-Suudi topraklarında yaşayan bütün bedevi kabileler Suud monarşisini tanımış durumdadırlar. Bu tanıma,beyat anlamında dini bir hüviyet taşır. Abdülaziz ibn Suud'un izlediği politikanın bir sonucu olarak kabilelerin birçoğu, evlilikler yoluyla kraliyet ailesiyle sırhiyet kurmuşlardır. 1970 ve 1980'lerde ise bu evlilikler, yine kabile ileri gelenlerinin çocuklarıyla üst düzey bürokratların çocukları arasında gerçekleşmeye başlamış bu yolla modernleşmiş devletle kabilelerin intikatı devam ettirilmiştir. Kabilelerde kendi menfaatlerini ilgilendiren her konuda devletle kolay bir şekilde ilişkiye geçme yolunu böylelikle güvence altına almış olmaktadır.
-Hz.Ebubekir'in hilafeti sırasında Necdli kabilelerden Hanife, Bekr, Esed ve Tamim ile Havazin ve Kinde'nin bir kısmı irtidat ederek halifeye isyan ettiler. Yine bu dönemde ortaya çıkan dört yalancı peygamberden üçü Necdli kabilelerinin içinden çıkmıştır. Benu Esed'den Tuleyha bin Hüveylid, Benu Temimden Secah ve Benu Hanide'den Müseyleme ortaya attıkları iddialarla yeni dinin inanç ve fikir kimliği üzerinde manevi tahribat yapmaları yanında, ellerinde tuttukları askeri güçle Medine İslam devletine tehlikeli günler yaşatmışlardır. Hz.Ali döneminde ortaya çıkan Haricilik fitnesi, yine Necdi kabileler içinde vücut bulan bir dini hareketin sonucudur. Bilindiği gibi Harici cemaatlari, çoğunlukla Temim, Bekr, Hanife ve Seyban kabilelerine mensup olan bedevilerden oluşuyordu.
-Sahabeden Zeyd b.Hattab'ın Cübeyle'deki türbesini İbn Abdülvehhab bizzat kendi elleriyle tahrip etti.
-Arabistan'daki Suudi hakimiyetinin tarihi genelde, yıkılış ve tekrar kuruluş tarihleri esas alınarak dönemlere bölünmüş bir şekilde ortaya konulmaktadır. Birinci devlet, Muhammed b.Abdulvehhab ile Muhammed b.Suud arasında gerçekleşen Din'iye beyatnamesinden başlatılmakta, 1818'de Osmanlı ordusunun Dir'iye'yi işgali ile sona erdirikmektedir. 3 yıllık bir fetret döneminden sonra Türki b. Abdullah b. Muhammed b.Suud'un Dir'iye'yi geri almasıyla ikinci suud devleti kurulmuştur. Bu devlet, Reşidoğullarının 1891'de Riyad'i işgalleri sonucu yıkılmıştır. Bugün yaşayan üçüncü devletin tarihi ise Abdülaziz b.Abdurrahman ibn Suud'un 1902'de Riyad'ı geri almasıyla başlatılmaktadır.
-İbn Suud bir toplantıda Hristiyanlarla ilgili bazı Kur'an ayetlerini okumuş, sonrada Philby'e dönerek kendisini kuzeni saydığını, zira Hristiyanların İshak peygamber, Araplarında İshak'ın kardeşi İsmail peygamberin evladından olduklarını, Türklerin ise Tatar kökenli evlad-ı iblisten olduklarını açık yüreklilikle ifade etmişti.
-İbn Suud ve Vahhabi ulemanın direktifleriyle sürülerinin satıp göçebeliği bırakarak hicrelere göç eden ve oralarda yerleşen insanlara İhvan ismini verilmektedir. Bu insanlardan oluşan teşkilata da bu nedenle İhvan denilmektedir. Her Vahhabi, İhvan değildir. Bir kimsenin İhvan'a mensup sayılması için göçebeliği bırakıp belli bir hicrede yerleşik hayata geçmesi gerekir. Bu nedenle, İbn Suud'un davetçilerinin eğitiminden geçmiş olan, Hanbeli veya Vahhabi olarak kendilerini vasıflayan Necd şehir ve kasabalarında yerleşik halk veya göçebeliğini hala devam ettiren bedeviler ihvan değildir.
-İlk İhvan hücresi Ertaviyye'dir. Philby, Ertaviyye'nin nüfusunu 10.000 civarında göstermektedir.
-Kendilerinden olmayan veya kendileri gibi olmayan insanlar, Vehhabi ulema ve İhvan açısından kafir veya en azından kınanmayı hak etmiş mücrim ve fasık kişilerdir. İlk olarak, başka dinden olan insanlara karşı muameleleri ile ilgili örneklere baktığımızda, İhvan mensuplarının İslam aleminin diğer ülkelerinde yaşayan Müslümanlarda görülmeyen davranış biçimlerine sahip olduklarını görmekteyiz. 1921 yılında Riyad'da bulunan doktor Dame, evden dışarı çıktığında sokaktaki insanların kafir, köpek vs şeklindeki hakaretlerine maruz kalmadan eve geri döndüğünün çok nadir olduğunu bildirmektedir. İhvan mensuplarının, kendilerinden olmayan Müslümanlara selam vermedikleri, onların selamlarını almadıkları, onlarla beraber yemeğe oturmadıkları bildirilmektedir.
-İhvan'ın teşkilatından önce merkezi Necd'i tümüyle hakimiyeti altına alan ve İhvan'ın kurulduğu tarih olan 1912'den sonraki birkaç yıl içinde Ahsa'yı ele geçiren Abdülaziz İbn Suud, özellikle İhvan'ın artık etkin bir güç olmaya başladığı 1915 yılından itibaren, büyük Suudi krallığı hedefi doğrultusunda bir dizi fetih harekatına girişti. Suudi emirliğinin büyüme ve genişleme süreci göz önüne alınarak 1915 öncesi ile sonrası arasında askeri faaliyetler açısından bir mukayese yapıldığında, 1915'ten önceki askeri faaliyetlerin daha çok yerleşim halindeki halktan ve göçebe kabilelerden toplanan askerlerle yürütüldüğü, 1915 sonrasında ise en etkin ve belki de yegane militer güç olarak İhvan'ın ön plana çıktığı görülmektedir.
-"Eğer Suudi devletinin birinci payandası Vehhabi dini hareketi ise, ikinci payandası Arap-Amerikan petrol şirketidir." J.B.Kelly
-Necd, Hicaz, Asir, Ahsa ve bunlara bağlı toprakların krallığı olarak ayrılan ülkenin ismi 1932 yılında, bu bölgelere hakim olan ailenin ismine atfen Suudi Arabistan krallığı olarak değiştirildi. Krallığa uygun görülen bayrak, devletin ideolojisini çarpıcı biçimde yansıtmaktaydı. İhvanın da sancakları üzerine işlediği kelime-i tevhid bu defa yeşil zemin üzerinde boy göstermekte, palmiye ağacı, mülkü, ağacın altındaki çapraz kılıçlar ise birbirlerine sürekli destek vermiş ve bundan sonra da destek verme iradesinden olan Vahhabi dini otorite ile Suud ailesi arasındaki sarsılmaz birlikteliği ve İslamiliğini temsil etmekteydi.
-Dış ülkelere yönelik Vehhabi davet çalışmalarının İbn Suud zamanında başlatıldığını görmekteyiz. Necdli alim Şeyh Abdülaziz b. Reşid'in, İbn Suud'un emriyle Endonezyaya gönderildiğini öğreniyoruz. Başkent Cakarta'da ilk selefi medreseyi kuran kişi olarak tanıtılan Şeyh Abdülaziz, vefat edinceye kadar Endonezya'da çalışmalarını sürdürmüştü.
-Yabancı ülkelerde tahsil görmüş Suudi vatandaşlarının, ülkede seküler düşünce ve hayat tarzının yaygınlık kazanmasında önemli roller üstlendikleri kabul edilmekle beraber, aynı grup içinde önemli bir kesimin tam aksi yönde bir etki alanı oluşturduğu gözden kaçırılmamalıdır. Ortadoğu'nun intelijansiyası içinde veya İslamcı akımların yönetici kadrolarında uzun bir süre temasta bulunduğu, yabancı kültürlerin değerlerine ciddi eleştiriler geliştiren Batı'da eğitim almış ydın bir zümrenin var olduğu bilinmektedir. Ortadoğu ülkeleri arasında Batı'ya en fazla öğrenci göndermiş ülke olan Suudi Arabistan'da da doğal olarak bu çeşit etkin bir zümre muhafazakar bir kuvvet olarak varlığını her zaman korumuştur.
-Suudi Arabistan'da kaydedilen hukuk ya alanındaki modernleşmeye dönük atılımların karşılaşmış olduğu din kaynaklı tepkisel muhalefet, eğitim, teknolojik, iletişim gibi alanlarındaki daha önce sözü edilen modernleşme çabalarına gösterilmiş olan muhalefetle kıyaslandığında daha yumuşak ve uzlaşma karakterli bir görüntü vermektedir. Hukuk gibi din ile doğrudan ilişki kurulan bir sahada yaşanan kendilerine göre "olumsuz" gelişmelere karşı başta ulema olmak üzere Vahhabi güç odaklarının neden seslerini yükseltmedileri konusu Hanbeli mezhebinin bazı özellikleri göz önüne alınmadan anlaşılamaz. Kur'an ve hadis metinlerine sıkı ve literal bağlılıklarıyla bilinen ve dini hükümlerin kaynakları arasında akli delillere yer verenlere karşı sert ve uzlaşmaz tutumlarıyla tanınan Hanbeli hukukçuları, dini metinlerin hakkında birşey söylemediği konularda oldukça esnek bir metodik çizgi takip etmişlerdi. Sosyal gelişim ve değişim sürecinde ortaya çıkan olaylar sınırsız olmasına karşın nasslar sınırlıdır. Dolayısıyla, Allah tarafından yasaklanmamış bir şeyin şeriat adına yasaklanamayacağı (beraet-i asliye) prensibi, hukuki sahada mezhep mensupları için büyük bir genişlik sağlamıştır. Öte yandan İbn Teymiyye'nin, Hanbeliyye veya Selefiyye'nin kıyas ve rey konusundaki çekimser tavrının hukuki alanda yol açabileceği dorukluğu maslahat düşüncesine geniş yer vererek gidermeye çalıştığı görülür. Muhammed b.Abdülvehhan'ın mezhepler üstü içtihada yaptığı vurguyu da burada hatırlamak gerekir.
-Aralık 1912'de kurulan Rabıta'nın (İslam Alemi Cemiyeti) genel merkezini Mekke'de açması uygun görüldü. Uluslararası bir teşkilat olmasına rağmen Rabıta'nın nizamnamesi, genel sekreterlik makamının sadece Suudi Arabistan vatandaşlarınca doldurulabilmesine imkan tanıyordu. Yönetim kurullarında ise Rabıta, İslam dünyasının önde gelen İslamcı kimliklerine yer verdi. Mıısr, İhvan-ı Müslimin'in kurucusu Hasan el-Benna'nın damadı Said Ramazan, Pakistan Cemaat-i İslami'nin kurucusu ve lideri Mevdudi ve meşhur Hindistanlı alim ve davet adamı Ebu'l-Hasan en-Nedvi, Rabıta'nın kuruluşunda ve sonraki yıllardaki faaliyetlerde üst düzey görev üstlendiler. Bu isimler, İslamcı kimliklerinin ötesinde güçlü selefi eğilimler taşıdıkları genel olarak bilinmektedir. Dolayısıyla Rabıta'nın, dünya İslamcı hareketliliği içinde selefi bir çizgiyi temsil ettiğinin altı çizilmelidir.
-Mezhepleri kabul etmeyen ve bid'at sayan Cüheyman b. Uteybi'ye göre dini konular sadece delillere tabi olunarak anlaşılmalı ve uygulanmalıdır.
-Cüheyman, Kur'an ve özellikle sünneti en iyi şekilde bilen dünya üzerindeki nadir kişilerden biri olarak tanıttığı İbn Bâz ile kendileri arasında devlete tavır dışında hiçbir görüş ayrılığı olmadığını bildirmektedir.
Rağbet Yayınları, 2013 basım, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder