16 Haziran 2025

SAHAFLAR ÇARŞISINDA GÖRÜP İŞİTTİKLERİM – TURAN TÜRKMENOĞLU

-Bugünkü Bedir Yayınları’nın bulunduğu yerde eskiden Sarhoş Mustafa namıyla maruf kelepir kitap satan Mustafa Amca vardı. Mustafa Amca şair ve yazarların büyük ümit ve hevesle bastırıp da satamadıkları kitapları alırdı. İyi ki o vardı. O almasa o kitapların birçoğu kâğıt fabrikasına gidecekti. Mustafa Amca, İran Konsolosluğu’nun arka duvarına sergi açar, açtırır; Anadolu’dan gelen kitapçılar, mutlaka ona da uğrar, bir “çeşit” yaparlardı. Mustafa Amca, birdenbire dükkândan uzaklaştı, bir süre oğlu İsmail ilgilendi, daha sonra o da işi terk etti, gitti. Sonradan öğrendik ki İran Konsolosluğu’nun duvarına sergi açan ve “Ayakçı Mehmet” diye anılan yaşlı biri varmış ve akşamları da kitaplarını Mustafa Amca’nın dükkânına bırakırmış. Soğuk havalarda da o dükkâna sığınırmış. Bu adam hastalanmış ve ameliyat olması gerekiyormuş. Ona: “Sigortan yoksa masrafları senin karşılaman gerekir” demişler. “Ben, Mustafa Bey’in yanında çalışıyorum, sigortamı yaptırmış olması lazım” demiş. Sonunda durum, sigorta müfettişlerine ve mahkemeye kadar intikal etmiş. Adamın şahitleri, kendisini hep bu dükkânda gördüklerini söylemişler. Neticede Mustafa Amca, 15 yıllık tazminat ve SSK’ya faizi ile birlikte prim borçlarını ödemeye mahkûm edilmiş ve üzüntüden yatağa düşmüş. Ne kendisini ne de oğlu İsmail’i bir daha görmedik.(30-31)

-1954 yılında R. Salih Yalman’la birlikte Allah Yolu dergisini çıkarmışlardı. Sloganları da Sühreverdi’nin “Nur saraylarının kapılarını bulabilenler, Allah yolunda yürüyenlerdir” vecizesiydi. Bu derginin yönetimini babam 5 ya da 6.sayısında R. Salih Yalman’a devretmiş, dergi 11 sayı çıkmıştır. (52-53)

-İstanbul’da dükkânlara tabela asma geleneği Balkan Savaşı sırasında başlamıştı. O günlerde yabancılar, iktisadi nedenlerle kimliklerini saklıyorlarmış. Buna göre de azınlıklar ve yabancılar, firma sahip ya da ortaklarının isimlerini “A. ve Mahdumları” veya “A. ve Şürekâsı” şeklinde yazdırıyorlarmış. Enver Paşa’nın emriyle dükkânlara asılan tabelalar değiştirilmiş ve standart tabelaların asılması talimatı verilmiş. Buna göre tarif edilen tabelaların zemini kırmızı olacak, üzerine de beyaz renkle isimler yazdırılacakmış. İsimler de kısaltma yerine “Ahmet mi, Agop mu, Andon mu, Arşak mı?” her ne ise açık olarak belirtilecekmiş. Savaş sırasında tabela asmak zorunlu olunca da herkesin dini ve milliyeti ortaya çıkmış. Bu arada halk, cezalandırma korkusuyla yabancılardan alışverişi kesmiş. Bu uygulamanın da Enver Paşa’nın emri ile yabancılara karşı bir nevi boykot olduğu söylenmiş. (64)

-Sahne kıyafetleri ve takımları çoğunlukla İsmail Dilmen Amca’nın dükkânında duran orta oyuncuları, meddahlar, kuklacılar ve hokkabazlar da çarşıya sık sık gelirdi. İsmail Amca’nın vazgeçilmez yardımcısı Şükrü Yesukay ise tiyatro sanatçısı Gazanfer Özcan’ın dayısı idi. Karagöz, kukla ve orta oyuncusu Şükrü Yesukay; işe gitmediği akşamlar, Azak Yokuşundaki Göül Ülkü – Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nun kapısında bilet keserdi. (74)

-1916 doğumlu olan Muzaffer Ozak, 13 Şubat 1985’te vefat etti ve onun ölümüyle Sahaflar Çarşısı çok şey kaybetti. Kendisiyle 50 yıllık hukuku olan babam, ona “Ağabey” diye hitap ederdi. İkisi de Gümülcineli Ayaklı Kütüphane Mustafa Efendi’den ders görmüşlerdi. Cuma günleri, Çadırcılar Caddesi’ndeki Camili Han’daki mescitte vaaz edip Cuma namazını kıldırırdı. (85)

-Eski İstanbul’u gayet iyi bilen, çocukluğu ve gençliği Karagümrük’te geçmiş olan Hacı Muzaffer Ozak’ın genç denecek yaşta vefat eden ağabeyi, merhum Refii Cevat Ulunay’ın Sayılı Fırtınalar kitabına da konu olmuş; “Yangın Var” filmi, onun hayatından esinlenerek çekilmişti.(86)

-27 Mayıs 1960 İhtilali’ni takip eden sert rüzgârların estiği günlerde Hacı Muzaffer Ozak; Ali Bilici, Halil Eser, Selahattin Demirtaş, Hüseyin Çörüş, Mehmet As ile birlikte; “siyasi veya şahsi nüfuz ve menfaat temini maksadıyla dini veya dini hisleri yahut dince mukaddes tanınan şeyleri, dini kitapları alet ederek propaganda veya telkin yapmak”(2.dipnot / “6 Kitapçı ve Sahaf Dün Tevfik Edildi” 21 Haziran 1960)suçu ile itham edilip tutuklanmış; Cumhuriyet gazetesi de “Sabıkların Müsaadesiyle Yurda Sokulan Kitaplar” (21 Ağustos 1960) başlığı ile bu ithamı haberleştirmişti. (86)

-15.dipnot / Şevket Eygi için Mustafa Düzgünman “Derviş Vahdeti” derdi. (114)

-Galatasaray Lisesi’nde okuyan beş altı genç vardı ki Cumartesi Pazar günleri mutlaka Sahaflar Çarşısı^na uğrarlar, akşam namazından sonra Şevket Bey’i bulabilecekleri yer olan Turan Kitabevi’ne gelirlerdi. Sohbetin üzerine gelmişlerse büyük bir dikkat ve saygıyla dinlerlerdi. Bir gün sordum: “Ağabey, Nezih Uzel kendisi için ‘Ben imalat hatasıyım ama her şeyin hası Mekteb-i Sultani’den çıkar” diyor. “Nasıl yani?” dedi. “Sağcının en alası Şevket, solcunun da Çetin Altan’dır” diyor deyince güldü ve şöyle dedi: “Eh yalan değil” (116)

-İzahlı Büyük Dua Mecmuası, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın o yıl en çok satılan dini kitaplar listesinde ilk sıralarda idi. Babam, kitabın yeni baskısını yapmaya hazırlanırken ani bir karar ile çocukluk arkadaşı olan Y. Ziya Balçıkoğlu’nun oğlu Cahit Balçık ile Şakir Hoca’nın oğlu Mehmet Ali Çörüş’ün ortak kurdukları Balçık Kitabevi Halk Kitapçılık Kolektif Şirketi’ne kitabın yayın haklarını verdi. Halk Kitapçılık Kolektif Şirketi, Çemberlitaş Kız Ortaokulu’nun bulunduğu yokuşun alt sağ köşesindeydi. Salat-ı Tefriciye ve Salat-ı Tuncina isimli bir formalık bir dua mecmuaları vardı ki peynir ekmek gibi satardık. Ayrıca Hz. Ali Cenkleri, Yedi Âlimler, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Şahmaran gibi halk kitapları da yayımlıyorlardı. (131)

-Mustafa Kamran Ardakoç; 1940’ların Babıali’sinin tanınmış yayıncılarından; Çığır Kitabevi – Petek yayınlarının sahibiymiş. Birçok yazarın ilk kitabını o yayımlamış. Atatürk hayranı, deli dolu bir adam. Yaşça babamdan çok büyük olmasına rağmen bir dönem bayağı samimi olmuşlar. Öyle ki sefahat âlemlerine olan düşkünlüğü, 1949 yılında onu iflasa kadar götürmüş. O, zor günler geçirdiği zamanlarda Sahaflar Çarşısı açılırken babam, büyükbabamın itirazına rağmen yangından sonra düzenlenen çarşıda onun da dükkân sahibi olmasına tavassut etmiş ve ihaleye katılmasını sağlamış; üstelik kurada 17 numaralı dükkânı çekerek tam da dedemin karşı komşusu olmuş. (132-133)

-Esans ve omuzlarındaki torbayla kitap satmak, Darende esnafının herhalde geleneklerinde vardı. Bu insanların hakkını da teslim etmek gerek. Omuzlarına astıkları, şeker çuvalından bozma kitap rafı; boyundaki torbaya yerleştirdikleri Ebu Müslim Horasani, Battal Gazi, Kan Kalesi, Hayber Kalesi, Şahmaran, Karacaoğlan, Yunus Emre, Şah İsmail, Namaz Hocası, Mızraklı İlmihal gibi halk kitaplarını devletin ulaşamadığı, kitap götüremediği dağ köylerine hatta mezralarına kadar taşımışlardı. Bu sayede kitap okuma zevkini ve alışkanlığını kazandırdıkları gençler, ileride daha ciddi kitaplar sipariş ediyorlardı. Sıkı bir araştırma yapılsa yurdun dört bir köşesinde kitapçılık ve yayıncılık yapanların önemli bir bölümünün aynı yöreden olduğu kolayca anlaşılabilir. Aileden aynı çizgiyi takip edenler ve birbiri ile akraba olanlar da az değildir. (139)

-Mustafa Varlı da Halil Eser gibi esans ve kitap satan Darendelilerdendi. Piyasada en çok satılan hangi dini kitap varsa benzerini hazırlatıp kendi imzası ile yayımlayarak çarşıya ve yayın dünyasına yeni bir tarz getirdi (!) Yazdığı ciltler dolusu kitapla ilimde çok mesafeler kat etti (!). Öyle ki Kur’an-ı Kerim bile tercüme etti(!). Daha da ileri giderek “Şakir Hoca Kitabevi” yazılı dükkân tabelasının yanına Sema Kitabevi/Mustafa Hoca Kitabevi tabelası bile astırdı. Böylece Mustafa Varlı’nın hocalık şöhreti de bir anda yayıldı. İş arayanlar, hastası olanlar, aile sorunu olanlar, sınava girecek olanlar kapısında kuyruk oluşturmaya başladı. Mustafa Varlı, 2005 yılında vefat eden Hüseyin Çörüş’ün eşi ile anlaşarak dükkânı İstanbul Büyükşehir Belediyesinden devraldı. 2010 yılında da dükkânını devrederek Sahaflar Çarşısı’ndan ayrıldı. (156-157)

-Sabri Ülgener’in asistanı Ahmet Güner Sayar da İngiltere’den yeni dönmüş; hocasının kitaplarının yeniden basımını üstlenmişti. Tabi ki İbrahim Derbeder’e teklif edecekti ve o da öyle yaptı. Hocasının kitaplarını ve kendi kitaplarını Der’den yayımlattı. Ahmet Güner Sayar, haftada bir iki defa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Tıp Tarihi bölümünde yapılan Süheyl Ünver’in toplantılarına da katılmaya başlamıştı. Çelebi ailesinin dostu olan Abdülbaki Gölpınarlı’yı tanımış, Hoca’nın da yıllardır basılmayan eserlerinin Der Yayınları’ndan çıkması için tavassut etmişti. İbrahim Derbeder, yayınevini 2000 yılında tamamen Cağaloğlu’na naklettikten sonra giderek çarşıdan koptu. (163-164)

-Hamdullah Suphi Tanrıöver’in yeğeni Müteferrikacı Baki (Kocamemi) Bey, Bankacı Hayri Bey ve daha başka birileri; yaz aylarında Çınaraltı’nda, soğuk ve yağışlı havalarda Kapalıçarşı’daki Şark Kahvesi’nde toplanırlar, aldıkları nadir bir seyahatname, Müteferrika baskısı bir kitap veya kartpostalı birbirlerine gösterip üzerine saatlerce konuşurlardı. (179)

-Enderun Kitabevi’ni 1969 yılında İsmail Özdoğan, İsmail Erünsal ile Mustafa Uzun’un da aralarında bulunduğu 10 kişilik bir grup kurmuştu. İsmail Özdoğan’ın emekli olmasıyla zamanla ortaklar ayrılmış ve kitabevi İsmail Özdoğan’a kalmıştı. Büyük oğlu Ahmet, okul tatilinde babasına yardıma gelirdi, sonraları küçük oğlu Sinan da gelmeye başladı. Orası adeta Necdet ve Nedret İşli kardeşlerin “acemi ocağı” oldu. Merdivenlerin tam karşısındaki kunduracı dükkânı Enderun Kitabevi olduktan sonra ilim adamlar, mütefekkirler, edebiyatçılar, tarihçiler, şairler, yazarlar, şarkiyatçılar, akademisyenler, Türkologlar, bilim insanları ve geleceğin münevverlerinin limanı gibiydi. Yayıncılık da yapan İsmail Özdoğan, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuasını yeniden yayımladı. Altmış civarında kitap bastı ve Osmanlı Araştırmaları Dergisi’ni okuyucularla buluşturdu. (187-188) Emekli havacı astsubayı olan Enderuni İsmail Ağabey, 1932 yılında Amasya Gümüşhacıköy Hacıyahya’da doğmuş. 4 Eylül 2012 tarihinde de İstanbul’da vefat etti. 6 Eylül 2012 tarihinde, Üsküdar Karacaahmet Şakirin Camii’nde kılınan ikindi ve cenaze namazının ardından Sahrayıcedit Mezarlığı’na defnedildi. (188)

-Bir bakarsınız iki üç gün dükkânını açmaz, bir bakarsınız ki geç vakitlere kadar dükkânından çıkmaz. Nizamettin Bey Amca, öncelikle yabancı dildeki kitaplarda uzmandı ve herhangi bir kitabı ortasından açtığı zaman ne olduğunu söyleyecek mesleki vukufiyeti vardı. Bu yüzden de bilgiçleri anında bozardı. Metrekare ile kitap isteyen bir müşteriyi azarlayıp kovduğunu herkes bilirdi. Türkçeyi kötü kullananların da yaşına, mesleğine bakmaz, anında tenkit ederdi. Yenişehirli Avni’nin torunuymuş, Mevlevi ve Bektaşi olduğu rivayet edilirdi. Biricik oğlu Şevket Aktuç da babamın çocukluk arkadaşıydı. Nerede ise beraber büyümüşler. Yeniden düzenlenen Sahaflar Çarşısında çekilen kurada 2 numaralı dükkân Nizamettin Bey Amca’ya 4 numaralı dükkân da babama çıkmış. (188)

-İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın vefatı dolayısı ile yarım kalan Hoş Sada isimli eseri, Nizamettin Bey’in ağabeyi Avni Aktuç tamamladı. Erol Şadi Erdinç de her fırsatta kütüphanesindeki birçok kitap ve nizamnameyi Nizamettin Bey’den çok uygun fiyatlarla aldığını söylerdi. (190)

-İbrahim Manav, çarşıya yeni bir soluk getirdi. Yumuşak tavrı, mükrim hali, onu aranılır kıldı. Yurttaş Kitabevi’ndeki tezgâhtarlık döneminden onu tanıyanlar, yeni dükkânında ona destek veriyorlardı. Dükkânı, kısa zamanda birçok araştırmacı ve akademisyenin uğrak yeri oldu. O günün öğrencilerinden olup da bugün çok önemli mevkilerde bulunanlar ve hatta dünya çapında şöhrete sahip kimseler vardır. (207)

-Bu kitap yayına hazırlanırken Rıfat N.Bali’nin Türkiye’de Kitap Kolleksiyonerleri ve Sahaflar isimli kitabının 196’ncı sayfasında “…Geçenlerde bir sahafta Edebiyat Fakültesi hocalarından Prof.Cavit Baysun’un dedemin ölümü üzerine kaleme aldığı makalenin eski yazı el yazmasını buldum…” yazdığını okudum. Sevan Nişanyan, bana aradığı bir kitabı sorarken “Bedros Nişanyan’la akrabalığınız var mı?” diye sormuştum. Dedesi olduğunu söyleyince bahsi geçen yazı ve gazete kupürünün fotokopisini vermiştim. Kaynak göstermenin dışında, kendisinden teşekkür beklerdim. Doğrusu kadirbilmezliğine üzülmedim desem yalan olur. (230)

-Arslan Bey, 1956 yılında babam Adnan Türkmenoğlu’ndan boşalan 4 numaralı dükkânı devralmış ve bu devir, hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olmuş. Dükkânı devraldıktan iki yıl sonra Binbir Bilmece adlı ilk kitabı Altın Eserler Yayınevi tarafından yayımlanmış(1958). 1960 yılında ise Türkiye’deShakespeare, Shakespeare’de Türkiye isimli eseri, kendi kurduğu Elif Yayınları tarafından yayımlanmış. 1 Kasım 1960 tarihinden itibaren bu kez sekreterliğini üstlendiği Kitap Belleten-Aylık Bibliyografya Kültür Tarihi Dergisi’ni yayımlamaya başlamış. Bu yayının sahipliğini ve sorumlu müdürlüğünü İlter Aymakoğlu üstlenmiş. Bu dergide de Basın Tarihi Bibliyografya Çalışmaları yanında “Ferhat Sılacı” müstear ismiyle güncel konularla ilgili yazılar kaleme almış. Bugün bile eksikliği hissedilen zengin içerikli dergi, 43 sayı yayımlandıktan sonra kapanmış. Arslan Kaynardağ’ın Elif Yayınları’ndan çıkan kitaplarından biri de tanınmış sekiz felsefeci ile yaptığı söyleşilerdir ve 1968 yılında yayımlanan bu eser, Felsefecilerle Söyleşiler ismini taşımaktadır. Yayımlanmış daha pek çok eseri vardır. (250) Arslan Bey, Elif Kitabevi adını, küçük yaşta kaybettiği kızının adını yaşatmak için koyduğunu söylerdi. İnsanlara karşı daima mesafeli duruşu, o müesseseyi farklı bir konuma getirmişti. Dükkânının dekoru, vitrin tanzimi, satılan kitapların çeşidi, hatta fiyatları bile farklıydı. Lüzumsuz konuştuğunu ve müşterisine çay ikram ettiğini gören olmamıştır. Belki de ülkemizde düzenli kitap ihraç eden ilk kitapçı Arslan Bey’dir. Türkiye ve Türkoloji alanında Avrupa ve Amerika’daki bütün resmi, özel kütüphanelerle bilhassa üniversite kütüphanelerine kitap ihraç ederdi. Yayımlanan her telif eserden en az beşer tanesine cilt yaptırırdı.(250)

-Yakup Sargut, Arslan Bey’in yanında emekli oldu ama Arslan Bey ona vefasızlık etti. Emekli olduktan sonra Manisa’da yaşayan ağabeyi Ali Efendi’nin yanına yerleşmişti, ama bir müddet sonra İstanbul’a döndü. Sağlığı bozulan ve zor günler geçiren Yakup, emekliliğin tadını çıkaramadan öldü. (261)

-Arslan Bey, 4 Haziran 2008 Çarşamba günü vefat etti. 5 Haziran 2008 tarihinde de Beyazıt Camii’nde öğlen namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Yayla Mezarlığı’nda defnedildi. Vefatından birkaç gün önce de Gani Yener Ağabey evine ziyarete gitmiş ancak Arslan Bey, kapısının arkasından konuşarak kimseyi görmek istemediğini söylemiş. Birkaç gün sonra da Osmanoğlu Kliniği’ne telefon ederek gelip almalarını istemiş! (266)

-Hurdacıyla anlaşıp kamyonu çarşıya çektirdim. Dükkânı tıka basa doldurdu. Tasnifi de günler sürdü. Duyan geliyordu. İşin aslı anlaşıldı. Meğer Abdüllatif Suphi Paşa Konağı Tıp Tarihi Müzesi olarak tahsis edilmiş ve Almanya’dan yeni dönen Arslan Terzioğlu, müzenin başına getirilmiş, bu arşive de ihtiyacı yokmuş. Tasnif edilen kitapların bir bölümünü Milliyet Gazetesi Arşivi, bir bölümünü İRCİCA, bir kısmını da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü için Nil Sarı Hanımefendi gözyaşları içinde satın aldı. Bir an kendimi suçlu gibi hissettim. Sanki arşivi hurdacıya ben satmışım gibi. Rahmetli Seyfettin Manisalıgil haber vermeseydi hepsi SEKA’ya gidecekti. (288-289)

-İhtilalin rüzgârı esmeye devam ediyor. CHP muhalifi olarak bilinenler toplanıyor; rüzgâr, önüne kattığı yaprağı sürüklüyor. Olay da Milliyet gazetesinde, masa başında (4.dipnot / Daha önce değindiğim bir komşunun ihbarı ila yapılan bu aramanın haberi, maksatlı olarak çarpıtılarak verilmişti. Zira babam ve büyükbabam bu vadide tanınmış kimselerdi, onların soyadını öğrenmek zor olmayacaktı. “Kitapların ekserisinin Said-i Nursi’nin eserleri olduğu açıklanmıştır” şeklindeki açıklama tamamen yalandı. Babamı yakından tanıyanlarında çok iyi bildiği gibi babam Said-i Nursi’den hoşlanmaz onun “Türk düşmanı olduğunu, Kürtçülük yaptığını” söylerdi. Yıllar sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Erol Cihan, bir sohbet esnasında “Babanı çarşıdan ihbar etmişler, kitapları inceleyerek raporunu ben yazdım. Müsadere edilen kitaplarda suç teşkil edecek bir şey yoktu. Eski harflerle basılı olduğu için İnkılap yasalarına mugayirdi” demişti.) hazırlanan haberle “Sahaflar Çarşısı’nda Yine Arama Yapıldı” başlığı ile veriliyor. (3.dipnot / 18 Şubat 1961) (299-300)

-1985 yılında Ayhan Aktar ve Uğur Güraçar; Tünel’de, Galip Dede Caddesi’ndeki Matmazel Talya Nomidis’in dükkanını devren alarak Pera Kitapçılık Ltd. Şirketi’ni kurmuşlardı. O günlerde İnkılap Kitabevi’de (12.dipnot / İnkılap Kitabevi; Ankara Caddesinde Gabris Fikri tarafından kurulmuş. Ondan da oğlu Nazar Fikri devralmış. 1962 yılında Aka Eren Yayınları ile birleşen İnkılap Kitabevi; “İnkılap ve Aka Kitabevi” olarak yayın hayatında hizmet verdi. 1984’te ortaklık sona erdi ve yayın hayatına yine İnkılap Kitabevi olarak devam etmeye başladı. Arman Fikri, İnkılap Kitabevi’ni sanayi haline getirdi ve merkezini Yenibosna’ya taşıdı) temizlik yapmış, eski kitapları kapının dışına çıkarmıştı. Ucuz fiyatla satıyordu. Ayhan Aktar geçerken görmüş ve dükkânına çeşit yapmak için kitapları satın almış, beni de uyardı. Ben gidinceye kadar kitapların çoğu seçilmiş ve bana MEB klasikleri kalmıştı. Mükerreri, nadiri ne varsa aldım. Adet olarak bine yakındı. Ayhan ve Uğur meslekten gelmemişlerdi, ancak akademik eğitim görmüş, vizyonları geniş gençlerdi. Yurtdışından Türkiye ile ilgili eski tarihli kitaplar ve gravürler temin ederek sahaflığa yeni bir pazar, yeni bir soluk getirdiler; bir yeniliğe imza attılar. Kendileri bizzat gidip Londra’dan kitap, harita, gravürler getirmeye başladılar. Sahaflar Çarşısı esnafının yıllardır beceremediği müzayede organizasyonunu da bu iki genç adam başardı ve sahaflıkta bir çığır açtılar. Müzayede kataloğu hazırlarken de çeşidi arttırmak için piyasadan konsinye olarak kitaplar toplamaya başladılar. İlk müzayede 1985 yılında Taksim The Marmara Oteli’nde gerçekleştirildi. 100’den fazla kitap satışa sunuldu. Bir gün önceden teşhir edilen yabancı dilde kitaplar, ağırlıklı olarak Fransızca idi. Müzayedenin ilk turunu Engin Ardıç sundu. Fransızca telaffuzu ve davudi sesi dikkatleri çekmişti. O günlerde işsiz bir gazeteci idi ve pek de tanınmıyordu. İkinci turda ise Osmanlıca ve yeni harfli kitaplar vardı ve hepsi de sahafiye idi. Sunumu İbrahim Manav yapacaktı. (324-325)

-Adnan Kınay, eski yılları anlatmaya devam ediyor: “Adnan (Menderes) Bey İstanbul’a geleceği zaman bana haber verirler, Beyefendi’yi Yeşilköy Havaalanı’ndan alırdım. Geldiği saatlere ve programına göre hareket ederdik. Park Otel’de yemeğini yerdi. Benim ve şoförüm için ayrı masa açılırdı. Beyefendi çapkın adamdı, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan Ferit Sözen’in karısıyla Maçka’daki evde buluşurlardı. Evin önüne yanaşır, şoför evin penceresine bakardı. Pencere koluna eşarp asılmışsa “Haydi adaş, beni otele bırak” derdi. İhtilal söylentileri ayyuka çıkmış, biz de istihbari araştırmalarımızı artırmıştık. İhtilali, günü gününe küçük bir pusulaya yazdım ve Eskişehir’e yolcu ederken ceketinin cebine koydum. Okumadığı o pusula, Yassıada duruşmalarında ceketinin cebinden çıktı.” Adnan Ağabey’in anlattıklarına bazen gülüyor bazen de onu şaşkınlıkla dinliyorduk. (354)

-Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmaya başlayan Adnan Kınay’ın anılarını okuyan Abdullah Tanrınınkulu ve eşi Gülçin Hanım, ellerinde bir dosya ile geldiler. Gülçin Hanım, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yeğeni ve tek varisi idi. Kitapların telifi ve yazarın marka olmuş ismi ile rahat bir ömür sürdüler. Günümüzde müze olan Heybeliada Demirtaş Sokak’taki evlerini Kültür Bakanlığı’na devreden Gülçin Hanım, daha sonra pişman olup evi geri istemişti. (359) Abdullah Tanrınınkulu aslında sağlık memuruymuş. O zamanlar Heybeliada Sanatoryumunda çalışıyor; Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın da iğnesini yapıp tansiyonunu ölçerek sağlık hizmetlerine koşturuyormuş. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yeğeni Safter Hanım’la evlenince evin damadı oluvermiş ve bütün işlerin takibini üstlenmeye başlamış. Safter Hanım ölünce yine aileden Gülçin Hanım ile evlenmişti. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yayıncısı da Tüccarzade İbrahim Hilmi Bey’dir. 1963 yılına kadar Hilmi Kitabevi olarak faaliyetini sürdüren Hüseyin Hilmi Çığıraçan’ın dükkânında da çalışmış. Kitaba ve eski eserlere karşı ilgisi ve bilgisi vardı. Bir ara gazeteci yazar Niyazi Ahmet Banoğlu ile de ortaklık yapmış, Pınar Yayınları’nı kurarak naşirliği denemiş fakat umduğunu bulamamış. (359-360)

-Bu arada Masonluk denince Milis General Cevat Rıfat Atilhan’ı anmadan geçmek olmaz. Cevat Rıfat Bey, her yeni çıkan kitabından getirirdi. Babam da kendisine büyük hürmet gösterirdi. Dışarıdan bir şey yiyip içmez, ama bir yorgunluk kahvesini de reddetmezdi. (379)

-Yıllar önce dinlemiştim: Puro-Fay, Gripin fabrikasının sahibi Necip Akar, afiş ce broşür bastırmak için Sultanahmet’te Matbaacı Mehmet’e gelir. Pazarlıkta anlaşırlar ancak Matbaacı Mehmet, baskıları tamamlanan, fakat bir türlü sahibi tarafından teslim alınmayan dağ gibi yığını göstererek: “Bunlar çıkmadan yeni iş alamayız, zira dönecek alan kalmadı” der ve ona Cevat Rıfat Atilhan’ı anlatır. Dahası kâr amaçlı yapılan bir iş olmadığını ve bir türlü parayı tedarik edemediği için biten işi teslim almaya gelmediğini söyler. Bunun üzerine Necip Bey, konuyla çok ilgilenir ve: “Bunları hemen mücellide gönderin de kitaplar piyasaya çıkacak hale gelsin, sonra da kendisine teslim edin. Eğer sorarsa benim ismimi vermeyin” der. Bir müddet sonra şehir efsanesi haline gelen Necip Akar Bey’in şüpheli ölüm haberi duyulmaya başladı. Fabrikası da kapanmıştı. (379) Milis General Cevat Rıfat Bey’in 4 Şubat 1967’de vefat haberi İsrail’de “Türk Hitleri Öldü” diye gazetelerin manşetlerinden verilmiş. (380)

-Bektaşilikte, dervişin hanımı da intisaplı ise beraber yol alırlar. Babalık mertebesine ulaşılınca da karısı “anabacı” olarak anılır. Bektaşilikte yol evlatlığı, Alevilikte bel evlatlığı vardır. Sizin anlayacağınız Bektaşi doğulmaz, Bektaşi olunur. Biz karı koca birlikte Bektaşi olduk. O da benim gibi bütün merhalelerden geçti ve anabacılık makamına ulaştı. Turgut Reşadi Baba’yı can kulağı ile dinlerken gözlerim duvarlardaki levhalar ve resimler üzerinde geziyordu. Çok dikkatli bir kimse olduğunu bir defa daha anlamıştım. (389) Erenler. Buna meyhanede “rakı”, bizim dergâhımızda ise “dem” derler. Masadaki küçük bardağı göstererek: “Bunun adı meyhanede ‘kadeh’; bizde ‘peymane’dir. Meyhanede “kafa çekilir” burada “dem görülür”. Bir Bektaşi, katiyen meyhaneye gidip dem görmez. Bir de bizim sofra erkânımız vardır, demi ‘saki’ sunar; sakilik yapacak kimse yoksa Baba kendisi ‘sakilik’ eder. (390)

-Turgut Baba söze devam etti: “Erenlerim! Canlarım! Bektaşiliği ihya etmeliyiz! Masayı üniversitenin önüne kurmak lazım yani aydınlar bu işe el atmalı. Bektaşilik Türk kökenli bir tarikattır. Balkanlar’ı Türk ve Müslüman yapan alperenler Bektaşi’ydi. Arap milliyetçiliğinin karşısındaki kaledir Bektaşilik. (394)

-” Bu arayışlar esnasında Hacı Muzaffer Efendi’yle tanıştım. O da beni Raik Efendi’ye gönderdi. Cerrahpaşa'da Raik Efendi’nin dükkanını buldum, tanıştık, halimi anlattım. O da Bakırköy’de Mesut Koman’a (7.dipnot/ Mesut Koman (1900-1979) Sanat tarihçisi. Bektaşi tarikatına mensup, Konya’da çeşitli idari görevlerde bulunmuş bir zattır.) gitmemi istedi. Benim çarem onda imiş, Zuhuratbaba’da oturuyormuş. Evini buldum, Mesut Koman’a ulaştım ve kendisine halimi arz ettim. “Tire’de Kaplanköy’de Ali Baba Dergahında Hasan Baba (8.dipnot / Tire Ali Baba Dergâhı Postnişini Halife Hasan Balım Baba Erenler, 23 Şubat 1980 tarihinde vefat etmiştir) var, senin nasibin orada. Hasan Baba’nın okuryazarlığı yoktur, fakat arif adamdır. Sen zaten epey yol almışsın. Sil baştan yapacaksın, ama kısa zamanda, üç beş yılda ‘baba’ postuna oturursun. Zaman geçirmeden Tire’ye git” dedi. Bunları söylerken de parmağı ile sağ tarafındaki fotoğrafı işaret ederek Hasan Baba diyordu. (400)

-Nezih Uzel Ağabey; Cerrahi, Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarından icazetli olduğunu belirtmiş...(415)

-1983 yılı şubat ayında kitap tamamlandı. Tarihin Işığında Ermeni Dosyası adıyla 5000 adet bastık. Müracaatımız üzerine komisyon kararıyla Millî Eğitim Bakanlığı, bu kitabı yardımcı tarih kitabı olarak kabul etti ve Tebliğler Dergisi’nde tavsiye kararı yayımlandı. KKTC’nin 150 adet, Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’nün de 500 adetlik siparişleriyle kitabın satışı hızlandı. Birçok resmi ve özel kuruluşa gönderdiğim kitaplar için tebrik ve teşekkür yazıları geldi. Aynı günlerde A. Haluk Dursun’un Alper Gazi Giray müstear ismiyle yayıma hazırladığı Ermeni Terörünün Kaynakları isimli kitabını da Sinan Gözen yayımladı. (482)

-Şark Maarif Kütüphanesi’nin sahibi Hüseyin (Tutya) Amca – o yıllarda İkbal Kitabevi’nin sahibi idi- daha önce bahsetmiştim, büyükbabamla 1922 yılında Halil Nihat Boztepe’nin hazırladığı Nedim Divanı’nı ortak yayımlamışlardı. Küçük oğlu Sami de okul arkadaşımdı. Sami ayrıca eski sahaflardandı ve benim kadim dostumdu. (520)

-Üsküdar’da Sahaf Şems’in sahibi olan Yüksel Gölpınarlı Ağabey, arada sırada aksatsa da Cuma günleri Rızapaşa Yokuşu’ndaki Büyük Valide Han’da bulunan Caferilerin camiinde Cuma namazını eda ettikten sonra mutadı üzere uğrardı. Çay içerken daldan dala sohbet ederdik.(548)

-24.dipnot / Doğan Hızlan’ın 1966 yılında Konur Ertop’la birlikte bir bankadan kredi alarak kurdukları Eti Yayınevi’nin ilk yayınladığı kitap, İsmet Sungurbey ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin ve Varidat adlı eseri olmuştur. Laleli Ordu Caddesi’ndeki Eti Yayınevi’nin önünden gelip geçerken eğilip içeriye bakardım. Rafları boş kocaman bir dükkân ama içerde daima bir hareketlilik vardı. Yıllar sonra gözümün önüne geldiğinde içeridekilerden papyonlu olan zatın Doğan Hızlan, aksak yürüyenin İsmet Sungurbey ve elinden sigarası eksik olmayanın da Abdülbaki Hoca olduğuna hükmediyorum. Kısa bir ömrü olan Eti Yayınevi’nin bulunduğu mekân, daha sonra “Tilt Oyun” salonu oldu. Bugün ise bir tekstil mağazasıdır. (550)

-2020’de Abdülbaki Hoca’nın 1968 yılında Remzi Kitabevi’nden çıkan Kur’an-ı Kerim Anlamı isimli mealini 50 yıl sonra yayımlamaya karar verdik. Dizgiden gelen kitabın tahsisleri de bitti. Hüseyin Hatemi’nin yaptığı düzeltmeleri ve ilave ettiği dipnotları kontrol ederek ve tahsisli nüsha üzerinden son bir okuma daha yaparak Ramazan ayına yetiştirdik. (552)

-Sahaflar Çarşısı’nı besleyen damarlardan biri de Anadolu kitapçılarıdır. Anadolu’da dini kitaplara daima alıcı bulunmasına rağmen diğer konularda pek de müşteri çıkmaz. Bu nedenle çeşitli il ve ilçelerdeki kitapçılarda toplanan kitaplar için ya İstanbul kitapçıları davet edilir ya da burada gelip kendileri satar. (569)

Ötüken Yayınevi, 2023 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...