-Göründüğü gibi endüstri devriminin yanı sıra dijitalleşmenin getirdiği teknolojik devrimler, modern toplumun zaman açlığı tarafından tetiklenmiştir; bunlar, büyümekte olan zaman kıtlığı probleminin cevabıdır. Bu nedenle, demir yolu ve otomobillerin icadını bir kenara bıraksak dahi buharlı motor veya telgraftan çok önceleri erken modern bireyler ulaşım, üretim ve iletişim süreçlerini hızlandırma girişimleri sergilemişlerdir. Örneğin, at arabalarındaki arabaları değiştirmiş veya bir mesajı iletmek için dinlenme ve uyku ihtiyacı olacak tek bir kişi yerine birden çok ulak göndermişlerdir. Dolayısıyla hızın tetikleyicilerini bulmak için başka bir yere bakmamız gerekir. (28)
-Rekabet prensibinin yönetmediği tek anlamlı dağılım alanı refah rejimlerinin dağıtım örüntüleri ve ölçüleridir. Bu nedenle refah politikalarının kısmen azaltıldığı ve kısmen daha fazla rekabetçi unsurun ortaya çıktığı dönemlerde insanların sosyal hızlanma algıları tabii olarak büyür. (31)
-Seküler modern toplumda hızlanma, (dini) sonsuz yaşam vaadinin bir muadili olarak hizmet etmektedir. (31)
-Ancak görünen o ki dünya ne yazık ki tek bir yaşam süresince yaşanabilecekten hep daha fazla teklif sunar. Teklif edilen seçenekler hiçbir zaman bir bireyin hayatına sığmaz; Hans Blumenberg’in terimleriyle ifade edersek dünyada algılanan zaman (weltzeit) ve bireyin yaşam süresi (lebenszeit) modern dünyada çarpıcı bir şekilde ayrışır. Bu nedenle yaşam temposunun hızlanması, bu problemin doğal bir sonucudur: Şayet “iki katı hızla” yaşarsak bir eylemi, hedefi veya deneyimi gerçekleştirmek yarı zaman alırsa, yaşam süremiz içindeki deneyimlerimizi, dolayısıyla hayatımızı “iki katına” çıkarabiliriz. Payımıza düşen veya etkimiz yani potansiyel olarak gerçekleştirilebilen seçenekler arasından gerçekleştirdiğimiz kısmı iki katına çıkar. Kültürün bu mantığını takiben büyüme ve hızlanma dinamikleri anlaşılması güç bir iç içe geçme halidir. (32-33)
-Son olarak ve belki de en şaşırtıcı olan, geç modern toplumda geniş çapta hızlanma ve esneklik olgusunun (ki gelecekte bütün ihtimalli olma, çok seçeneklilik ve sınırsız açıklık görünümünü yaratan bunlardır) aksine artık hiçbir “gerçek” değişimin mümkün olmadığı, modern toplum sisteminin kuşatıldığı ve tarihin “hiper hızlanmış durma” veya “kutupsal eylemsizlik” noktasına vardığına ilişkin bazı ilginç süreçlerin işaretlerini bulmamız ya da en azından sezmemizdir. Geç modern “hızlanma toplumuna” bu teşhisi koyanlar Paul Virilio, Jean Baudrillard, Fredric Jameson ve Francis Fukuyama’dır. Modern toplumun artık yeni bir vizyonunun ve enerjisinin olmadığını (nihayetinde en önemlisi “ütopik enerjiler”den yoksun olduğunu); bu nedenle olayların ve değişimlerin müthiş hızının çağımızın derinlere yerleşen kültürel ve yapısal eylemsizliğini zar zor örten yüzeysel bir olgu olduğunu iddia etmektedirler. Özellikle iç içe geçen rekabet, büyüme ve hızlanma prensipleri o denli yerleşik bir “yapısal üçgen” oluşturmaktadır ki kültürel veya politik değişim umutları hiç gelecek vadetmez. Bu nedenle hızlanma toplumunun sosyolojik teorisi kaçınılmaz olarak bu ekstrem paralizi kavramsal şeması çerçevesinde izah etmelidir. (41-42)
-Anladığımız üzere, modern hayatta zaman, daha hızlı hareket ediyor ve daha nadir bir meta haline geliyor gibiyken, mekan da kelimenin tam anlamıyla “büzülmekte” veya daralmaktadır. Mekan büyüklüğünü ve direncini yitirmiştir: Modern gezginler programlar, aktarma zamanları, kalabalık ve gecikmelerle çekişme içindedir; mekanın zorlukları ile değil. Ayrıca bir mesafeyi aşmanın hem parasal hem zamansal maliyeti hem de fırsat maliyeti azalırken, çoğu sosyal eylem ve etkileşim için mekan birincil öncelik olmaktan çıkmıştır; zira seyahat ederken günlük işlerimizi yürütmek için tüm modern medya araçlarını kullanabiliyoruz. (46)
-Karl Marx’ın da ifade ettiği gibi, modern dünyada fiziksel tüketimin yerini değerin tüketimi almıştır: Neredeyse her zaman bozulmadan önce yenileriz, çünkü yüksek yenileme hızı, elimizdekileri fiziksel olarak tükenmelerinden çok daha önce modası geçmiş, “çağ dışı” kılar. Bu doğrultuda nesneler dünyasıyla aramızdaki ilişki modernitenin artan hızıyla birlikte derinden dönüşmüştür. (48)
-Kesin bir şekilde inanıyorum ki günümüzde (en azından sosyal ve beşeri bilimlerde) daha iyi argümanların ikna gücüne sahip olduğu, ortak bir kanı değildir; bunun yerine başarının argümantasyon gücü değil; iletişim ağı yapılarınca belirlenen kontrolsüzce daha fazla yayın, konferans ve araştırma projesi yapma yarışı teşvik edilir. (56)
-Sonuç olarak bu aşırı değişken tanınma mücadelesi içinde bireylerin fikirler dünyasında da “yaşam boyu konum” sahibi olmaları artık mümkün değildir. Politik kültür ve seçilme şansı üzerine yapılan anket verilerinden öğrendiğimize göre siyasi istikrarsızlık yükseliştedir: İnsanlar, artık basit bir şekilde muhafazakar veya solcu veya yeşil değildir, parti ve politikacıların performanslarına göre siyasi tercihlerini değiştirme eğilimi sergilerler. Benzer bir eğilim din alanında da gözlemlenebilir. Dini kurumların “performansına” bağlı olarak dini yakınlıklarını değiştirme gönüllülüğü ciddi ölçüde artmaktadır -sosyal, materyal ve manevi düzlemlerdeki biteviye değişime dramatik bir tepki gösteren inananlar dünyaya karşı sağlam ve kalıcı bir tutum edinmek için en uç “köktenci”lere dönmediği sürece. (61)
-Doğrusu dünya atmosferindeki sıcaklık artışı sosyal olarak meydana gelen fiziksel hızlanma sürecinin sonucundan başka bir şey değildir; Biriken enerjiyi petrol ve doğalgaz halinde tüketmemizden dolayı atmosferdeki molekülleri ısıtarak kelimenin tam anlamıyla hızlandırırız, zira ısı, hızlı moleküler hareketin sebebi ve sonucudur. Öte yandan toplumdaki yüksek temponun insan bedeni ve psişesinin kapasitelerini zorladığı da söylenebilir. Bu doğrultuda Alain Ehrenberg ya da Lothar Baier gibi yazarlar depresyon ve tükenmişlikteki dramatik artışın modern toplumun zaman açısından aşırı yüklenmesine veya yüklenen stres düzeylerine tepki olduğunu iddia etmiştir. (Ehrenberg, La fatigue d’etre soi. Depression et societe. Paris: Odile Jacob, 1999 – Baier, Keine Zeit! 19 Versuche über die Beschleunigung, Münih: Kunstmann, 2000) Depresyona girenler zaman algılarında gerçekten de dramatik bir değişim yaşarlar, dinamik ya da koşturmaca içinde bir zamandan vaktin geçmediğini, hatta öylece durduğunu hissettikleri bir zaman bataklığına düşerler. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında anlamlı bir bağlantı kurmak sonsuza dek imkansızlaşmış gibi gelir. (69)
-Neredeyse hiçbir zaman “yapılacaklar listesinin” tümünü halledemeyiz, hakikaten yapılacaklar yığını hemen hemen her gün büyür. Nitekim yönetici ve seçkinlere tavsiye verme işinde çalışanların ve “yaşam koçları”nın artan sayısı en önemli çabalarının, danışanlarına hiçbir zaman yapılacaklar listesindeki tüm işleri bitiremeyecekleri ve e-posta hesaplarında hallolmamış mesaj bırakamayacakları gerçeği ile bunu normal ve sağlıklı bir şey olarak yorumlamayı öğretmek olduğunu gösterir. Bu durum, kısıtlayıcı dini yetiştirilme tarzı ile yaşamış bireylerdeki suçluluk kompleksleriyle çalışan psikologları hatırlatır. Kiliseler, yüzyıllar boyunca inananlara suçluluk ve utanç duygusunu yüklemekle suçlanır (ve bu çoğu zaman oldukça yerinde bir suçlamadır). Bununla birlikte umut ve kurtuluş için araç da sağlar: Öncelikle insanoğlunun doğal olarak suçlu olduğunu ve bu nedenle zayıf olmamızın bizim bireysel kabahatimiz olmadığını öğretir, ikinci olarak da İsa Mesih, bizim günahlarımız için ölmüştür: Suçlu olabiliriz ama umut da vardır. Son olarak Weber’in de hatırlattığı gibi, Katolik kilisesi günah çıkarma ve af töreninde en azından cemaatine suçluluk duygularından kurtulacak araçlar verir. Modern toplum bunu yapmaz: Merhamet veya af olmaksızın suçlu özneler üretir. Tüm hatalarımızın bedelini ödemek zorundayızdır ve sayıları artan hamster tekerleğinden işsizlik yoluyla dışlananlar güruhu bu bedelin ne kadar büyük olabileceğini bize hatırlatır. (75)
-Nihayetinde bu durum daha samimi yaşam alanlarınız için, örneğin mutfak malzemeleriniz için de geçerli olacaktır: Eğer yıllar boyunca aynı buzdolabını ve fırını kullanırsanız nasıl göründüklerini, koktuklarını, ses çıkardıklarını bilirsiniz; kusurlarını ve hatalarını da bilirsiniz. Fakat iki yılda bir değiştirirseniz artık öznel özelliklerine merak duymazsınız: Tek bilmeniz gereken bu şeyleri nasıl çalıştıracağınız olur. Bundan dolayı sosyal hızlanma, hareketlilik ve fiziksel mekandan kopuş yaratırken, aynı zamanda fiziksel ve materyal çevremize yabancılaşmamızı da artırır. (85)
-Artık hızlanma toplumunda nesneler tamir edilmiyor: Üretimi kolayca hızlandırabilirken, sürdürme ve servisi kayda değer ölçüde hızlandıramıyoruz. Dahası ürünler teknik olarak daha karmaşık hal gelirken tek başımıza onlarla ilgilenebilmek için gereken pratik bilgiyi kaybediyoruz. Son olarak, sosyal değişim hızı artarken nesnelerin “manevi tüketimi” fiziksel tüketimini daima geride bırakıyor: Arabaları, bilgisayarları, giysi ve telefonları fiziksel olarak eskimelerinden çok daha önce atıyoruz ve yeniliyoruz. Bununla beraber sadece iki üç kere giydiğiniz çorap, neredeyse sadece lastiklerini değiştirmek için garajdan çıkardığınız araba ve saatini bile neredeyse hiç ayarlamadığınız cep radyonuz elbette artık kimliğinizin bir parçası olamaz. Açıkça size “yabancıdırlar”. Bu durum otomatik olarak yabancılaşmayla sonuçlanmak zorunda değildir, şeyler dünyasıyla ilişki kurmanın baskın veya tek yolu bu olursa yabancılaşmaya neden olur. (86)
-Bir şeye isim vermek apaçık bir tanışıklık kurma ve uyarlama girişimidir. (86)
-Dolayısıyla nesneler daha akıllı olurken ben, onlara kıyasla aptallaşıyorum; doğrusu kültürel ve pratik bilgimi kaybediyorum. Bu durum, yenilik yoluyla deneyimin değerinin aralıksız olarak azalmasının doğal bir sonucudur. Aynı zamanda sahip olduğum nesnelere doğru muamele etmediğim için kötü hissederek yabancılaşıyorum. (87)
-Yabancılaşma sıklıkla yapmamız gereken şeyler hakkında yeterli bilgi almaya hiç vakit bulamadığımız gerçeğinden kaynaklanır. (88)
-Eskiden olduğundan daha fazla kitaba, CD’ye, DVD’ye, teleskoba, piyanoya vb. sahibiz ama onları sindiremiyoruz. Çünkü “sindirmek” çok fazla zaman alır ve biz artan bir zamanı yakalama dürtüsü hissetmekteyiz, gerçekleştirilmemiş tüketimlerimizi alışverişi artırarak telafi ediyoruz. Ekonomi için iyi, iyi bir yaşam için kötü- ve açıkça ‘sahte ihtiyaçlar’ kavramını gözden geçirmek için en umut vadeden başlangıç noktası- (92-93)
-Geç modern zamanda “dine geri dönüş”, her yeri kuşatan “müzikalleşme” ki müziksiz bir süpermarket, asansör, havaalanı kalmadı; kamusal alanda kulak koruyucular yoluyla “kendini yansıtma” deneyimini oluşturmaya çalışan ve tam da bu nedenle çevrelerine karşı tam bir karşılıksızlık sergileyen kişilerin sayılarının artması aslına bakılırsa geç modern yankı felaketinin belirtileridir. (104)
Albaraka Yayınları, 2023 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder