-Rahmetli Behçet Necatigil, ünlü yazısında şiirdeki üç burçtan söz eder: Gurbet burcu, hasret burcu ve hikmet burcu. Bu üç burç, şairin yaşamındaki evreleri imlediği kadar, şairlerin yerini de belirtir, değerini biçer. İşte bu burçların zirvesinde, hikmet burcunun yükseğinde Yunus Emre oturur. Şairlerin şiirden bile daha iyi oldukları bir konu varsa, oda "büyük şair"in ne ve kim olduğu konusundaki şaşmaz bilinçleridir. (34)
-Yakın zamana kadar, Anadolu köylerinde eşikteki pabucun ters dönüşü ölümü çağrıştırır, hoş karşılanmazdı. (42)
-"Deli" sözcüğü, "delmek" fiiliyle aynı kökten gelir. Öyle anlaşılıyor ki deli, bizi hakikatin kendisinden ayıran zarda bir delik açar. Onu delen, yırtan kişidir. İçine hapsolduğumuz yumurtanın kabuğunda delik açar. Dünyanın ötesini, onun açtığı aralıktan görürüz. Duvarlardan ışığı sızdıran odur, görüşümüzü açan, ufkumuzu büyüten de o. Bu nedenle deli, içinde barındırdığı topluma Tanrı emanetidir. (44)
-Şairine sirayet etmemiş hiçbir cesaret şiire sinmez. Sanatçının yüreğinde yer etmemiş hiçbir haykırış eserde duyulmaz. Bu yüzden çileli ve alçakgönüllü Akif'in "İstiklal Marşı" çok büyük ve bu yüzden mağrur ve saldırgan Necip Fazıl'ın "Büyük Doğu Marşı" acınacak kadar küçüktür. (48)
-At anlamdır. Ve bu, yeryüzündeki herkesten çok biz Türkler için böyledir. "Hayır, atların alnındadır", evet. Öyle görünüyor ki biz bunu İslamla şereflenmeden önce de biliyorduk. Belki bu yüzden, daha o tüyler ürpertici: "Başyücelik Devleti"ni önermeden önce, İslam ve Anadolu öncesi Türk'ünü "kuyruk sokumu atlarının cidago kemiğine dayanmış, mücerret madde hızı ve hareketinden ibaret bir yaratık örneği" diye tanımlayan Necip Fazıl'dan soğumuştum. İnsan, atının cidago kemiğine bağlanmayacak da nereye bağlanacak? Şu yalan dünyada, attan daha fazla bitişmeye, sevgiliden daha fazla bilişmeye değer ne vardır ki? (59)
-Gerçek şu ki toplumsal hayatımızdan kadının sürgün edilmesinin tarihi, Türkçe'nin horlanıp yok sayılmasının tarihiyle koşut ilerler. Baranlı ve Enderunlu Vasıf gibi kafaların "ahenksiz ve mide bulandırıcı" buldukları ve dilimizden sürgün ettikleri her sözcük yanında bir Türk kadınını da kafeslere ve mahpeslere doğru alıp götürdü. Çünkü feda edilen her sözcük kültürün bir parçasını alıp götürür; yalap şalap alınıp baş tacı edilen her sözcük de kendi kültürünü sana dikte eder. (73-74)
-Cihat türküleri söyleyenler hiçbir zaman Afganistan'daki lanet olası "baçabaze" adetine gık demedi. Sekiz-on yaşındaki yoksul ve yetim erkek çocuklar paralı köpoğlu köpeklere, kadın giysisi giydirilip zorla oynatılırken dönüp de kimse bakmadı. (75)
-Goebbels diyesiymiş ki, "Birisi kültürden söz ederse hemen tabancama sarılırım." Faşizmin ve giderek insanı sürüye katmayı amaçlayan her türden totalitarizmin kültür sözünü duyunca tabancaya sarılması boşuna değil. (100-101)
-Oysa insanı insan yapan, ilgileri, özgünlüğü, insan oluş ve insan kalışa sadakatidir. Bir iş görüp sonuçta ortaya bir nesne çıkarmanın hazzı dünyada pek az şeyde vardır. İnsan işlediği zamanlar
insanlığa homo economicus olduğu zamandan çok daha yakındır. Yunus, Hacı Bektaş'a giderken bir plaket ile kazulet gibi bir ebru çerçevesi paketletip gitmedi; kendi elleriyle alıç topladı. Yesevi kaşık yapardı, belki şimşir kokusu içinde, arada bir bıçaklarını yağlı taşlarda bileyerek. Jung, yaşamının en büyük krizinden altı ay boyunca kanter içinde çamurdan heykelcikler yaparak çıktı. Heidegger'in Kara Ormanlardaki Kulübesi hiç de konforlu sayılmazdı. (103)
-Elimizdeki hikmetlerin sıhhati bir yana, Yesevilik artık her yüzyılda yeni odalar eklenen devasa Nakşibendi Sarayının bir hücresinde boyun büken bir şakirt addediliyor. Büyük Yunus anlamsız, çoğu zaman mide bulandırıcı bir hamakatle terennüm edilen sevginin bohçasına tıkıştırılmış. Ulularımızın hepsi, cansız ve donuk birer portre resmi gibi panayırımızın duvarında asılı. (106)
-Baranlı'nın şu akla zarar saptamasına bakın:"...Bir tarih boyunca at üstünde yaşayarak engin Asya bozkırlarını Gel!, Git!, Vur!, Kır!, Çık!, İn!, Koş!, Dur! vb tek heceli sadalarla dolduran Türkler, devamlı bir fiil ve hareket halinde oldukları için, dillerinin hemen bütün fiillerini kendileri yaratmışlardır..." Bu yargı, yüzyıl öncesinin sözüm ona bilimsel ama ham ve ideolojik tasarımlarının ibretlik bir örneği. "Atına bitişik, yarı ilkel, göçebe Türk" sömürgeci batının kullanışlı silahıydı; yüzlerce yılımızı bize zehreden bir silah. Bu betimleme söz konusu olunca, sağın önemli adamları da, Necip Fazıllarla bir İslamcılarda, diyalektiği vestiyerde bırakmış enternasyonalistler de hemencecik aynı bayrak altında nasıl da toplanıyorlar gördünüz mü? (113)
-Yaşamayı maruz kalınan bir angarya değilde bilinçli bireylem kılmaya uğraşmayan kişi ya da toplumun dünyayı dönüştürme yeteneği yoktur. (119)
-"Kalktı göç eyledi Avşar elleri" kayda alınırken, dönemin TRT'sinde görev yapan tüm sanatçıların taş kesildiği anlatılır. Bu tüyler ürpertici bozlak, tam da anlatmaya çalıştığımız "kop-kopuz" örneğindeki gibi bir patlamadır. Muharrem Ertaş bu bozlağı öyle bir okumuştur ki sanki kendisinden önce kimse okumamış ve kendisinden sonra da kimse okumayacakmış gibi. Dadaloğlu'nun çığlığını damgalamış sesi bir anıt-heykele dönüştürmüş ve kendi gök kubbemize asmıştır. (134-135)
-Kopuzdan divana kadar saz, hiçbir zaman padişahı terennüm etmemiştir. (137)
-Genç bir adamken bir kesimin pek yücelttiği bir yazara Tarancı'nın: "Türkçenin ses vekaleti bizim uhdemizdedir" deyişini anımsattım diye gelmedik kalmadı başıma. (144)
-Ölmek sözcüğüne yakın "höllük"ü ele alalım. Örneğin, ünlü türküdeki gibi "Eledim eledim höllük eledim/aynalı beşikte bebek beledim" Türkünün dile getirdiği höllük, bebeğin beleneceği topraktır. Ancak bu toprak, cansız, kuru bir nesne değildir. Sözcüğün izini sürmek, bizi "öllük-höllük-holluk-folluk-fol"a kadar götürür. Kümesteki tavuğun yattığı toprak "öllük-fol"dur ve bu toprak, yeni bir doğuşa, yeni bir başlangıca evlik eder - sahne olur. "Öl-" kökündeki, bu yaşıl, bu yalam vaat eden im, bizi kendi öz ölüm telakkimize götürür: Biri ölmüşse aramızdan geçmiş, yeni yaşamına başlamak üzere bir "folluk"ta yerini almıştır. (163)
Ötüken Neşriyat, 2023 basım, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder