-Arayış ve deneysel tutumlardan sonra modern öyküyle ilk temas Samipaşazade Sezai'yle (1859-1936) gerçekleşir. Sezai, Küçük Şeyler (1891) ile modern öykünün ilk kusursuz örneğini verir. Karakter yaratmada, atmosfer oluşturmada ve olay örgüsü tutarlılığında modern öykünün gereklerini yerine getirir. Öykülerini coşkulu, duyarlı bir anlatıma yaslayan Samipaşazade Sezai, psikolojik tahlillerde neredeyse kusursuzdur. Öykülerindeki yüksek gözlem gücü ve ayrıntı zenginliği hemen ilk bakışta hissedilir. Tasviri belki de ilk kez işlevsel bir biçimde kullanır. (29) Edebiyat tarihçileri onun Tanzimat edebiyatını Servet-i Fünun edebiyatına bağlayan bir köprü olduğu konusunda hemfikirdirler. Aynı tarihçilere göre Namık Kemal'den etkilenmiş, Halit Ziya'yı etkilemiştir. (31)
-Hüseyin Rahmi Gürpınar kolay okunur biçimsel yapı tercihi, toplumsal duyarlıkları ustalıkla anlatması, her yaştan okura seslenmesi sonuncu sevilen, her dönemde ilgi gören bir yazar olmuştur. İnandırıcı karakterlerle halkın gündelik yaşamını bütün boyutlarıyla ortaya sermesi onun başarılı yanlarından biri olmuştur. Camiler, ada vapurları, konak içi yaşamlar, okullar, çarşı-pazar ilk kez onun anlatımıyla öykülere girmiştir. Güçlü bir sanatsal metin özelliğinden ziyade yaptığı tespitlerin doğruluğu ve zengin temalarıyla öykücülüğümüzün önemli duraklarındadır. Kadınlar Vaizi mizahi öykü anlayışının öncü kitaplarından biri olması ve İstanbul'un sesi olması nedeniyle öykümüzün sınır taşlarından biridir. (40)
-Türk öykücülüğünde "ezilen kadın" konusunu derinlikli bir şekilde ilk gündeme getiren yazarların başında Sabahattin Ali gelir. "Çilli", "Yeni Dünya", "Hanende Melek", "Köstence Güzellik Kraliçesi" ,"Komik-i Şehir" , "Mehtaplı Bir Gece" , "Çaydanlık" , "Isıtmak İçin" , "Kazlar", "Kağnı", "Sıcak Su" onun kadın odaklı öykülerinden en önemlileridir. Sabahattin Ali pek çok öyküsünde, toplumun kadına bakışından kaynaklanan kadın dramlarını anlatır. (133)
-Kamuran Şipal (d.1926) Buhurumeryem'de (1971) lirik, şiirsel bir yaklaşım ve bilinç akışı tekniğiyle özellikle cinsellik temalarını başarıyla öyküleştirir. Şehvetin gücü ve onunla mücadele yolları dini yaklaşımlarla tartışılır. Farklı cinsel arzuların baskısını, çelişkisini yaşayan kahramanların dinle karşılamaya çalıştıkları savunmalarını gündeme getirir. (249) Özellikle popüler/kültürel edebiyatın sonradan keşfettiği din ve cinsellik konularını Şipal'in 1970'lerin ortamında keşfetmesi hem de bunları kullanmadan/sömürmeden birini diğerine sömürtmeden incelikli ve derinlikli işlemesi şaşırtıcıdır. Şipal, cinselliğin en uç noktalarıyla kutsal göndermeleri iç içe anlatırken, niyetinin bizzat insanlık durumu ve estetik olduğunu gözler önüne seren dengeli bir dil kullanır. (250)
-Azınlık, öteki, dışarıdakiler ve imge kuramı, Karasu'nun metinlerinin anahtar kavramlarıdır. Bütün metinlerinde tedirgin bir "öteki"nin sesini duyarız. Ona göre, çağımız insanı "öteki"ne karşı, anlayışsız, acımasız ve yok sayıcıdır. Karasu, tüm yazdıklarında, "bizi ötekinden ayıran durumu" anlamaya çalışır. Bu bağlamda metinlerindeki kapalılık yaklaşımı ve metaforik anlatımıyla Karasu'nun azınlıklardan oluşu ve eşcinselliği tercihi arasında bir neden-sonuç bağlantısı kurulabilir. Ağırlıklı olarak erkekler arasındaki aşka/sevgiye/tutkuya eğilen Bilge Karasu'nun soyutlama/kapalılık biçimsel tercihini bazen de toplumsal baskıyı tolere etme girişimi olarak mı düşündüğü araştırılmaya değer. (262)
-Demirtaş Ceyhun'un (1934-2009) Çamasan'ı (1972) nitelikli öykülerin yer aldığı öykümüzün sınır taşlarından biridir. Tüm öykülerde Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişin, köyden şehre göçüşün,
toplumsallıktan bireyselliğe dönüşün sancıları işlenir. Bu iki arada bir derede kalan insanların mimarisi de yazısı da anlayışı da bir arabesk anlayışı yansıtır. Birey bunun acısını bütün yaşayış ve eylemlerinde hisseder. Tam bir kimlik krizi içinde bocalayan insan eski ile yeninin savrulmalarını yaşar. Sömüren ve sömürülen ikilemi öykülerde ağırlıklı olarak yer alır. Ama insanlar bunun ayırdında değildir. Örneğin işçiler ağaları için adam öldürebilirler. Fabrikatörlerin, ağaların sömürüsü, grevler, sendikalar, 1970'lerin siyasal ortamı öykülerde yer alır. Anlatıcı hep işçinin, ezilenlerin yanında durur. Bir işçiyi anlatırken işçinin bilinçsizliği ekseninde metni oluşturur. Öykülerin en temel vurgusu köyden kente göç olgusu ve burada yaşanan zorluklardır. (323)
-Erdal Öz'den çıkarabileceğimiz en önemli tecrübelerden biri, onun hem sıkı örgülü/kapalı hem de yalın anlatımlı başarılı öykülere imza atmasıdır. İlk kitabı Yorgunlar'daki sıkı örgülü, ritimli ve dil başarısına yaslı "Mumçiçekleri" öyküsü onun öykü serüvenindeki en güzel öykülerinden biriyken, Sular Ne Güzelse'deki "Bir Uçurtma Gibi" de yalın, sade anlatımla kurguladığı en etkileyici öykülerindendir. Sular Ne Güzelse öyküde mesaj anlayışının nasıl olması gerektiğini örnekleyen ilginç örneklerden biridir. (346)
-Şevket Bulut'un (1936-1996), ilk kitabı Al Karısı (1971) Anadolu insanının kara yazgısı üzerine yazılmış dokunaklı bir ağı gibidir. Taşra, çaresiz insanlar ve bu insanların çare diye sarıldıkları şeylerin beyhudeliği....Mayın geçen kaçakçılar, toprağını kaybeden gurbetçiler, depremzedeler, erkekler tarafından sömürülen kadınlar, bürokrasinin kıskacındaki insanlar...Kitabın yayınlandığı dönem köy gerçekçiliğinin neredeyse bir akım haline dönüştüğü zaman dilimine denk düşer. Muzaffer Hacıhasanoğlu, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Bekir Yıldız benzer iz üzerinde yürür. Şevket Bulut ise aynı çizgide yazmakla birlikte ideolojik zemin ve köylüye bakışta farklı bir düzlemde durur. Nurettin Topçu'nun Anadoluculuk fikrinden esintiler taşıyan ve Hareket Yayınları arasından çıkan kitap Anadolu'ya farklı bir açıdan bakar. İşte Al Karısı bu bakış açısını karakter yaratmada ve atmosfer oluşturmada ustalıkla örneklemesi nedeniyle öykümüzün sınır taşlarından biri olmayı hak eder. (365)
-Sevin Çokum (d.1943), Al Çiçeğin Moru'nda (2010) insan ile eşya arasındaki ilişkileri irdeleyip zaman ve fanilik gerçeğinin peşine düşerken, özellikle ömrünün sonuna yaklaşmış insanların yaşadıkları psikolojiyi, Türk öykücülüğünde örnek teşkil edecek incelikte işler. Pek çok öyküsünde de değişimin yarattığı açmazları, kaybedilen güzellikleri hatırlatır. Güzellikler, yaşanan aldırmazlıkla harcanmış, heba edilmiştir. Çokum, öykülerinde kentleşmeye karşı doğayı, nefrete karşı sevgiyi yüceltmiştir. Çokum'un öykülerinin çoğu, yitip giden güzellikleri gündeme getirir. Ona göre her şey, tüm güzellikler geçmiştedir. (405)
-Necati Tosuner'in (d.1944), Kambur'u (1972) öykücülüğümüzün özel, farklı kitaplarından biridir. Öykülerde özürlü insanın dünyası kuşatıcı, sarsıcı bir gerçeklikle gözler önüne serilir. Bu kitabı özel yapan durum ise yazarının da bir özürlü olmasıdır. Kambur'un arka kapağında "Dört yaşından beri sakatlığı yaşıyor" bilgisi bulunan Necati Tosuner'in öyküleri bu bağlamda emsalsiz bir duyarlığın yansıması olarak dışlaşır. Tosuner'in kendisinden yola çıkması bir eksiklikten çok bir imkan olarak durur. (415)
-Cemil Kavukçu (d.1951), en nitelikli kitaplarından biri olan Uzak Noktalara Doğru'da (1995) tümüyle kasabaya odaklanır. Kasabada kıstırılmış halde yaşayan ilk gençlik çağındaki insanların rüyalarını, tutkularını, aşklarını anlatır. Kavukçu öykülerinde gündelik yaşamımızda varlıklarını bile hissetmediğimiz küçük insanların sıradan yaşamlarını, "tutunamayanları", bir köşeye itilmişleri, sokak serserilerini, delileri, meczupları, alkolikleri gündeme getirmiştir. Bu yüzden onun en ayırt edici özelliği bir dönem çok gözde olan "küçük insan"ı yeniden Türk öykücülüğüne kazandırmış olmasıdır. (461)
-Ali Kemal Temizer'in (d.1953) Feveran'ı (1980) hem dönemin İslami çizgi içerisindeki dava adamlarının insanlık durumlarını, hayata ve eşyaya bakışlarını gündeme getirmesi hem de modern öykünün tüm imkânlarını ustalıkla yansıtması açısından önemli öykü kitaplarından biridir. (483) Ali Kemal Temizer Feveran'dan sonra öyküye devam etmemiş, yayıncı olarak hayatını sürdürmüş yeni öyküler yazmamasını ise yıllar sonra "sürekli servis yapmaktan yeni yemekler yapmak fırsatı bulamadım" diye açıklamıştır. Böylesine iyi bir kalemin tek kitapla kalması öykücülüğümüz açısından bir kayıptır. (485)
-Özcan Karabulut'un (d.1958) Baştan Sona Yalnızlık'ı (1997) 1980 sonrası toplumsal siyasal dönemi en iyi yansıtan öyküler toplamıdır. (513) Onun öyküsü tümüyle yaşamsal tanıklıklardır. O, "başkalarını değiştirmek için yola çıkıp kendileri değişen yoldaşları", mücadele insanlarını, kavgaları, ölen devrimcileri, terk edilen kentleri, özlemleri, yolculukları içtenlikle anlatmıştır. Özellikle sosyalist mücadelenin ülkede geçirdiği evreler, değişimler, yenilgiler, zaferler öykülerine yansır. Ama bütün bunları bireyin penceresinden, cinsellik ve kadın-erkek ilişkileri perspektifinden aktarır. 78 kuşağının yaşamla ölüm arasındaki mücadelesinin seksen darbesiyle nasıl bir savrulmaya uğradığını, kolektif yaşamın bireysel yaşama evrilmesinde yaşanan açmazları hikâye eder. (514) Baştan Sona Yalnızlık, seksen sonrası yaşanan ideolojik boşluk, yalnızlaşma ve arayış yönelimlerini en iyi yansıtan kitaplardan biri. (516)
-Seksen sonrası öykücülüğümüzün önemli isimlerinden biri olan Ahmet Kekeç (d.1961) ilk kitabı Son İyi Şeyler'de (1985) öncü bir yazar çıkışı sergiler. Öncüdür çünkü daha sonra bir kuşağın yoğun bir şekilde kullanacağı hem biçimsel hem de tematik birçok imkânları ilk kez denemiş, bilinç akışının, biçimsel arayışın nitelikli örneklerini vermiştir. Ancak Kekeç'in daha sonra öykü dışı uğraşıları, kitabın yaşadığı dağıtım ve tanıtım sorunları nedeniyle kitap yeterince tartışılmamış, hak ettiği değer verilmemiştir. Kekeç kitabında ağırlıklı olarak yalnızlık, yüzleşme, içe dönüş temalarını işler. (535)
Dedalus Yayınları, 2017 basım, 2.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder