-Şairimizin ilk eşi Türk edebiyatına Makber adlı eserin kazanılmasına neden olan Fatma Hanım'dı. Beyrut'ta veremden öldü. Hamid'in diğer eşlerinden biri Türk, biri İngiliz sonuncusu ise Belçikalıdır. Hamid İngiliz eşi Nesli Hanım'la 12 yıl yaşadı. Nesli Hanım, Londra'da öldü. Cemile Hanım'la evliliği kısa sürdü. Hamid'in boşadığı bu hanım Edirne'de öldü. Dördüncü eşi Lüsyen Hanım'dır ki, maceralı bir hayatın kahramanı olarak tanınır. Dört kadınla evlenen Hamid'in yalnız ilk eşi Fatma Hanım'dan çocukları oldu. Bunlar Abdülhak Hüseyin Bey ile Hamide Nasip Hanımdır. (52) 12 Nisan 1937 günü vefat etmişti. 2 gün sonra, havanın kapalı ve hüzünlü bir gününde Abdülhak Hamid'in cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı'na götürüldü. Şairimiz, bu mezarlığa gömülen ilk kişidir. Tarihçi Danişmend'e göre mezar taşındaki doğum tarihi yanlış olup doğrusu 1850'dir. Zincirlikuyu Mezarlığı yapılmış, fakat henüz hizmete açılmamıştı. Öyle sanıyorum ki -Batı geleneklerine benzetilsin diye- tanınmış bir kişinin ölümü üzerine açılışı yapılacaktı. Mezarlık, Hamid'in ölümüyle kamuya açıldı. (60)
-Türk eğitim ve kültür hayatına katkıları ile ün yapan vezir Abdurrahman Sami Paşa, Hamdullah Suphi Tanrıöver'in dedesidir. Sami Paşa gibi nazırlıklarda, büyük devlet hizmetlerinde bulunan, mertliği, dürüstlüğü ve başarıları ile tanınan Abdüllatif Suphi Paşa'da Hamdullah Suphi'nin babasıdır. (64) Hamdullah Suphi'nin babası Abdüllatif Suphi Paşa'nın 23 çocuğu olmuştu. Hamdullah Suphi, en sonuncusudur. İlk erkek kardeşi Ayetullah Bey'le (Sultan Aziz döneminde, Yeni Osmanlılar adlı gizli örgüt kurucularından) aralarında 41 yaş fark vardır. Aile birimleri arasında devlet adamları, paşalar, bakanlar, elçiler ve valiler, edebiyat ve musiki üstadları çoğunlukta idi. (65) Hamdullah Suphi 1885 senesinde doğduğuna göre, 1966 Haziran ayında öldüğü zaman 81 yaşında idi. Ne var ki, bir taraftan çağdaşlarından çoğunu kaybetmenin, öte yandan bir oğlunu yitirmenin acılığı ile yalnız kalbinde değil, hafızasında da büyük yaralar açılmıştı. (67) Hamdullah Suphi Tanrıöver'den bizlere kalan eserlerden ikisi önemlidir. Edipliği ile hatipliğini bağdaştıran bu ürünler Güne Bakan ile Dağ Yolu'dur. Evet, onu hitabet dağının tepesine çıkartan eser, Dağ Yolu'dur. Gençlik yıllarının sihirli, akıcı kalemi ile -her biri, ayrı ayrı konuları öylesine kısaltarak- işlediği, karanlıkları ışığa boğan bir sabahı müjdeleyen Güne Bakan da, onun coşku dolu bir eseridir. (68)
-Abdülhak Şinasi Hisar'ın bütün kitaplarındaki tipler, birer hayal mahsulü değil, hayattan alınmış, gerçekten yaşamış kişilerdir. Fahim Bey ve Biz kitabındaki kahraman, Fahim Bey, çevresinde yaşadığı bir hariciyeci olan Fatin Bey'dir. Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği'ni yazarken annesinin teyzezadesi ile evli olan, kısa bir müddet hariciye memurluğu yapan, İlhami Bey'in adını değiştirmiştir. Konusunu halasının kocasının yaşantısından alan Çamlıca'daki Eniştemizin, aslı Çamlıca'daki Deli Eniştemiz iken, nasıl olsa, okuyanlar onun ruh dengesini hemen sezebilecekleri için, kitabın adından "Deli" kelimesini sevimsiz bularak çıkarmıştır. (82-83) (*Abdülhak Şinasi Hisar'ın Fahim Bey ve Biz adlı eseri -tek parti devrinde- 1941 yılında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin roman ödülünü üçüncü sırayı alarak kazanmıştı. Hisar, bu sonuçtan hem memnun hem değildi. İlk elemede jüriden 19 oy almışken, ikinci elemede Hisar'ın eseri üçüncülük ödülüne layık görüldü. İlk elemede Abdülhak Şinasi Hisar'ın Fahim Bey ve Biz adlı eseri jüriden 19 oy alırken, Peyami Safa'nın bir romanı 4, diğer romanı 2, Reşat Nuri Güntekin'in bir romanı 3, diğer romanı 2 oy almışlardı. Jürinin 23 üyesi son elemede 9 oyla birinciliği Halide Edib Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ına, ikinciliği Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban adlı romanına (8 oyla), üçüncülüğü de (6 oyla) Abdülhak Şinasi Hisar'ın romanına vermişlerdi.) (84)
-O, Fecr-i Ati olarak tanınan edebiyat akımının yıldızlarındandı. Bunların arasında, ilk defa Anadolu'yu tanıyan ve tanıtan Refik Halid oldu. (94)
-Midhat Cemal'i 60 yıl önce tanıdım. Üniversite öğrencisiydim. Talat Paşa'nın "Adanalıların babası" diye nitelendirdiği Sultan Reşat döneminde Nafia Nazırlığı yapmış olan -yengemin ağabeyi- Ali Münif Bey, Midhat Cemal'le bacanaktılar. Münif Bey, İstanbul'a geldikçe, küçük büyük hemşerilerini arar, Mülkiye-i Şahane'den sınıf arkadaşları Hüseyin Cahit Yalçın ile Prof. Hasan Tahsin Ayni'yi bulur, bu arada, mutlaka bacanağı, Beyoğlu 4.noteri Midhat Cemal'e uğrardı. (101) 1950 sonbaharında, eşimin yeğeni ile Midhat Cemal'in bacanağının oğlu Beyoğlu Evlendirme Dairesi'nde nikahlandılar. Şahitlerden birini Midhat Cemal, ötekini İbnülemin Mahmud Kemal olarak düşünmüştük. Ne var ki, İbnülemin, Midhat Cemal ile bir masada oturmayı kabul etmedi. Geçmişteki eski dostlukları -basına yansıyan bir eleştiri yüzünden- iyi bozulmuştu. İbnülemin nikah salonunun gerisine doğru oturdu. Nikahtan sonra genç gelin, şahidi olan Midhat Cemal'in elini öpmek istedi. Fakat Midhat Cemal ondan daha atik davranarak -torunu yaşındaki- gelinin elini öptü. Fazla tutucu olan İbnülemin Mahmud Kemal, bu sahneye dayanamadı. Oturduğu iskemleden hızla kalktı. Yüksekçe bir sesle: "Bakın hele şu kart zübbeye. Burasını Eski Pera'ya çevirdi", diyerek salonu terketti. (104) Mithad Cemal, Sultan Abdülhamid'in çok sevdiği, Hicaz Valisi Ahmet Ratip Paşa'nın en güzel torunlarından Naile Hanım'la evliydi. (105)
-Celal Esad Arseven İngiltere'nin ünlü başbakanı Churcill ile aynı yılın aynı gününde ve aynı saatte doğmuştu. Meslekleri, öğrenimleri, sanat tutkuları ve uzun yaşamları bakımından benzerlikleri vardı. Bu benzerlikleri dolayısıyla, ömürlerinin sonuna doğru, aralarında yazışmalar oldu. Yaptıkları resimlerden yazdıkları kitaplardan birbirlerine armağan gönderdiler. (110) İşte Celal Esad bu suretle Harbiye’de de okur, mezun olunca pırıl pırıl sırmalı elbiseler giyinerek ve kılıç kuşanarak Abdülhamid’in yaverleri arasına karışır. Celal Esad, Abdülhamid’in yaverleri arasında, fazla sivrilemedi. Aslında, tepesinden tırnağına kadar sanata yönelik bir kişiydi. Bu bakımdan mesleğine ısınamadı. Diğer yaverlerin çoğu paşalığa kadar yükselirken o teğmenlikle başladığı yüzbaşılıkla sürdürdüğü yaverlğini, on yüzbaşılıkla sonuçlandırdı. (114) Celal Esad Bey üç kere evlenmiştir. İlk eşi Fransız, ikincisi Alman, üçüncüsü Türk’tür. Birincisiyle aşk izdivacı, ikincisiyle kültür, üçüncüsüyle huzur evlenmesi yapmıştır. (116) Celal Esad, İstanbul’da 1901’de ilk otomobili kullananlardandır. (118) Uygar nesnelere karşı yaratılıştan meraklı bulunan Celal Esad’ın, özel izinle sipariş ettiği üç tekerlekli otomobil, devrinin konusu oldu. Arabayı çalıştıran Celal Esad, ilk önce üstüne binemediği ve çok korktuğunu kahkahalarla anlatırdı. İlk defa Kadıköy’de, ömrü boyunca yakın dostu olan Salah Cimcoz’la birlikte binmişler. Kendi kendisine yol alan bu atsız arabanın çıkardığı gürültü üzerine halk toplanmış. Polislerle bekçiler bu araç karşısında şaşırmışlar ve üstündekilere bu aracı durdurmaları için avazları çıktığı kadar bağırmışlar. Bu aracı canavar olarak nitelemişler. Bir müddet sonra bu otomobil Salah Cimcoz’un evinin bahçesindeki bir tahta sundurmaya çarparak parçalanmış. (119)
-Nesimi de Ozansoy ailesinin dedelerindendir. Nesimi’den İbrahim Cehdi’ye tarihçi Sait Paşa’dan Süleyman Nazifle kardeşi Faik Ali’ye kadar yedi kuşaktan şair bir ailenin devamını, UNESCO’da Büyükelçiliği sırasında iki yıl öncesi kaybettiğimiz Munis Faik Ozansoy bilinçli bir surette temsil etmişti. Aile bu yetenekleri ile sanırım ki en uygun soyadını seçmişti. Faik Ali, büyük bir sanatsever, değerli bir şairdi. 74 yaşına kadar kalemini bırakmayan şair Faik Ali, edebiyat tarihimizde Edebiyat-ı Cedide devrinin son sütunlarındandı.(145) Ozansoyların ailesinde iki Süleyman Nazif, iki İbrahim Cehdi adı vardı. Bu aile soy itibariyle Diyarbakır’ın tanınmış kişilerindendi. Ailede tarihçi, idareci ve bir hayli de şair yetişmişti. İlk Süleyman Nazif (1771-1808) onun oğlu İbrahim Ceddi (1787-1833) onun oğlu tarihçi Sait Paşa (1832-1890)’dır. Bu Sait Paşa yukarıda değindiğimiz gibi Mirat-ı Liber adlı 10 ciltlik tarihi olan bir idarecidir. Eserinin bir kısmı basılmış olup basılmayan kısmı, halen İstanbul Arkeoloji müzeleri kütüphanesinde bulunmaktadır. Sait Paşa’nın kitapları ile notları, büyük oğlu Süleyman Nazif tarafından hemşirelerinin kocası Şükrü Bey’in (İzmir Suikastı nedeniyle asılan) Maarif Nazırlığı sırasında bu kütüphaneye armağan edilmiştir. Sait Paşa’nın Mardin’de mutasarrıfken öldüğü bilinmektedir. Büyük oğlu ünlü ve ateşli edibimiz Süleyman Nazif’tir (1870-1927). Faik Ali Ozansoy (1876-1950) tarihçi Sait Paşa’nın küçük oğludur. Şair Munis Faik Ozansoy (1911-1975) ise Faik Ali’nin büyük oğludur. (146-147) Faik Ali şiir yazarken de mektup yazarken de –eski devrin yazı aleti olan- kamış kalem kullanırdı. (151) Gece yarısından sonra, başında Kur’an okuyacak birini bulmaktaki müşkülatı karınca kaderince gidermek için, abdest alıp Kur’an okumak bana nasip oldu. Refikası Mevhibe Hanım ile çocukları ve evlatlıkları Emine, muhterem ölünün başucunda sabahladı. (156)
-Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında, son genel sekreteri Munis Faik Ozansoy’dur. (161) Munis Faik, edebiyat ve sanat görüşünde Orhan Veli ile uyuşmazlık içerisindeydi. Aralarındaki anlaşmazlık pek de yüz yüze olmadı. Münakaşalarını gazete ve dergilerde ima yolu ile belirttiler ve birbirlerini örselediler. Karşılıklı şiirlerle birbirlerinin görüşlerini yerdiler. (162) 27 Mayıs 1960 gecesi kalbi dağlanmış, ihtilalin en tehlikeli dakikalarını kalbi göğsünden fırlayacakmışçasına tarifine imkân olmayan heyecan ve korku içerisinde yaşamış bir kişiydi. (168)
-İlk Millet Meclisi’nde şiddetli konuşan üç muhalif vardı: Bunlar; Trabzon Mebusu Ali Şükrü, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Ulaş, Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemali Öğütçü idiler. (173) Ne var ki, Ahali Partisi ancak üç ay yaşayabildi. Hükümeti ve Cumhurbaşkanlığını şiddetle eleştirildiğinden –koğuşturma açılması, doğrultusunda Adalet Bakanlığı’ndan Adana Cumhuriyet Savcılığı’na gelen şiddetli emir- Abdülkadir Kemali’ye gizlice duyuruldu. Kemali, böyle bir cezaya çarptırılacağını sezince, parti kurucularından Alemdarzade Av. Mahmut Bey’le beraber, bir gece sınırı geçerek Suriye’ye sığındı. O sıralarda Suriye Fransız sömürgesiydi. Abdülkadir Kemali Bey, Halep, Şam, Beyrut, Kudüs ve Antakya şehirlerinde 8 yıl, acı bir sürgün hayatı yaşadı. 12 Aralık 1931’den itibaren Halep’de yayınlanan el-Vakit gazetesinin başyazarlığını yaptı. Abdülkadir Kemali Bey 1930 yılının son ayının son günlerinde yurdu terk ederek Suriye’ye gitmişti. Oradaki yaşamını daha iyi sürdürebilmek için önce Arapçasını ilerletti. O derece ilerletti ki Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmeye kalktı. Ayetlerin anlaşılmayan manalarını yorumlayacak kadar din konularına daldı. Sonunda “Allah Yok Mudur?” diye İslam dünyasında yankılar uyandıran bir kitap yayınladı. Bir ara avukatlık yaptı. Antakya’daki Vakit gazetesinin Türkçe bölümüne makaleler yazarak geçimini sağladı. Öte yandan bitkiler üzerine denemeler yaptı. Her bitkinin bir hastalığa yararlı olduğunu bu denemelerle ispat etmeye çalıştı Hatta bir Bitki Kamusu hazırladı. Genellikle dostlarından hastalık şikâyetleri işitirse, bazı bitkileri kaynatarak bunları ilaç olarak vermeye başladı. Ancak ne var ki, Ankara’da öldüğü hastahanede görüştüğüm bir doktor, onun böbrek yollarının kaynatılmış bitki sularıyla tamamen tahrip edilmiş olduğunu ve ifrat derecede bitki suyu kullanmasının ölümüne neden olduğunu söylemişti. (179)
-İstişareler sonunda, Şehzade Ömer Faruk Efendi, Salih Keramet Bey ile birlikte 1910 yılının sonuna doğru Avusturya’ya gönderildiler. Osmanlı Hanedanından ilk defa bir şehzade yurtdışında eğitim görüyordu. Kaderinde, ileride padişahlık yolu gözükürse, Batı kültürlü oluşunun yararı hayal ediliyordu. O dönemin Hidivi Avusturya’da, aynı okuldan mezun olmamış mıydı? Salih Keramet Bey, 5 yıl Avusturya’da Şehzade Faruk Efendi’nin eğitim ve öğretimi ile meşgul oldu. 1.Dünya Harbi’nin yayılması üzerine, İstanbul’a döndüler. Keramet Bey, bir müddet sonra –masrafı Abdülmecid Efendi tarafından verilerek- Viyana’ya ateşelik görevi ile gönderildi. Burada İtalyan kökenli bir kızla evlendi. Salih Keramet Bey’in Viyana’da evlenerek İstanbul’a getirdiği kadın, Hatice adını alarak, Müslüman oldu. Hatice Hanım, uzun yıllar Salih Keramet Bey’le mutlu bir yaşantı sürdükten sonra öldü. Nigar Hanım ailesinin Rumelihisarı’ndaki aile mezarlığına gömüldü. Nigar Hanım’ın torunu mimar ve ressam Metin Nigar tarafından şekillendirilen bu aile mezarlığı Nigar Ailesinin son durakları oldu. Nigar Hanım’ın babası ve çocukları ile gelinleri, torunları bu kabristanda yatmaktadırlar. Salih Keramet Bey, Viyana dönüşünde Abdülmecit Efendi’nin hususi kâtibi olmuştu. Abdülmecit Efendi’nin şehzadeliği dönemindeki bu görevi, onun veliahtlığında ve halifeliğinde de devam etti. (185-186)
-Ahmet Rasim adı, onun yaşamı süresince insanın hatırına hemen “içki”yi getirirdi. Bu alanda Neyzen Tevfik birinci gelirse, Ahmet Rasim ikinci sayılabilirdi. En çok içki içmiş kişilerdendi. (191) Yakın yıllara kadar, baba ile oğulun, hele dede ile torunu birbirlerinin karşısında sigara içtikleri görülen olaylardan değildi. Böyle bir hareket en büyük saygısızlık sayılırdı. Oysa Ahmet Rasim, hem oğlu hem torunu ile musiki toplantılarında kadeh tokuşturan nadir kişilerdendi. Ne var ki oğlu Mazlum Bey’de, kızından doğan torunu, ünlü bestekârımız, Osman Nihat Akın da Ahmet Rasim’in neslinden gelen ve içki yüzünden erken ölen kişilerdendir. Üstad Ahmet Rasim, 21 Eylül 1932 günü Heybeliada’da öldü. (192) Ahmet Rasim Bey’in oğlu Mazlum Bey, babasının gazeteciliğine imrendiyse de başarılı olamadı. Ahmet Rasim’in kızından doğan torunu Osman Nihat, döneminin sevilen bir bestekârıydı. (193) Osman Nihat bu sanata yıllarını verdi. En ünlü şarkısı “Bir İhtimal Daha Var”dı. 40’dan fazla beste yapan Osman Nihat Akın, aynı zamanda yazardı. Özellikle spor konularının başarılı yazarlarındandı. Yazılarını Ofsayt ve Ney Dede adlarıyla yayınlardı. (193)
-İsmail Habib Sevük sevap işler gibi yazı yazar; ibadet eder gibi şiir okurdu. (199) İsmail Habib, Sındırgılı Jandarma Binbaşısı Mustafa Habib Bey’in oğludur. Habib Bey, tabur ağası olarak Edremit’te bulunduğu sırada İsmail Habib, 1892 yılında doğdu. (200) 18 Ocak 1954 tarihinde, 62 yaşında iken, gırtlak kanserinden öldü. İsmail Habib Sevük hiç evlenmemişti.(200)
İletişim Yayınları, 1992 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder