15 Haziran 2025

RED YAZILARI – RASİM ÖZDENÖREN

-Bugün girift bir hal aldığı söylenen siyasal, toplumsal ilişkiler ve şartlar bile Müslümanları yalnız ve ancak Asr-ı Saadet’e bakmaktan alıkoymamalıdır. Çünkü, bugün yaşanan hayatın İslam hakikatini görmemizi engellediğini, yolumuzun üstüne kurulmuş tuzaklar olduğunu bilmem tereddütle karşılayan bir Müslüman var mıdır?

-Eğer bugünkü Diyanet’in özerk bir kurum olmasını gerçekten isterseniz, bu gerçekten laik bir işleyişe talip olmakla eş anlama gelecektir.

-Dinin hükümleri daha baştan hukuk hükümleri olarak riayet edilmesi mecburi kurallar halinde mevcuttur. Oysa diğer dünya görüşlerinin hukuki bir düzeye ulaşması, sosyal bir süreci gerektirir.

-Bankere para yatırma konusundaki davranış biçiminin alenileşmesi bu davranış biçiminin alenen sergilenmesinde sakınca görülmemesi ve artık bundan mahcubiyet duyulmaması, tersine bankerlerin iflası nedeniyle yana yakıla mağdur olunduğundan bahsedilebilmesi, sosyal değişmenin önemli bir yüzünü göstermeye yetecektir. Temel değer yargılarının, en azından böyle bir kesim içinde yer alanlar bakımından kökten bir değişikliğe uğradığını sırf bu olaya bakarak bile kabul edebiliriz.

-Sosyalizmin elinden vaatlerini alınız, geriye bir şey kalmadığını göreceksiniz. İslam’la olan temel farklılıklarından biri de budur belki. İslam, insanları birtakım vaatlerin büyüsüyle ortaya getirmiyor. Bu anlamda hiçbir vaadi yok onun. Sadece Müslüman insan için öngörülmüş bir yaşama tarzı vardır o kadar. Yani Müslüman, herhangi bir vaade kapılarak Müslüman olmadığı halde; sosyalist için bu büyülü vaatler olmadıkça ve onların gerçekleşeceğine inanmadıkça onun sosyalist olması anlamsızdır. Bu anlamda, Müslüman tek başına da Müslümanca bir hayatı sürdürebilir ama bir sosyalist bunu asla başaramaz.

-Orta çağ Avrupalıları İslam ülkesine gelip orada ilim tahsil ederlerken İslam kültürüne teslim olmuyorlardı; tersine öğrendiklerini kendi kültürleri içinde özümsüyorlar, onu kendi kültürleri halinde dönüştürüyorlardı. Bu husus, teslimci tavırdan bütünüyle farklı bir olgudur. Dolayısıyla, Müslümanların Avrupa Rönesans’ına katkıları diye bir olayın sözünü etmek abestir.

-Çağdaşlık sözüyle amaçlanan asıl hedef, günü şartlarına, günün emri vakilerine boyun eğmemizin sağlanmasıdır.

-Tasavvuf diye adlandırılan vakıa, “sünnetin eksiksiz olarak yerine getirilmesinden” başka bir şey değildir.

-Turizm denilen olay günümüzün doğa özlemini yapay ve ölü tabiatla gidermeye çalışırken bir yandan da onun bu özlemini kendi asli bağlamının ve amacının dışında kalan alanlarda sömürmektedir. 19.yüzyılda çiftçilere ve köylülere mahsus ve dolayısıyla düşük hayat standardının göstergesi sayılan bronz ten, endüstri toplumlarında fabrika işçileri haline gelen çiftçi ve köylülerin ağarması, buna mukabil tatile çıkacak kadar yüksek gelirli olanların tenlerinin bronzlaşmasıyla yüksek hayat standardının işareti olarak görülmeye başlamıştır.

-Zamanında anlaşılmamış, dolayısıyla kamuoyundan beklenen cevabı alamamış yazarlar, aslında duyarsız bir kamuoyu önünde konuşmuşlardır. Baudelaire gibi bir şairin, yaşadığı dönemde 150 civarında bir okuyucu bulabildiğini öğrenmek bugün bizleri hayrete düşürüyor. Modern çağların ilk özgün seslerinden biri olan bu şair nasıl oluyor da böylesine bir sessizlik duvarına çarpabiliyor? Günümüzün perspektifi ile o güne baktığımızda durumu anlıyoruz: Baudelaire kendi kişiliğinde o günü yalnızlaşmış, yabancılaşmış insanını şiirlerinde dile getiriyordu. Oysa aynı dönemin insanları kendi durumlarının bilincinde değildi.

İZ Yayıncılık, 2009 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...