-Demokrasi bizim Anadolu’daki bin yıllık hayatımıza yabancı bir sistem olduğu ve Avrupa’dan geldiği için henüz bizim bünyemize adapte edilememiştir. Bizim mutlaka bütüncü olmamızı gerektiren hayat nizamına karşı mutlaka parçası olarak bütünün parçalanmış vaziyete gelmesini temin edici partiler halinde cemiyet planına çıkmamızı sağlıyan bir rejim…Onun için parça-bölük olmuşuz, kitlelere ayrılmışız; mektep ve meslek, meşrep ve metodlardaki ayrılıkları gidererek bütünleşmek yerine giderek daha bir birimize düşmüşüz. Bu bakımdan milli bütünlüğümüzü tehdit eden faktörlerin başında demokrasinin bir nimeti halinde gözüken siyaseti görmekteyiz. (19) – 09.10.1976
-1946 ruhu diye bugün ikide bir azizleştirilmek istenen hissiyatı bütünüyle içteki zalimlere karşı duyulan hıncın bir dış zorlama ile siyaset âlemine çıkışı hadisesidir ve Demokrat Parti iktidarı hep bu hissi temelden hareket etmekten hiçbir zaman ayrılmamış, memleketin temel meselelerine temel çözüm yolları getirmek yerine CHP devirlerinin zorbalıklarıyla milleti korkutarak kendisine medyunu şükran bir kitle meydana getirmiştir. (26) Halbuki demokrasi de –komünizm kadar olmasa da- beynelmilel bir emperyalizm vasıtasıdır ve biz bu emperyalizmin dişlileri arasındayız. (28) – 09.04.1975
-Keza Suudi Arabistan radyosundan da İslam dünyasına Hacı Ali Demirel’in Alamanya’da İslam mektepleri açtığına dair haberler yayan ve Türkiye’deki Milli Selamet Hareketine dair haberlere ise ambargo koyan bir Bekir Berk iş başındadır. (43) – 29.06.1977
-Cumhuriyet denilen rejimin ilk Adliye vekillerinden Mahmud Esad Bozkurt isimli kişinin “Cumhuriyet gerili bir yay. Onun sonuçları da gericilerin (yani Müslümanların) bağına saplanacak bir ok” diye ölçülerini verdiği bir rejimin; sarhoş sofralarında tütsülü kafalarca çekilmiş bilmem ne nutuklarında milletin kendi devletine sahip olmasını önlemek için mücadele verilmesini isteyen bir cumhuriyet anlayışının bekçiliğini yapmak değil. (54) – 04.05.1976
-Vakıa, Neda Armaner isimli ilahiyat fakültesi doçuna göre, gerçek Atatürkçülere, Müslümanın teşbih çekişi dahi tetik çeker gibi gözükmekteymiş. O da ayrı mesele. (65) – 28.07.1976
-Bugün cemiyetimizin çektiği büyük ıstırapların da kaynağında biricik nifak ve şikak unsuru var ki, o da devletimizin kendi öz temelini reddedip ondan kaçışıdır. Ki ahlaksızlığı da, adaletsizliği de, fikren perişanlık içinde düşmüş milyonlarca insanı da halka kardeşi kardeşe düşman eden çatışma vasatını da hep bu kaçışta, hakikatten kaçışta görebiliriz. (91) – 29.04.1975
-Bu dava ezelden ebede kadar sürüp gidecek olan hak-batıl mücadelesinin bizim zamanımıza terettüp eden bir kısmından ibarettir. Bir davayı bir liderin şahsına bağlamak ne kadar akıl dışı bir yol ise, lidersiz koymak veya “şahıslara karşıyım” diyerek başka şahıs ve nefislere bağlanmaya kalkışmak da o kadar tuhaftır. (112) - 09.02.1977
-İçimizden bazılarımız komünistlerin saldırdığı düzenin kendi öz düzenimiz olduğunun yanlışına kapılıp kanaat ayrılıklarına düştük. Bu, komünistlerin muvaffak olduğu bir parçalama siyaseti idi. Gerçekte ise bu düzeni de daha düne kadar, bugünün komünistleri oluşturmuşlardı. Daha düne kadar, Avrupa uşağı olanlar, kapitalist olanlar kendileriydi. Ama daha düne kadar, onların oluşturdukları düzenin sessiz protestocularından olan memleket çocukları bugün onların dinamitlediği kendi düzenlerine karşı o düzeni korumak sevdasına tutulmuştu. Çünkü düzenle birlikte gidecek olan en büyük nimet Türk devleti idi. Türk devletini elbette ki korumalıydık. Ama herhalde devleti korurken, onun milletimizle tersleşen müesseselerinin de koruyucusu durumuna düşmemeye hususi bir dikkat gösterebilmeliydi. Burada ne dereceye kadar muvaffak olduk? Yahut muvaffak olabilir miydi? (174) – 12.03.1977
-Nitekim Türkiye’de hiç söz konusu edilmediği yıllarda 1839’da, ilk olarak Macaristan’da bir Turan cemiyeti kurularak fitne tohumları ekilmeye başlandı. Aslında, Constantin Bergersky isimli bir Polonya subayı olup sonra Türkiye’ye sığınan ve Mustafa Celaleddin adını alarak paşalığa kadar yükselen bir kişi İslam’dan önceki Türklerin tarihi kaynaklarını araştıran (Eski Türkler / Les Ancies Turcs) isimli bir kitap yazdı. Sonra, şipka kahramanı Süleyman Paşa Tarih-i Âlem’de İslam tarihinden daha çok, İslam öncesi Türk kavimleri üzerinde durdu. Onun da akıl hocaları Leon Cahun, Degingues ve Reymond gibi müsteşriklerdi. Irk ve kan bağı bir kurtarıcı olarak tebcil edilmişti. (208) Sonraki yıllarda son asrın tefekkür ve tasavvuf erbabından sayılan Mehmed Ali Ayni de Türk Milliyetçiliği fikrini, istiklalleri için mücadele veren Arnavutlara bir aksülamel olarak kazandığı itiraf eder.(209) (ts.)
-Menderes Anadolu’nun maddi kalkınmasında büyük bir şevk ve heyecanla çalışmış, manevi kalkınması için de kendisine nasip olan imkânları fevkalade şekilde değerlendirmesi mümkünken başta Celal Bayar olmak üzere milletin Demokrat Parti hareketini bir muvazaa ile önleyen sahte inkılap kadrolarının tasallutundan ve pohpohlarından kurtulamamış ve ancak satıhta kalan bazı manevi kalkınma hamlelerine girişmiştir. (217) – 16.09.1976
-Devlet ve rejim aynı şeylerdir. Rejim, devlet gemisinin idare mekanizmasıdır ve devlet var olduğu için vardır. “Rejim olduğu için devlet vardır, aksi halde yoktur” denilemez. Devleti gözden çıkarmak pahasına bir rejim kurulamaz. Olursa o zaman devleti kendi menfaatleri için bir çiftlik olarak telakki eden bedbahtların kurdukları tahakküm ve sulta heyulası çıkar ortaya. (221)
-12 Mart sonrasında bir MİT ajanı vardı, hatırlayacaksınız. Mahir Kaynak. 12 Mart olduğu için MİT’in ajanı olarak ortaya çıkmıştı; komünist ihtilal olsaydı eminim ki komünistlerin lideri olarak sahneye fırlayacaktı. Zaten Türkiye komünistlerini temsilen Bükreş vesaire yerlerdeki toplantılara da katılmamış mıydı? Bu tip insanlar oldukça, her devirde, her düzende yoğurdun kaymağını yemek için her kılığa giren soytarılar oldukça, hayatı sadece menfaatleri açısından değerlendiren kimseler oldukça asıl büyük teşkilatı olan devletine sahip çıkamamış olan büyük kitleler daha çok kurdeşen yiyeceklerdir. (259) – 22.12.1976
Düşünce Yayınları, 1977 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder