15 Haziran 2025

DÜŞÜNSEL DURUŞ – RASİM ÖZDENÖREN

-Din, felsefecilerin onu ele aldıkları düzlemde değil, ancak kendine ait düzlemde ele alındığında anlamlı ve anlaşılabilir bir yere oturtulmuş olur. Bu inceliği sanıyorum Batı düşünce tarihinde sezinleyen ve ilk kez açık seçik dile getiren Pascal olmuştur. O, Allah’a: “Ya Rabbim, filozofların, bilginlerin Tanrısı değil; İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un Tanrısı” diye seslenirken ilahi olanla profan olan arasındaki kesin çizgiyi belirliyordu.

-İslam’da insanlar abesle uğraşmaktan men edilmiştir.

-Küreselleşmenin önde gelen karakteristiklerini birkaç ana başlık altında toplayabiliriz sanıyorum:

1)Kapitalizmin evrenselleşmesi.

2)Ulusallığın aşılması

3)Toplumsal hayatın her alanının metalaşması(nesneleşmesi)

4)Kuramsal ve ahlaksal konularda sınırlamalara (kayıtlamalara) itibar edilmemesi

- Her düşünce, o düşünceyi talep eden bir toplumsal şartın ürünü olarak ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle, şayet toplumun önünde çözümlemek istediği bir meselesi bulunmuyorsa o toplumun suni olarak bir düşünsel zemin oluşturmasının imkânı da elde edilemiyor.

-İmam Gazali’nin fikirlerinden ilkece yararlanmak ve Müslümanların düşünce tarzlarına Grek felsefesinin hâkim olmasını önlemek bir şey, aynı olguya bakarak felsefece düşünmenin kökünü kurutmaya yönelmek başka bir şeydir. Gazali’nin Aristo ile hesaplaşırken aynı zamanda Müslümanca bir felsefe (düşünsel ortam) geliştirdiği, bu düşünsel ortamın nirengi noktalarını İslam’ın asal ilkelerinin oluşturduğu gözden kaçırılacak bir olgu muydu? Buradan hareketle Gazali’nin düşüncelerinin farklı yönelimlere yol açmasının da mümkün olabileceğini ileri sürmek imkân dahilinde görülüyor; ancak realitenin Gazali’nin düşünsel imkanlarının kendi zamanı için olmasa bile sonradan kötürümleştirildiğini gözümüze sokuyor.

-İslam kendisi değişmeden değişene anlam verebilmektedir.

-Mehmet Akif’in: “Kur’an’dan alıp ilhamı/ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” deyişi aynı telakki tarzının çarpıcı bir ifadesi olarak görünüyor. Bu demektir ki ilhamı Kur’an’dan da alsak, İslam’ı “asrın idraki”ne söyletmemiz gerekiyor. Asrın idraki ne demek? Asrın idraki o asrın düşünürlerince temsil ediliyorsa, İslam da onların ağzıyla söyletilecek demek oluyor. Nitekim garbın ilmini alalım, fakat ahlakını almayalım biçiminde ifade edilen söylem, böyle bir telakki tarzının ifadesi olarak dışlaşıyor.

-Teokrasi, ruhban sınıfının (din adamlarının), dini hükümlerle devleti yönetme sisteminin adıdır. Burada dikkat edilecek husus, devletin din hükümleriyle yönetilmesinin yeterli olmamasıdır. Bu yönetim aynı zamana ruhban sınıfı tarafından gerçekleştirilecektir. Bu açıklamadan, teokratik yönetim biçiminin İslamiyet’e değil, fakat Hristiyanlığa ait bir yönetim tarzı olduğu anlaşılmalıdır.

-Gayri İslami bir hukuk rejiminde, İslami siyasi partilerin kurulmasını öngören rejim, aslında, son tahlilde, kendi sıhhatini, hayatiyetini devam ettirebilme gayesini gerçekleştirmeyi öngörmektedir. Böyle bir durumda, İslam2ın hayata geçirilmesi niyetiyle yola çıkanlar, gene son tahlilde, belki de karşısında yer aldıklarını düşündükleri bir nizamın devamına yardımcı olacaklar ve Müslümanların şuur körleşmesini intaç edebileceklerdir.

-Tanzimat dönemi edebiyatı biçim bakımından Divan edebiyatına benzemese de içerik bakımından ondan farklıdır. Tanzimat, belli bir bağlamda İslam’ın inkarına müncer olsa da taşıdığı niyetler açısından aynı indirgemenin yapılması mümkün görünmüyor. Tanzimat hareketi, son tahlilde idari ve adli düzenlemelerden ibaret sayılabilir. Tanzimat hareketinin söz konusu karakteri onun edebiyatına da doğrudan yansımıştı. Nitekim artık hürriyet, vatan gibi kavramlara da kasideler yazılabilmiştir. Kıssadan kısa öyküye, mesnevi veya menkıbeden de romana geçiş denemeleri yaşanmıştır.

-İslam’ın demokrasi ile temas noktasının bulunmadığını söylemek onun despotluğa teşne olduğunu ileri sürmekle müteradif değildir. Ortada, değer yargıları, hukuki düzenlemeleri ve en önemlisi meşruiyetlerini istihsal ettikleri kaynakları farklı olan iki farklı düzen söz konusudur.

-Demokrasilerde, kanunların çıkartılmasında referans noktası olarak beşerî iradenin esas alınması o kanunları kendiliğinden seküler ve profan bir niteliğe dönüştürür. Dini metinlerden iktibas edilen kanunlarda bu bağlamda seküler ve profan bir niteliğe sahip kılınmış olur. İslam’daysa bu durumun tersine, Müslümanca bir iradeyle yürürlüğe konulmuş bir hüküm, dini metinlerde daha önceden yer almamış bile olsa, orada ve o bağlamda, İslami bir nitelik ihraz etmiş sayılır.

-Müslümanlar, çoğu kez, kendilerine ait olmayan bir meseleye, yani kendi uygulamalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmamış bulunan bir meseleye İslam’dan çözüm aramak gibi bir abesle meşgul olmuşlardır. Mesela taksitli satış İslam hukukuna göre caiz midir, değil midir sorusuna cevap aramışlardır. Oysa “taksitli satış” kapitalistik uygulamanın bir meselesidir; tüketim ekonomisinin meselesidir.

-İslam’ın ümmet anlayışı, bir kez daha üstünde durulmalıdır ki, insanlar arasındaki kültür farklılıklarının izale edilmesi gibi bir amaç taşımıyor. Böyle bir amaç, içinde yaşadığımız dönem sürecinde ortaya çıkmış bulunan küreselleşmenin hedefleri arasında yer alıyor. Bu yönüyle ümmet ile küreselleşme telakkileri arasında telif edilmesi imkânsız zıtlaşmalar var bulunmaktadır. Küreselleşmenin insanlar ve kültürler arasındaki farklılıkları izale etme ve onları bir tek Batı kültürü çatısı altında buluşturma hedefine mukabil, ümmet telakkisi, insanların ve kültürlerin farklılıklarını muhafaza ederek, onların bir arada yaşama ve birbirlerini anlama ve anlayışla karşılama ortamına zemin hazırlıyor.

-Yassıada mahkemelerinde, bir telefon memuresinin, bir telefon konuşmasını korsan biçimde dinleyip kaydetmesi ve kayıt bantlarını o mahkemenin savcısına vermesi, savcının da bunu mahkemeye sunması unutulmuş olmasa gerek. “Mahkeme” olan bir mahkemenin böyle bir bandı savcının suratına fırlatması gerekirken, onun da bu kayıtları meşru bir delilmiş gibi kullanarak sanıklar aleyhine karar vermesi, daha feci bir hukuk skandalı oluşturmuştu. Gene aynı mahkemede sanıklardan biri tarafından tanığın yalan söylediği belirtilince, aynı savcının “Türk genci yalan söylemez” biçimindeki iddiası hafızalardan çıkmamıştır sanırım.

-Modern zamanın kendi içinde taşıdığı çelişki şurda ki, bir yandan geleneğe mahsus gerçek ve meşru kutsallar gözden üşürülmeye çalışılırken, bir yandan da sahte ve gayrimeşru kutsallar icat etme mecburiyeti ile karşılaşılıyor; örtünme gözden düşürülürken, çıplaklık kutsanıyor; insanlar sürüleşirken sürü üyesinin oyu kutsallaştırılıyor, nikah gözden düşürülürken nikahsız birliktelik kutsanıyor.

İZ Yayıncılık, 2014 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...