-O yıllarda gazinolar vardı; kışlık ve yazlık. Bahçe sinemaları dolar taşardı. 45’lik plaklar peş peşe çıkar, tutulan bir şarkının mutlaka filmi çekilirdi. Sinemalarda kadınlar matinesi vardı. Çay bahçelerindeki konserlere konu komşu, dolması ve böreği ile gider, küçük çocukların çişi gazoz şişesine boşaltılır, filmden önce sahneye komikler çıkardı. Mahalle yaşıyordu. İp atlama, geceleri saklambaç, misket, gazoz kapağı biriktirmek çocukların tutkusuydu. Kemalettin Tuğcu, Jul Verne, Abdullah Ziya öğrencilerin elinden düşmezdi. Buluğ çağını henüz geçmiş olanlar “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” der, uzun uzun of çeker, sonra kuytularda ucuz şarap içerdi. Kızlar şarkılardan fal tutar, çikletlerden çıkan manileri saklardı. Gençler yanında aşktan, evlilikten bahsedilince başlar öne eğilir, yüzler kızarırdı. Masumiyet bekaretini kaybetmemişti.
-Hayat böyle dalında kızaran zerdali gibi kırpıntısız, tatlı bir mayhoşluk içinde geçiyordu. Taşra böyledir işte. Kimi bu tekdüze hayatı benimsemez, hareket ister “taşra sıkıntısı”ndan bahseder; kimi de duttan sonra kiraz, kirazdan sonra kayısı, kayısıdan sonra sebzeler diyerek fasulye, kabak, patlıcan kurutarak günün nasıl geçtiğinden haberi olmaz.
-Yoksulluk zaten tüm bu semtlerin sürekli misafiridir. Kovsan bile gitmez.
Dergah Yayınları, 2015 basım, 3.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder