01 Haziran 2025

HAK VE HAKİKAT YOLCULARINI İRŞAD ABDÜLHAY ÖZTOPRAK EFENDİ’NİN HAYATI DERSLERİ- MEHMET YEKTA DÜMER

-Felaketler ya ferden veya kül olarak, cemiyet olarak geldiği zaman; kusurlarımızı, nisyanlarımızı, isyanlarımızı düşünerek hemen iki rekât namaz kılmalıyız ve Secde-i Rahman’da uzun müddet kalıp Cenab-ı Rabbülalemin’den “Amaan” dilemeliyiz. Tevbe ve istiğfar edip, hem kendimiz, hem de bütün İslam âlemi için O’nun afvını, merhametini, şefkatini niyaz etmeliyiz. Başımıza gelenlerin neden geldiğini fehm-ü idrak ederek onları bir daha işlememeye ve bu suretle de İlahi himayeye mazhar olmaya çalışmalıyız. (25)

-Fakat ne yazık ki, insanların kendilerine her hususda güvenilir bulunmaları ve bu güvenden hâsıl olan kibir ve gurura esir olmaları; onları haddi zatında ziyadesiyle muhtaç oldukları manevi gıdayı, İslam ilim ve irfanının lezzetini tatdırmıyor. (28)

-Kader; insanı meşru olan her hangi bir meslekde kullanacak olursa, ondan razı olmalı. O işin ezası ve cefası dahi olsa, ona seve seve katlanmasını bilmeli. Kendisini o mesleğe getirenin şu veya bu kul olmadığını, her şeyin nazımı, müsebbib-i yegânesi olan Cenab-ı Hak ve Tekaddes Hazretlerinin tensibi ile orada bulunduğunu, o mesleğe tayininde müsebbib gibi görülen kulun ancak, bir vasıta, bir mahalli zuhur olduğunu bilmeli. Mihnet ve meşakkati de olsa; Mevlanın bu takdir ve tensibinde bir hikmet ve hayır bulunduğunu bilmeli. O işde sükûnet ve sabır ile sebat göstermeli. İman, teslimiyet, tevekkül ve rıza mertebeleri bir müminde, ama hakiki bir müminde böyle teşekkül ederse o; bütün zorluklara, ağır şartlara rağmen işinde zevkle yürümesini ve bu rızasının mükâfatını elde etmeyi bilmeli. Esasen meslek sevilirse, hele bu mesleğe Hakk’ın kararı ile getirildiği bilinerek sevilirse; onun ezasına tahammül de kolaylaşır. (44)

-(İnbisat: Genişleme, rahatlama) zamanlarında, rehavete ve gaflete düşmeyip bu hali bizlere ihsan buyuran Mevlamıza şükürde bulunmalı, hamdü senalar etmeliyiz. Böyle yaparsak gelmesi bu âlemin zaruri bir tecellisi olan (İnkıbaz: Daralma, sıkıntı)nın tahakkuku geciksin. Zira Cenab-ı Hak, ihsanına şükreden kulunu, ya ihsanının devamı veya çoğalması sureti ile mükâfatlandırır. Ama (Maani) sıfatının tecellisi olarak da bir gün onu (Kabz) haline düşürür. (İnbisat) halindeki memnuniyet; bu halde zeval bulmamalı, evvelki mertebenin şükründen fariğp kalınmadan o Kaadir-i Mutlak’a iltica etmeli, yalvarmalı, sabır ve rıza niyazında bulunmalı, lütfu hoş görüldüğü gibi kârı da baş tacı edilmelidir. (68)

-Riya; müminler için fena bir hastalıkdır. Bu hastalığın ruh ve iman halavetine ne derece zararlı bulunduğunu arif olan her Hak yolcusu anlar, bilir ve kendini ondan uzak tutar. En ehemmiyetsizinin bile şirk derecesinde tehlikeli olması kötü vasfının alametidir. İman ve itikad sahibleri ondan korkarlar. Göründükleri gibi olmaya, oldukları gibi görünmeye gayret ederler. Bu suretle asıllarının, emrolunduklarının dışında bir hal ve vasıfla görünür olmakdan kaçarlar. Yaşayışları içinde tam bir riya hüviyeti arz eden, onu kendilerine âlem kılan kimseler ise hakiki iman sahibi olmayan bedbaht, zavallılardır. Allah’dan korkuları olmadığı, Rabbani emirlerinin dışında hareket etmenin neticesinden çekinmedikleri için riyayı kendilerine mâl etmişler, ömürleri boyunca bu kötü hal ile vasıflanmışlardır. (75)

-Bu seadetli hale erişebilmek için onlar sürdükleri ömür içinde dört ölümü idrak etmişler, böylece menzile erişmişlerdir. Bu dört ölüm şunlardır:

1)Mevt-i Ebyaz (Beyaz Ölüm): Nefsi aç koymak.

2)Mevt-i Esved (Siyah Ölüm): Nefis mücadelesi

3)Mevt-i Ahdar (Yeşil Ölüm): Nefsi kırmak için eski giymek

4)Mevt-i Ahmer (Kızıl Ölüm): Nâsın ezâsına tahammül.

İşte bu dört ölümü idrak eden bahtiyar kul; ölmeden evvel ölmek denilen ve (Mutû kable en temûtûu) hadis-i şerifi ile emrolunan ölüm, daha doğrusu ölümsüzlük seadetine erişmiş olur. (79-80)

-Gıybeti yapanın huzuru ne kadar bozuk, kalbi ne derece rahatsız ise onu dinleyenin, dinlemeye rıza gösterenin de huzuru yokdur, kalbi de rahatsızdır. Her ne kadar söyliyen için gıybet tatlı, dinleyen için de merak uyandırıcı olsa dahi. (85)

-Size tekrar ediyorum ki; şahsınızda ve başkasında küfür ve füsuk eserinin zuhuru halinde velev bir an için olsun nedamet ve pişmanlıkdan, üzüntüden uzaklaşmayınız. Ki şu pişmanlık ve üzüntü, akıbet sizi İlahi rahmete yakınlaşmaya, nasuh tevbesi ile ruhi safiyetinizi elde etmenize saik olsun. Küfre rıza küfürdür. Fisk-u fücurda devam ise, neûzübillah küfre götürür. İnsanın ruhunu öldürür. (88)

-Bir memleketde bir cami olsa, o camide beş vakitde Halık- Kibriyayı ve Resûl-ü Zişanını anarak ezan okunsa, imanı olan her ferd laübali, tenbel güruhundan olupta o davete icabet etmese bile, onun kulağında her gün beş defa tanin-i endaz olan o sadaya o kadar ünsiyet peyda eder ki; bir gün o cami kapansa veya yıkılsa, devam eden cemaatdan ziyade paralanır, yırtınır. O caminin açılmasına herkesden fazla gayret eder, koşar, yardım eder. Bu nedendir acaba? Çünki onun Camie gelmeyişi, ezan sesine icabet etmeyişi inkârından değil, tenbelliğinden neş’et etmiştir. (89)

-Nefsin hakkı, onu doğru yola yürütmeye çalışmakdır. Onu kötü huylardan daima temizlemeye, iyi sıfatlarla bezemeğe daima ve usanmaksızın gayret etmekdir. Bu mücahede boynumuzun borcudur. Her mücadele ve mücahedenin sonu olgunluk ve yükseklikleri görmek ve böylelikle Hakka varmakdır. (92-93)

-Mesela; eşyayı, birer tecelli mazharı, aslından kopup bir devri ve halkayı seyretdikden sonra yine aslına rücu eyliyeceği itibariyle hep fani görmek ve bel bağlamamak, aldanmamak, bütün bunların hepsinin boş olduğunu takdir etmek (Bedbin) olmamanın baş davasıdır. Ehlullah da eşyayı (Zıll-ü zâil) ve (Hayat-ı batıl) addediyorlar. (101)

-Bir vakit namazını terkedenin karinden cehenneme yetmiş kapı açılacağını izhar eden Hadis-i Nebevi karşısında bu hususda söylenecek ne kalır? Kılınmamış namazın veya namazlarını kılmayan insanların günahının afvı mümkin değildir. (114)

-Akraba ve teallukatımızı sık sık ziyaret edelim. Bu, bizim boynumuza borç kılınmışdır. Sila-i Rahm tabir olunan bu vazifeyi edadan fariğ olmayalım. Onları, onlarla beraber bize dost olanları, mümin kardeşlerimizi de ziyaretde fedakârlık yapalım. Derdleri ile hemderd, mehabbetleri ile hemden, bütün hususları ile hem hâl olalım. Onların gönüllerinde hâsıl olacak memnuniyet, dudaklarında husul bulacak dua; bizleri bahtiyar kılar. Hakkın rahmet ve ihsanına nail oluruz. Biz elimizden gelen yardımı, fedakârlığı yapalım. Halık-ı Lemyezel Hazretlerinin katında hiçbir amel boşa çıkmaz. (120)

-Beşer tabiatı (Saarık)dır, yani hırsızdır, çalar. Sohbet ise (Sari)dir. Çarçabuk sirayet eder. Kimlerle düşer kalkarsak onların tabiatı ile tabiatlanırız. Kimlerle sohbet edersek, bize onların sohbetinin sirayet etdiğini görürüz. Bizi manen öldürecek bu gibi tehlikeli kimselerden uzak bulunmalıyız. (122)

-Allah(cc) kötü kadına, kötü huylu hayvana, kötü tabiatlı komşuya düşürmesin. Bunların cümlesi, insan için ateşdir. Dayanılması güç bir felaketdir. Rabbim kadının imanlısını, hayvanın selim huylusunu, komşunun da halim ve edib tabiatlısını nasib buyursun. Bizleri her dürlü hırs ve tama’dan emin buyursun. Beğendiği amellerle hallendirsin. Lütfen ve keremen kulluğuna kabul buyursun. (131)

-Şunu da bilelim ki Adil ve Rahim olan Mevlamız; haşin ve zalim olan bir kulunu, taltife layık bir kuluna ve yine selim ve halim mizaçlı bir kulunu; zalim, asi, haşin bir kuluna layık oldukları muamele tatbikde vasıta kılmaz. Bu bir Adetullahdır. Hal ve hakikatları bu ölçüler ve inanışlar içinde görmeliyiz. İnanışlar bu istikametde olursa gönül huzuru hemen duyulacağı gibi, dünya ve ukba selameti de elde edilmiş olur. (135)

-Rabbim hidayetden ayırmasın. Dalaletden muhafaza buyursun. Eğer kerem ve lütuf O’ndan doğmazsa camiin kapısından bakar, içeriye bile giremeyiz. O’na yaklaşmaz, O’nu sevmez, yolunda yürümez isek bir kere dahi olsun (Lailahe İllallah) diyemeyiz. Gecelerimizi gündüzlerimize katalım. Ve huzuruna kabul edilen o seadetli kulların kafilesine katılmaya hak kazanalım. (142)

-Bir bakıma biz insanlara, karşılaşdırdıklarımızı kendimiz yapıyormuşuz gibi gelir. Bunun aksine; kararlaştırıp da yapamadıklarımızı, neden yapamadığımızı hiç düşünmeyiz. Hakikatları görmüş, Hakk’a inanmış halis bir mümin bilir ki; arzulayıp da yapdığı her işde Hazret-i Zülcelalîn muvafakati ve takdiri vardır. Arzulayıp da yapamadığımız hususları da kudret ve kuvvet sahibi Hazret-i Allah(cc) istememiş, takdir etmemişdir de ondan dolayı yapamamışızdır. Ortada bir Yaradıcının varlığı mutlak iken yaradılanın her hali ile O’nun emrinde olanın (Kâdiriyet) kuvveti bahis mevzuu olabilir mi? İşte bunun içindir ki: Hâlık-ı Azam’ın ezelde takdir etdikleri, mukadder zaman geldikçe tahakkuk eder. Bizim arzumuz üzerine mukadder kıldığı şeyler da ya vuku bulur veya da takdir etmemiş ise, meydana gelmez. (156)

-Halk arasındaki; oruçlu olmadığı halde oruçlu görünerek riyaya girmemek için aşikâre orucu korkusuzca yemek fikri; cahilane ve âmiyane bir fikirdir. Halka yalan yere oruçlu görünmeyeyim diye Cenab-ı Hakk’ın emirlerini küçük görmekle küfre yakın bir günaha girdiğinden bu zavallı ve cahil insanların haberi yokdur. (167)

-Her gün; o günlük ömrümüzün muhasebesini yaparsak, kendimizi ayarlamış, temkinli kılmış oluruz. Hayır, veya şer olarak bir gün içinde bizden neler sadır olmuşsa, akşam evimize döndüğümüz zaman onları akıl, izan ve hakikat terazisinde tartalım. Eğer hayır az, şer çok ise nefsimizi ıslaha çalışalım. Bize arız olan şerlerin defi için Cenab-ı Zülcelal ve Tekaddes Hazretleri katında tevbe ve istiğfar edelim. Böyle hareket edecek olursak hayatımız içinde fazla açık vermemiş, mana iflasından kurtulmuş oluruz. Kendilerini murakabe ve muhasebeye almamış kimseler, farkında olmadan gitdikçe biriken günahlarının altında ezilmiye ve onları kolay kolay izale edememeye mahkûm olurlar. Bu bir bakıma Cenab-ı Hakk’ın huzurundan da uzak kalmak demekdir. Her gün kendisini murakabe eden bir kul ise, daima Allah (cc) ile beraber olmak, her halinde O’na iltica etmek fırsatına erişmiş olur. (169)

-Öyle bir zaman gelecek ki garib şeyler işideceğiz. Evden çıkarken, akşama eve dönemiyeceğimizi düşünmek haslatından mahrum olacağız. Geri dönecekmişiz gibi kati ümid içinde bulunacağız. Nefeslerimizin Kadir-i Mutlak Hazretlerinin yed-i kudretinde olduğunu, istediği yerde istediği zamanda canımızı geri alıvereceğini düşünmeyiz. Onun için de hanemizi terkederken çoluk çocuğumuzla helallaşmak akıllılığında ve izanında bulunmalıyız. (175)

-Kabrin kapısı Meyyitin ayakucundadır. O kadar yakındır. Her şeyin kendine mahsus bir büyüklüğü vardır. Böyle olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’in de en büyük suresi vardır. O da Sure-i Bakara’dır. Kim bu Sure-i Şerif’i evinde günde üç defa okursa, şeytan o evden pılını pırtısını palasını toplar kaçar gider. Buna böylece iman ediniz. Şayed bunu yapamayacak olur isek, vakit bulamazsak veya okumasını bilemiyorsak, aynı surenin sonundaki (Amenerresûlü) ayat-ı celilesini gece yatmadan evvel bir kerecik olsun okuyalım. Bunun şerefi, bizlere bahş edeceği faideleri pek çokdur, anlatmakla bitmez. O kadar ki, teheccüd namazı kılmış gibi sevaba nail olunur. (187)

-Kalbin temizlenmesinin çarelerinden ve belki en mühimlerinden biri de Allah’a(cc) devamlı olarak tevbe ve istiğfardır. (188)

-Diğer tarafdan çok yemiş olmakla da doyacağımızı zannetmeyelim. Doyurucunun Alemlerin rızkını ihsan buyuran Hazret-i Allah (cc) olduğuna iman etdikden sonra, birkaç lokma yemekle de tatmin edilebileceğimizi akıldan uzak tutmayalım ve imanımızı böyle pekleşdirelim. Mülkin sahibinin şu dar-ı dünyanın bir köşesinde bizler için ayırdığı yerde yaşadığımız müddetçe vahdaniyet ve kudretini tefekkürden, tasdikden, O’na tam teslimiyetden bir an uzak kalmayalım. (192)

-Hayatında çok zahmet, meşakkat, mihnet, üzüntü acı, hastalık çekmiş bir insan öldüğü zaman ‘Kurtuldu rahata erdi’ denilir. Bu; çok yanlış, manasız bilgilerin mahsulü bir fikirdir. Zira; insanın öldükden sonra rahat edebilmesi için her şeyden evvel kamil bir iman ile ruhunu teslim etmesi lazımdır. Böyle olup olmadığını da nereden biliriz ki, bir kimsenin ölümü ile rahata kavuşduğuna hükmedelim= Sekerat-ı Mevt dediğimiz ölüm anında kulun Mevlası ile alış verişi ne haldedir, bilebilir miyiz? Dünyada iken çekdiğimiz nisbetde hatta daha ziyadesini ölümden sonra da çekmiyeceğimizi nereden biliriz? (193)

-Cenab-ı Rabbülalemin kulunun kalbine günde yetmiş defa nazar eder. Oradaki tecelliyatı görür. Arif olan kişiler bu hakikati bildikleri için bu İlahi nazara muhatab olmak için canlarını verirler ve büyük bir cehd içinde çalışırlar. Dünyanın her dürlü zevk ve lezzetinden, sivâsından uzak kalmaya azm-ü cezm eylerler. Zira kalb temizlenmedikçe Zülcealal ve Tekaddes Hazretleri oraya taht kurmaz. (199)

-Onu görmek istiyorsak bol bol salavat-ı şerife getirelim. Oturduğumuz, gezdiğimiz yerlerde mübarek hayali ile meşgul ve meşbu olalım. Bize görünmesi için de namazlarımızda, mürakabelerimizde Allahü Azimüşşan Hazretlerinden niyazda bulunalım. Er veya geç bir gece rüyada görmek ve kalb istirahatına kavuşmak nasib olur, inşallah. (203)

-Çoluk çocuğumuzun gıdalanması için evimize taşıyacağımız rızkın helal olduğuna dikkat etmez isek, soframıza oturanlarla, sofrasına oturduklarımızın kazançlarının helal olup olmadığını araşdırmaz isek büyük ziyanlara uğrarız. (212)

-Camilerimize küçücük çocuklarımızı götürmiyelim. Çocuğun daima çocuk olduğunu Vehbi olarak fevkalade işaretlere mazhar kılınmadıkça çocukluğun icablarından kurtulamayacağını, bu sıfatları itibariyle de cemaatın huzurunu kaçıracağını unutmayalım. Ona eğer iman, ibadet ve İslam sevgisini aşılama azim ve kararında isek, bu tatbikatımızı on iki yaşına kadar evlerimizde yerine getirelim. Onu cemaatın arasına idrak, şuur ve vakar ile girebilecek hale sokalım. Ve ancak on iki yaşına basdığı zaman camie götürelim. Müşterek ibadetlerin zevkini verelim. Şunu çok iyi bilelim ki, bu yaşdan evvelki yaşlarda çocukların camilere götürülüşünden ana ve babalar mesuldür. (213)

-Aksırmak kula, bir ihsandır. Bu ihsanı bilen insanın hamdü senada bulunması nasıl vazifesi ise, bu hizmeti yerine getirene, hakkı olan duada bulunmak da mümin kardeşinin vazifesidir. (215)

-Layıkı veçhile bu ilim şubelerinden birini öğrenmek bir insana yeter. Bir ilmin şerefi de mevzuatına, ahlaki ve tekamüli vasıflarına bağlıdır.(224)

-Yirmi dört saatde hiç olmazsa dört saatimizi kendimize çeki düzen vermek için ayıralım. Bir saatimizi sadece Rabbimize hasredelim. O’nun emirleri istikametinde neler yapdığımızı, kulluğuna ne derece yakınlaşdığımızı muhasebe edelim. Bir saatimizi nefsimizin murakabesine verelim. O’nun tehakkümünden ne dereceye kadar kurtulduğumuzu düşünelim. Bir saatimizi edindiğimiz arkadaşların tahlili için ayıralım. Onları seçmek hususundaki isabetimizi araşdıralım. Onların arkadaşlığından zarar mı, faide mi gördüğümüzü, bizim onlara ne derece yararlı olduğumuzu hesab edelim. Bir saatimizi de bir günlük ömrümüz içinde helal ve haram mevzuunda neler işlediğimiz yolunda sarfedelim. Böylece hata ce sevablarımızı tespit ederek zararlı olanlar için tevbe ve istiğfar, sevabı olanlar için Mevlamıza şükredelim. (234)

-Her sabah kalkdığımız zaman (Sure-i Mülk)i yani Tebareke Suresini okuyacak olursak, Allah’ın lütuf ve inayeti ile kabir azabından kurtulmuş oluruz. (246)

-Konuşma tarzımızdaki küçücük bir gafletin, çok büyük günahlar doğuracağını ve o nisbetde de büyük cezalar görmemize vesile olacağını bilelim. Mesela: “Öleceksin, dikkat et” demeyelim, “Ölüm var, ölebilirsin, hazır mısın?” diyelim. “Düşeceksin dikkat et” sözü yerine “Oğlum, düşüverirsin” diyelim. Birinci manalarda olacağı katiyetle işaret etmiş, ikinci manalarda ise ihtimali hatırlatmış oluyoruz. Ve işte bu kadarcık bir lisan farkı ile afvolunmaz bir günaha kendimizi kurban etmiş oluruz. (254)

-Manevi bu kardeşimizi değil, asker, sivil bir çok Hak âşıklarını, maneviyat yolcusu devlet adamlarını da Dergah’a çekerlerdi. Bunlardan birisi de merhum Maarif Vekili Tevfik İleri Bey idi. Hele bu zatın o büyük devlet rütbesi altında, Efendi Babamızın huzurunda nasıl her şeyini unutarak huşu ve hürmet içinde elleri bağlı, karşısında baş eğdiğini hala unutamam. Rabbim gani gani rahmet eyliye. (259)

-Herhangi bir hadise sebebi ile öfkelenen, babamız Adem Aleyhisselamı unutup küfür savuran irfansızlardan olmayalım. Mümin küfür etmez. Edenin de Yahudi’den farkı olmaz. Allah korusun, şeytanın oğlu olmuş olur. Mümin; letafetle, edeble, nezaketle vasıflandırılmıştır. Ona Allah’ın(cc) ve Resülünün(sav) sevmediği başka hal yakışmaz. (283)

-Her Arabi ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri oruçlarını mutlak tutalım. O günler pek palakdır, doğan aydan da ışıklıdır. Bu da bizlere ihsan olunmuş sayısız fırsatlardan salat yollarından birisidir. Bunu bilmeyen, anlamak istemeyen aklı yarım yamalakdır. Bu üç günde oruç tutanlar derecesiz sevaba nail olurlar. Cenab-ı Hak bu günleri oruçlu geçiren kullarını otuz gün oruç tutmuş addediyor. Ve böylece kulunu, bütün bir sene oruçlu bulunmak gibi bir kazanca nail kılıyor. (288)

-Eğer kalblerimizde Allah(cc) mehabbeti kökleşmemiş ise, bunun sebeblerini Sünnet-i Rasulullah’a uymayışımızda arayalım. Unutmayalım: Hazret-i Allah’a giden ne kadar yol varsa hepsi Resul-i Ekrem (sav) Efendimizden geçer. Ve Makam-ı Kibriya’da nihayet bulur. (300)

-Bir kimse ölüm halinde iken (Kul hüvellahü ehad…) sure-i şerifini okusa veya ona tekrarlatılsa, ruhunu bu hal üzere teslim etse Cenab-ı Hak o kulunu o andan itibaren hiç şaşırtmayacak, kabirde sıkmayacak, bir meleğin refakatinde sırat köprüsünü geçirerek cennetine koyacakdır. Bu sure Hulasa-i Kur’an’dır. Kur’an-ı Azimüşşan’ın bütün manaları bu dört ayetde toplanmışdır. Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz Hazretleri Hadis-i Nebevilerinde onun bir defa okunuşunun ise bütününe muadil olduğunu beyan buyurmuş, diğer hadis-i şeriflerinde ise Kur’an okumasını bilmiyen veya yanlış okuyup da günaha girecek ümmetini bu neticeden kurtarmak için üç İhlas-ı Şerif bir Fatiha’nın bir hatm-i şerif yerine kaim olacağını ümmetine müjdelemişdir. (309)

-ÖZTOPRAK soyadını da Hazret-i Ali (k.v) Efendimiz Hazretlerinin, kendilerine Resulullah (SAV) Efendimiz tarafından verilen (Ebu Turab) lakabından mülhem olarak almışlardır. (364)

Sinan Yayınevi, 1988 basım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...