-Kamil Miras, 1291/1875’te Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar)’de doğmuştur. Annesi Atike Hanım, babası müderrisinden Ahmed Rüştü Efendi’dir. Cumhuriyet öncesinde Mehmed Kamil ismini kullanan Kamil Miras’ın bu soyadını alması, babası tarafından ailesinin Miras-zâdeler olarak tanınmış ve dini ilimlerle uğraşarak medreselerde müderrislik yapmış, eserler vermiş olmalarıyla alakalıdır. (11) Kamil Miras, Rüştiye sonrasındaki tahsilini, dini ilimler alanında Osmanlı başkenti ve dönemin en önemli ilim merkezi olan İstanbul’da tamamlamıştır. Burada Fatih Cami-i Şerifi dersiamlarından ve aynı zamanda ders vekili olan Alasonyalı Hacı Ali Zeynelabidin Efendi’den ulum-ı aliye ve eliyeyi okuyarak 4 Şubat 1905’te icazetnamesini almıştır. (12) Hicri 1376 senesi Ramazanının son günü, yani 30 Nisan 1957’de İstanbul’da vefat eden Kamil Miras, Yusuf Ziya Kavakçı’nın verdiği bilgilere göre; Ramazan Bayramı’nın ilk gününde 1 Mayıs Çarşamba günü, Anadolu Hisarı Yeni Mahalle Camii’nde kılınan ikindi namazından sonra, dönemin önde gelen din alimlerinin de katıldıkları ve kalabalık bir cemaat tarafından kılınan cenaze namazından sonra Kandilli Kabristanı’na defnedilmiş, Cemaleddin Servet tarafından kabri başında “Muhterem Huzzar” diye başlayan ve “Bir alimin ölümü, alemin ölümüdür” sözünü de içeren güzel bir konuşma yapılmıştır. (18.dipnot/ Nakleden Veli Ertan, Vefatının Yıl Dönümü Nedeniyle Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercimi Prof. Kamil Miras (1874-1957), sf:16-17) (17) Kamil Miras ve eşi Behiye Hanım’ın dört oğulları olmuştur. Üçüncü oğlu Ali Fethi kendinden önce (1926), Boenosaires, Sofya ve diğer bazı başkentlerde ülkemizi büyükelçi olarak temsil etmiş olan en büyük oğlu Ahmet Talat (1973), Mehmet Emin (?) ve Sedat (1959) ise daha sonra vefat etmişlerdir. (21.dipnot/ Mehmet Emin ve Sedat Miras’ın İslam-Türk Ansiklopedisi Mecmuasında üç yazılarına rastladık. Bkz. Emin Miras, Çocuklarımıza Din Kitabı, Cilt 2, Sayı 69, Nisan 1947 – Sedat Miras, Din Zehir Değil Panzehirdir, cilt 2, sayı 81, Ekim 1947- Sedat Miras, Atatürk Lisesi Öğretmeni Fahrunnisa Hanım’a Açık Mektup, cilt 2, sayı 92, Ocak 1948) Halen hayatta iki torunu bulunmaktadır. Bunlar Rana ve İsmail Miras’tır. (18)
-Kamil Miras 18 Şubat 1916 tarihli irade ile tayin edildiği Huzur Dersleri muhataplığında 1334-1337/1916-1919 arasında dört sene bulunmuştur. (65.dipnot/ Ebulula Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1951, cilt 1, sayfa 161) (28)
-1940 yılı sonlarında (25 Teşrin-i Evvel 1940) Asar-ı İlmiye Kütüphanesince yayınlanmaya başlayan İslam- Türk Ansiklopedisi’nin ilk cildi 50 fasikül halinde ve 790 sayfa idi. Bu ciltteki maddeler 58 müellif tarafından kaleme alınmıştı. Bunlar içerisinde Ord.Prof.Sıddık Sami Onar gibi tek bir madde yazmış olan müellifler bulunduğu gibi, M.Şakir Ülkütaşır gibi 36 madde yazanlar da vardı. Ömer Rıza Doğrul 70 civarında madde ile en çok yazanlar arasındaydı. Bu durumuyla ansiklopedi gerçek bir telif ve ilmi araştırma mahsulü idi. İslam- Türk Ansiklopedisi’nin ikinci cildi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da abone kaydında yardımcı olmasına rağmen (94.dipnot/Başkanlığın İçel Müftülüğüne gönderdiği 30 Mart 1948 tarihli bir yazıda: “İstanbul’da Asar-ı İlmiye Kütüphanesi’nin neşrettiği İslam-Türk Ansiklopedisi’ne abone kaydı temini için müfti, vaiz ve cami görevlilerinin yardımcı olmaları” istenmekte idi. Bu yazının benzerinin ülke çapındaki bütün müftülüklere gönderilmiş olduğunu düşünmemiz mümkündür. Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı, 051,4,31,2.) içinde bulunulan diğer bir kısım sıkıntılarla birlikte İkinci Cihan Harbi’nin ortaya çıkardığı bazı olumsuzluklar dolayısıyla muntazaman yayınlanamadı ve nihayet, muhtemele 1948 yılı ortalarında neşr edilen son fasikülünde yer alan Abdülgani maddesiyle varlığı son buldu. (96.dipnot/ Ansiklopedinin bizim ulaşabildiğimiz son 72.fasikülünün yarım kalmış son maddesi Abdülaziz (Karaçelebizade Abdülaziz Efendi)’dir ve 352.sayfadadır. Bu durumda ansiklopedinin 73 veya 74.sayıda son bulmuş olduğunu düşünmemiz daha isabetli olacaktır. Nitekim bu konudaki en son değerlendirme de de İslam-Türk Ansiklopedisinin 74.formda, 384 sayfa olarak ve Abdulgani b.İsmail b. Abdulgani en-Nablusi maddesi yarım olduğu halde bittiği belirtilmiştir) (37-38)
-21 Şubat 1925’te TBMM’de görüşülen Diyanet İşleri Riyaseti’nin bütçesi sırasında Kur’an’ın Türkçe meal ve tefsiri ile birlikte bir hadis kitabının da hazırlanmasına karar verilmiş olduğunu görmüştük. Muhtemelen yapılan araştırmalardan sonra Muhammed b.İsmail el-Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih aslı eserinin Ahmed b.Ahmed ez-Zebidi (ö. 1488) tarafından hazırlanan muhtasarı et-Tecridü’s-Sarih’in hazırlanması uygun bulunmuştur. Bunun üzerine Kâmil Miras’ın da tavsiyesiyle tercüme ve şerh görevi Babanzade Ahmed Naim Bey’e verilmiştir. Mehmed Akif gibi Ahmed Naim Bey de böyle çok önemli ve ağır görevi kabul etmek istememiştir. Bu merhalede de Kâmil Miras’ın devreye girmesiyle nihayet çalışmaya başlamıştır. Ahmed Naim Bey 13 Ağustos 1934’te vefatına kadar Tecrid-i Sarih’in üç cildini hazırlamış (145.dipnot/ Tercid’in bu sıradaki basımında tahsis ve tertibiyle Tahirül Mevlevi ve Matbaa-i Amire İdare memuru Hacı İzzet Efendi görevlendirilmiştir. 26 Kasım 1926’da 36.forma basılmıştı.) bunlardan bir ve ikinci ciltler eski harflerle yayınlanmıştı. Bunun üzerine yarım kalan tercüme ve şerhin tamamlanması görevi Kâmil Miras’a verilmiştir. O, öncelikle selefinden kalan üçüncü cildin müsveddelerini, gerek gördüğünde bazı ilave ve tahsislerle yayına hazırladı. Sonra da diğer ciltler için on yıllık bir sürede, bütün mesaisini bu çalışmaya ayırması gerekti. Onun tarafından hazırlanan dördüncü cilt 1938’de on ikinci cilt ise 1948’de basıldı. (52-53)
-Kâmil Miras’ın siyasi çalışmaları dolayısıyla hatırlanabilecek dikkat çekici bir husus da, hilafetin kaldırılması konusunun TBMM’de görüşüldüğü sırada, dönemin Adliye Vekili Seyyid Bey tarafından yapılmış olan çok önemli konuşma ile ilgilidir. Bu konuyla ilgilenenlerin ihmal etmeksizin değindikleri bu konuşması ile Seyyid Bey, tartışmalara son noktayı koymuş, bütün endişeleri gidermiştir. Çünkü onun konuşması, hilafet konusunu bütün yönleri ile ortaya koyan ve kaldırılmasında bir sakınca olmadığını ikna edici delilleriyle açıklayan bir hitabedir. Nitekim aynı sene içerisinde kitap halinde de neşredilmiştir. (175.dipnot/ Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyyet-i Şeriyyesi Hakkında Seyyid Bey Tarafından İrad Edilen Nutul, Ankara 1340) Kâmil Miras, yukarıda sözü edilen İstiklal Mahkemesi’ndeki sorgulaması sırasında bu konuya da temas etmiş ve kanaatimize göre oldukça dikkat çekici bilgiler vermiştir. Aslında birbirine yakın olmakla birlikte, kısmen farklar da içeren onun bu konu ile ilgili sözlerini hatırlamakta yarar bulunmaktadır. 10 Temmuz 1926 tarihli Hakimiyet-i Milliye’ye göre o; “Daha henüz halife İstanbul’da iken Seyyid Bey’in o meşhur nutkunu terviç eden bendenizim. Onu hazmetmeyecek kabiliyette değilim” demiştir. 9 Temmuz tarihli Vakit ve Cumhuriyet gazetelerinde ise Kâmil Miras’ın sözleri şu şekilde kaydedilmiştir: “Daha henüz halife İstanbul’da iken Seyyid Bey’in tarihi nutkunu izhar eden heyet-i aliyyede ben de vardım. Onlardan üç tanesi bugün rahmet-i Hakk’a intikal etmiştir.” Görüldüğü gibi Kâmil Miras’ın sözleri iki farklı şekilde kaydedilmiş bulunmaktadır. Fakat her ikisinde de onun şu veya bu oranda, bu tarihi hitabe ile alakası söz konusu edilmiş bulunmaktadır. Bizim kanaatimize göre, özellikle Vaki ve Cumhuriyet gazetelerindeki cümleler ele alındığında, dikkat çeken, birbirleriyle alakalı iki önemli husus ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Seyyid Bey’in nutkunun bir ekip tarafından hazırlanmış olduğu ve Kâmil Miras’ın da bu ekip içerisinde bulunduğudur. Diğer üyelerin kimliği bilinmemekle birlikte, onların da Mart 1924’te sağ olan ama ifadenin verildiği tarihte ölmüş bulunan be muhtemelen fıkıh ve İslam tarihi kültürü yeterli kişiler olması düşünülmektedir. Bu birinciye bağlı ikinci husus ise hilafetin kaldırılması konusunun Meclis’e ani bir gelişmenin sonucunda değil, belirli bir planlamanın neticesinde getirildiğidir. (63-64-65)
-Kur’an’ın mufassal tarifinin bir hulasası olarak “Kur’an manaya delalet eden nazmın adıdır” denilmişti. Nazm, lügatçılara göre inciyi ipliğe dizmeğe ve bir nizam üzere dizilmiş inciye denir. (92)
-Görülüyor ki Asr-ı Saadette Kur’an’ın yedi lehçe ve dil ile okunması vakıası Kur’an-ı Kerim’in Arapçadan başka dillere, hatta Arapça ’ya tercüme edilmesinin caiz ve hatta lazım olduğunun en kuvvetli delilidir. Bu cihetle Kur’an’ın herhangi bir dile tercüme olunması hususunda İslam alimleri arasında bir ihtilaf bile zuhur etmemiştir. Şu kadar var ki herhangi bir dile çevrilen tercümeye Kur’an adı verilemez. Mesela Kur’an’ın Türkçeye veya Fransızca tercümesine Türkçe Kur’an veya Fransızca Kur’an denilemez. Bu hususta İslam ulemasının icmaı vardır. Onlara Türkçe Kur’an tercümesi, Fransızca Kur’an tercümesi denilir. Tercümeye Kur’an denilmesine Kur’an mahiyeti ilmen müsait değildir. (95)
-Riyazi bir katiyetle denebilir ki, İslamiyet gibi en medeni ve mesut bir inkılabı, kısa bir zaman içinde, din manalarını idrakten uzak bir irtica takip etmiştir. Emevi hanedanına bağlı olan bu irtica, Müslümanlara pek çok kan döktürmüş ve onu Türklerin şanlı ihtilali bastırmıştır. Böylece İslam devletinin şerefli bayrağı Emevilerin elinden alınarak Peygamber Efendimizin amca oğulları Abbas sülalesinin ellerine tevdi olunmuştur. (105)
-Arapça bir kelime olan Ramazan, güneş sıcağında yalınayak yürüyüp yanmağa denir. (112)
-Geçenlerde mecmuamızda Mekke’nin fethine dair bir yazımızda (İslam-Türk Ansiklopedisi Mecmuası, Cilt:2, Sayı:71-72, Haziran 1947, sf:5-7, Peygamber Ordusunun Mekke’ye Girişi) Resul-i Ekrem’in Kabe kapısında irad ettiği tarihi bir hitabesinden bugünün demokrasi kaidelerine bundan on dört asır önce nasıl işaret ettiğini ve o gün en azılı düşmanlarını umumi bir af ilanı ila nasıl azadladığını kaydetmiştik. (130)
DİB Yayınları, 2012 basım, 2.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder