıkları tebliğ yöntemlerini ilk ortaya koyan şahsiyetlerdir. Cemaat tebliğ edilecek esasları 6 prensip altında toplamıştır. Nokta veya sıfatta denen bu prensiplerden ilki olan "kelime-i tevhid şehadet", ikinci prensip olarak "namaz", üçüncü prensip olarak "ilim ve zikir", dördüncü prensip olarak "ikram ve ihtiram-ı müslimin" dindaşı kardeşi gibi davranmaya işaret eder; beşinci olarak "ihlas-ı niyet ve samimiyet", altıncı ve son prensip olarak ise "tefriğ-i vakt" yani tebliğ için vakit ayırmaktır. (100-101)
-Barelviyye'yi malum şekliyle bir tarikat olarak kabul etmek aslında doğru bir değerlendirme olmaz. Her ne kadar cemaat "silsile-i rızavi" denen kendisine mahsus ve sürekliliği olan bir silsileye sahip olsa da Barelviyye kendisini büyük ana tarikatların bir kolu veya devamı olarak sürmemiştir. Cemaatin kurucusu Ahmed Rıza Han Barelvi (1856-1921) bir mürşid olmaktan çok bir alim olarak tebarüz etmiştir. Başta "el-Âtâya en-nebeviyye fi'l-fetava en-rızaviyye" adlı 12 ciltlik fetva kitabı olmak üzere Ahmed Rıza'nın kaleminden çıkan eserler, fıkıh ilminin merkeze alındığı bir muhtevaya sahiptir. (110)
-Hindistan'ın kuzeyindeki Uttar Pradeş eyaletine bağlı Berili şehrinde dünyaya gelen Ahmed Rıza Han Barelvi, bir taraftan dini ilimlerde şöhreti olan ailesinin rehberliğinde geleneksel zahiri ilimleri tahsil ederken diğer taraftan tasavvufla ilgilenmiş, 1877 yılında Manahra'daki Bereketiyye seyyidlerinden Kadiri şeyhi Şah Al-i Rasul Manharvi'ye intisap etmişti. İleriki yıllarda başka meşayihten Çiştiyye, Suhreverdiyye ve Nakşibendiyye içinde ek olarak tarikat adabını öğrendi. Onun 13 farklı tarikten icazeti olduğu belirtilmektedir. (111)
-Halidi Nakşiliğinin kendine özgü karakerinde öne çıkan belli başlı motifleri şöyle sıralayabiliriz:
1)Şeriata Riayet: Mevlana Halid'in vahdet-i vücudun zirve eserlerinden, Muhyiddin İbnü'l-Arabi'ye ait Fütuhat ve Füsus gibi kitapları okumayı dervişlerine yasakladığı bilinmektedir. Bunun yerine zahiri ilimlere önem verilmiştir. Tefsir, hadis geleneğine, Hanefi ve Şafii fıkhına bağlılık, bu tarikatın medres ile içiçeliğini sağlamıştır. Halidi yolunun zülcenaheyn yani iki yönlü olduğu hep söylenir. Medrese ilmin dergah da irfanın kapısıdır. En meşhurları olarak Bitlis'te Norşin ve Ohin, Sirtte Tillo, Erzurumda Taşkesen medreselerinin müderrisleri aynı zamanda Halidi şeyhleri olarak vazifeliydiler. Günümüzde de bu durum büyük ölçüde devam etmektedir. Of, Çaykara ve Rize'deki medreselerde Halidi Nakşiliğin kurumlarıdır. 1940-1950'li yıllarda bölgenin dini ve sosyal hayatında oldukça tesirli oln Doğu Karadeniz sufi medrese geleneği günümüzde eski gücünü ve etkisini kaybetmiştir. Bu bölgede faal olan tarikatlar bu geleneği resmi Kur'an kursları bünyesinde yaşatmaya çalışmaktadırlar. (118-119)
2)Hafi zikir ve sohbet
3)Osmanlıya sadakat
4)Şia karşıtlığı: Rabıta hakkındaki risalesini "mürted İranlılar"ı lanetleyerek bitiren Mevlana Halid'in Şiilere olarak düşmanca tavrı ortadaydı. Onun bu tavrını halifeleri de benimsemiştir. Şeyh Ubeydullah'ı 1880'de Urmiye'deki isyanı sadece İran yönetimine bir başkaldırı değil aynı zamanda Şiiliğe karşı açılmış bir savaş olarak da değerlendirilmiştir. (120-121)
-Şeyh Abdülhakim'in ailesi Arvasiler; Başkale, Müküs (Bahçesaray), Hizan ve Doğubeyazıtta kolları olan köklü ve itibarlı bir seyyid ailesidir. Kürt havzasındaki Halidiyye şeyhlerinin ve medrese hocalarının bir kısmı Arvasilerden gelmedir. Bu aileden olan Seyyid Ahmed Arvasi (ö.1988) "Türk-İslam Ülküsü" düşüncesimnin fikir babası olarak kabul edilmektedir. Bu düşüncenin Nizam-ı Alem hareketi gibi kökeni ülkücülükten gelen milliyetçi kesimleri, laik milliyetçi doktrinlerden uzaklaştırıcı bir tesiri olmuştur. (125)
B)Islahatçılık
1-Kültürel Islahatçılık: Bu oluşumlara daha çok insan unsuru üzerine odaklanan ve toplumun sosyal tabanından başlayıp tavandaki yönetime ulaşan bir ıslahat programı öngören hareketlerdir.
-Muhammed Ali Margeri önderliğinde Hint ulemasından önemli isimler Encümen-i Nedvetü'l-Ulema adındaki bir dernek vasıtasıyla 1892 yılında bir araya geldiler. Toplantının gayesi, alt kıtadaki çeşitli mezhep ve akımlar arasındaki ihtilafları ortadan kaldırmak suretiyle, Batılı eğitim sisteminin sonuçları olan dinsizlik ve diğer zararlı ideolojilere karşı bir birlik halinde mücadele etmek, bu sisteme gerçekten alternatif olacak bir eğitim öğretim programını işler hale getirmek ve böylece bölge Müslümanlarının gerileyişini durdurarak ilerlemeye geçmekti. Bu amaçla Nedvetü'l-ulema adıyla bir cemiyet teşkil edildi. Bu oluşum geniş katılımlı periyodik toplantılar düzenleyerek söz konusu gayelere matuf adımlar atacaktı. (147-148)
-Şibli Numani'nin ardından Nedvetü'l-ulema ekolünün en önemli ismi şüphesiz Ebu'l-Hasan en-Nedvi (1914-1999)'dir. Hindistanlı meşhur alim ve tarihçi Abdülhay el-Haseni(ö.1923)'nin oğlu olan ve 1929 yılında 15 yaşında Daru'l-ulum'a kaydolan Nedvi'nin bu tarihten vefat ettiği 1999 yılına kadar geçen ömrü tamamıyla Nedve'ye adanmış bir ömürdür. 1934'te hocalığa yükseldiği Darululum'un 1961'de rektörü olmuştur. Nedvi'yi Hint kıtasının diğer müderrislerinden ayıran birçok hususiyet bulunmaktadır. O öncelikle İslam'ı tam bir bütünlük içinde anlayıp anlatmış derslerinde, yazılarında ve konferanslarında inanç, ilim ve amel yanında ahlak, ticaret, siyaset ve yönetim konularını da ağırlıklı olarak işlemiştir. Batıcılık, milliyetçilik ve ahlaki yozlaşma Nedvi'nin tenkitlerinde odaklandığı başlıca konulardır. Davetçi vasfını daima ön planda tutmuşi, bu nedenle tebliğ cemaatine her zaman yakın bir şahsiyet olmuştur. (149)
2-Siyasal Islahatçılık: Siyasal İslamcılık kavramıyla da nitelenen-siyasal ıslahatçılık, kültürel ıslahatçılığın aksine tavandan tabana doğru bir ıslahat programı öngörmektedir.
-Kutub'u Selefiyye gelenekçiliğinin tipik bir mensubu olarak değerlendirmek yanlış olur. Zira Kutub, bir hadis inkarcısı olmamasına rağmen, vahyi gerçeklere ters düşen bazı hadisleri kabulde çekinceli davranıyordu. Örneğin tefsirinde, Hz.Peygamber'e büyü yapıldığını anlatan isnadı sahih bir hadisi, Peygamberlik sıfatlarıyla çeliştiği gerekçesiyle reddetmişti. Yine o, "(cennette) o gün bazı yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır" ayetinin tefsirinde meşhur ru'yetullah hadisini hiç konu etmemiş, bilakis üstü kapalı bir şekilde "gözlerin" değil "kalplerin" bakışından söz etmişti. (29.dipnot/Fi'zilali'i-Kur'an, İstanbul, 1986, c.15, sf.394-395) Selefiyye gelenekçiliğinin hassas olduğu bu çeşit konulardan dolayı Suudi Selefiyye, Kutub'u hulul ve vahdet-i vücudu kabul etmekle Sufiyye'ye, Allah'ın sıfatlarında ta'tile giderek ve kader meselesinde cebri benimseyerek Cehmiyye'ye, ru'yetullah'ı inkar ederek Mutezile'ye, müteşabih nasları tevil ederek Eş'ariyye'ye, Hz. Osman ve Muaviye hakkında olumsuz kanaatler sardederek Rafıziyye'ye intisap ettiğini iddia etmiş ve onun tarihe gömülmüş bu batıl fırkaların fikirlerine tekrar can vererek Ehl-i Sünnet akidesine büyük kötülükler yaptığını söylemiştir. (165-166)
-Hayatında Selefi bir itikad ve fıkhı benimsemiş, ancak bu yönelim ömrünün son yıllarına rastgelen İran İslam Devrimi'nin Şii liderlerine destek vermek hususunda Mevdudiye bir mani teşkil etmemiştir. İslamcılığın ümmetçi idealleri mezhebi tercihlerin önüne geçti. (184)
-Mezhepler üstü duruşu, sahabilerin özellikle siyasi konularda bazı hatalar yaptıkları şeklindeki kanaati, bazı meşhur sufilere yönelik eleştirileri tenkit konusu yapılmış, gelenekçi çevrelerde dinde fitne çıkarmakla, kendine mahsus bir mezhep kurmakla suçlamıştır. Tebliğ cemaatinin kurucularından Muhammed Zekeriya Kandehlevi'nin "Mevdudiyet Ftinesi" (Karaçi, 1976) adlı kitabı ona yönelik eleştirel çalışmalardan birtanesidir. (186)
-Hareketin manevi önderlerinden Hüseyin Fadlallah başta olmak üzere ilk ve ikinci genel sekreter Subhi Tufeyli ile Abbas Musavi (ö.1992) Irak'ta Necef havzasında yetişmiş şahsiyetlerdi. Bu nedenle Hizbullah'ın ilk döneminde velayet-i fakih karşıtı Necef geleneğinin büyük tesiri bulunmaktaydı. Bu durum örgütün İran yönetimin ideolojik olarak bütünüyle bağlanmasına uzun bir süre mani olmuştur. Fadlullah velayet-i fakihi tanımadığını açıkça belirtmiştir. Tufeyli'nin liderlik görevini bırakmak zorunda kalması, Lübnan ve Hizbullah üzerindeki İran nüfuzuna direnmesi neticesinde gelişmiştir. Fakat 1992'de Hizbullah'ın başına Hasan Nasrallah'ın geçmesiyle birlikte bu ilişki biçimi de değişmiştir. (195)
C)Modernizm
-Kur'ancılık Türkiye'de daha çok "Kur'an İslamı" adı altında Hüseyin Atay, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Bayraktar Bayraklı, Muhammed Nur Doğan, Abdülaziz Bayındır gibi birçoğu ilahiyat kökenli akademisyenler tarafından temsil edilmiştir. Bu isimler arasında ideolojik ve metodolojik bir yöntem ortaklığından bahsetmek zordur. Mısır Kur'ancıları gibi tüm hadis külliyatını geçersiz sayan bir yaklaşımı benimsememekle birlikte, hadislerin istihdamında Seyyid Ahmed Han ve Abduh'ta bariz şekilde görüldüğü gibi subjektif bir seçiciliği tercih eden bu isimler, fikir ve maksatların elverişli buldukları rivayet malzemesini yeri geldiğinde kullanmaktan çekinmemektedirler. (220)
-Pakistanlı düşünür ve ilim adamı Fazlurrahman, tarihselci İslam Modernizminin fikir babası sayılmaktadır. (223) Tarihselci yöntem Fazlurrahmandan sonra bazı farklılıklarla da olsa Muhammed Abid Cabiri (ö.2010), Muhammed Arkaun(ö.2010), Nasr Hamid Ebu Zeyd (ö.2010), Hasan Hanefi, Abdülkerim Suruş gibi isimler tarafından geliştirilip savunuldu. Bu düşünür ve akademisyenlerde özellikle de Arkoun, Ebu Zeyd ve Suruş'un fikirlerinde gördüğümüz en dikkat çeici vurgu, Kur'an'daki şer'i hükümlerin aslında ilahi bir tabiatının bulunmadığı iddiasıdır. Bunun felsefi temeli ise, Kur'an'ın Hz.Peygamber'e gelmesiyle birlikte beşeri bir karaktere bürünüyor olmasıyla açıklanmaktadır. (225)
-Rene Guenon (ö.1951) gelenekselciliğin kurusu ismi olarak bilinir. Aslen Fransız olan Guenon 1312'de Müslüman olmuş. Abdülvahid Yahya ismini almış ve Şazeliyye tarikatına intisap etmiştir. Guenon'un eserlerindeki amacı farklı din, kültür ve medeniyerlerdeki söz konusu "ortak" geleneksel özü keşfetmek ve açıklamaktır. Bu müşterek özü "ezeli hikmet/el hikmetü'l-halide" kavramıyla karşılayan düşünür ise Frithjof Schuon'dır. Onun, Guenon'un başlatmış olduğu gelenekselci hareketi kavramsal çerçevesi belli bir dünya görüşü haline getirdiği dolayısıyla ikinci kurucu isim olduğu kabul edilir. Aslen İsviçre doğumlu bir Alman olan Schoun 1934 yılında Müslüman olmuş, İsa Nureddin adını almış, Şazeliyye tarikatına girerek şeyh makamına yükselmiş 1981'de ABD'ye yerleşmiş, 1998'de Bloomington'da vefat etmiştir. Günümüzde gelenekselcilerin organize şekilde faal olduğu dünya üzerindeki birkaç yerden bir tanesi Bloomington şehridir. Schoun'un takipçileri bir tarikat adına referans verir şekilde meryemiyye olarak anılmışlardır. Hz.Meryem'in ismini üç ibrahimi dinin birleştiği kutsal bir sembol olarak seçmiştir. (242)
EK-1: Türkiyedeki Radikal Dini - Siyasi Hareketler
-Mavera yazarlarından D.Mehmet Doğan'ın ilk defa 1975'te yayımlanan ve 20 yıl boyunva birkaç kez çok satanlar arasında yerini alan kitabı "Batılılaşma İhaneti", Tanzimat'la başlayan Cumhuriyetle hızlanarak süren Batılılaşma çabalarını dökümenater biçimde eleştirmektedir. Ciddi bir laiklik ve kemalizm eleştirisi içeren bu eser ilk yayımlandığında Cemil Meriç tarafından bir "ithamname" olarak nitelendirilmiştir. (262)
-Yaşar Kaplan'ın 1978'de çıkardığı Aylık Dergi, edebiyata meraklı üniversite öğrencilerine uzun yıllar bir okul vazifesi görmüştür. Cihan Aktaş, Ümit Aktaş, Mustafa İslamoğlu gibi bir sonraki kuşağın radikal yazarlarının ilk kalemlerini oynattıkları bu dergi, ehl-i sünnet özel sayısıyla (1985) birlikte mezhepsizlik ithamının odağı olmuş, daha sonra da İran Devriminin ivme kazandırdığı radikalizme ayarlı bir çizgiye oturmuştur. Kaplan'ın 80 sayfalık "Demokrasi Risalesi", Türkiye tipi demokrası ve laikliğin radikal bir tenkidiyle birlikte şeriat savunusu ihtiva ettiğinden, 163.maddeden mahkum olmuş ve belki de bu özelliği nedeni ile döneminde çok satanlar listeleribib en başlarında yerini almıştır. (262-263)
-Radikalizm parti karşıtlığında iki belirgin eğilim göze çarpar. Birinci eğilim, particiliği gayr-i İslami sistemle bir uzlaşma biçimi sayar ve bu tutumu sahih akideden sapma olarak görür. Atasoy Müftüoğlu'nun "Muhammedi bir düşüncenin oluşması için Ebu Cehil'in yardımını isteyemezsiniz" cümlesi, bu eğilimi çarpıcı biçimde yansıtan bir ifadedir. (63.dipnot/Atasoy Müftüoğlu ile söyleşi, Girişim, 54 / Mart 1990) Diğer yaklaşımda ise konu bir inanç sorunu olarak değerlendirilmez. Milli Görüş'ün yöntemsel yanlışları ortaya konur veya Erbakan'ın stratejisi ya da liderlik tarzı masaya yatırılır. Yıkılması hedeflenen devlete bağlı bir kurumun İslami hareketin merkezi olamayacağının altı çizilir. Her iki yaklaşımın da pratik sonucu seçim zamanı geldiğinde oy vermemek şeklindedir. (282)
-1926 Erzurum/İspir doğumlu Cemalettin Kaplan veya daha saygın ve İslami olması için seçtiği sıyadıyla Hocaoğlu aldığı geleneksel medrese eğitimi sırasında dışarıdan ilk, orta ve lise sınavlarını vererek İlahiyat fakültesine girmeye hak kazandı. 1965'deki mezuniyetinden sonra Diyanet merkez teşkilatında görevler aldı ve başkan yardımcılığına kadar yükseldi. Daha sonraki vazifesi, emekliliğine kadar ki 15 yıl boyunca yürüttüğü Adana müftülüğüydü. Bu görevi sırasında 1971 seçimlerinde MSP'den milletvekili adayı olmuş ama seçilememişti. 1981'deki emekliliğinden sonra gelen istek üzerine ailesiyle beraber Almanya'ya gitti. Avrupa'da Milli Görüş'ün irşad ve fetva komisyonuna başkan oldu. 1983 yılında bu teşkilattan ayrıldı 2 yıl sonra da kendi örgütü olan İslam Cemaatleri Birliğini kurdu. (286)
-Cemalettin Kaplan, Milli Görüş'ten tek başına ayrılmamış, çok sayıda cami imamını peşinden sürükleyerek koptuğu teşkilatı ciddi anlamda sarsmıştı. Yeni dilindeki "İrancı" motifler Sünni tabanda rahatsızlık yaratınca ve bu yüzden Milli Görüşe geri dönüşler başlayınca, İran rejimiyle arasına mesafe koyan bir tutum geliştirdi. Dini söylemini de sünnileştirdi. (286)
-İbda'yı provokasyonlara alet olmakla suçlayan ya da Müslümanlar arasında gözetilmesi gerekli hukuku hiçe saydıkları ithamında bulunan Fehmi Koru ve Hüsnü Aktaş gibi tanınmış yazarlar örgüt militanlarınca dövülürler. (298)
Klasik Yayınları, 2015 basım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder