-Okumayı annem bana Cumhuriyet gazetesiyle öğretti. Beş yaşımda okurdum ama yazamazdım. (11)
-Çamlıca'daki
evin bahçesinde kuzular, koyunlar vardı. Siyah kuzu benimdi. Onu çok
seviyordum. Her gün beraberdik, birbirimize çok alışmıştık. Güz gelince kente
döndük. Ertesi yıl yazın gene aynı eve gittik ama benim siyah kuzu yok. Büyümüş
olmalıydı ama yoktu. Sonradan öğrendim. Kurban Bayramı'nda kesmişler. O gün
bugün, kurban eti yemem, koyun eti yemem. Kurban Bayramı'nda sokağa çıkmam.
Babam da benim gibiydi. (12)
-6
yaşındayken, annesi Cedide Hanım onu Darülbedayi Müzik Bölümü'ne, Batı müziği
ve keman öğrenimi için kaydettirmeye götürüyor. Ama bölüm kontenjanı dolmuş,
kayıtlar kapanmış. Bu yüzden Laika'yı Tamburi Cemil Bey'e yönlendiriyorlar;
böylece annem büyük üstadın son öğrencisi oluyor. (16) 1929'dababam Emin
Karabey ile evleniyor.1940'lı yıllarda hukukçu ve müzikolog Hüseyin Saadettin
Arel, Belediye Konservatuarı başkanlığına getirilince, annem Arel'in önce
öğrencisi, sonra asistanı, ardından da öğretmen oluyor. Arel Konservatuvar'dan
ayrılınca, annem de ayrılıyor; ikisi birlikte İleri Türk Musikisi Konservatuarı
Derneği'ni kuruyorlar, Türk ve Batı müziği öğretiyorlar. Amaç, çok sesli Türk
müziği besteleri yapılması. (16)
-O
yıllarda Tutum Haftası ve Yerli Malı Kullan kampanyaları vardı. "Muzu,
hurmayı bırak, üzümü inciri ye." Şimdi Ramazan'da hurma yeme yarışı
başladı. Benim bildiğim bir ülkede ne bolsa, oruç onunla açılırdı. Bizde zeytin
yenirdi. Oradan buraya, tüketim toplumuna neden geldik? (19)
-Bir
gün annem eve elinde büyük bir kağıtla geldi. İsmail Hami Danişmend, babamın
ailesinin şeceresini belgelere dayanarak çıkarmış. Annem kâğıdı babama uzattı.
Karabey ailesi Dülkadiroğulları'nın bir koluymuş. Osmanlılardan önce Anadolu'ya
gelmiş ve Gavurdağları'na yerleşmişler. Babam anneme, "Sen iyi bir
müzisyensin. Kızın iyi okuyor. Bunlarla övün" dedi ve ekledi: "Asalet
patatese benzer, en iyi tarafı toprağın altındadır." Biz şecere kağıdını
sobaya attık. (24)
-Derken
14 Mayıs 1950 günü geldi. O yıllarda seçmen yaşı 21olduğundan ben oy
veremiyordum, ama bütün aileyi, eşi dostu dolaşıp "Sakın DP'ye oy
vermeyin, daha hazır değiller, sonra fena olur" diyordum ama anlaşılan pek
yararı olmadı. (42)
-23.06.2007
günü 3000 ODTÜ mezunu, başlarında Rektör Prof. Ural Akbulut, Anıtkabir'e
giderek, terör ve irticaya karşı savaşacaklarına ant içtiler. Ben hep ODTÜ ile
övündüm ve hep övüneceğim. Kuruluşu için büyük emek verdiğim Boğaziçi
Üniversitesi'yle övünemediğim için üzgünüm. Bu konuya daha sonra değineceğim.
(96)
-Koç
ailesini yakından tanıyordum. Vehbi Koç'un büyük kızı Semahat (Arsel) Kolej'den
sınıf arkadaşımdı. Okuldan sonra da yakın dostluğumuzu hep sürdürdük. Ben
Amerika'da öğrenciyken, Vehbi Bey'e mektup yazıp, ülkeye dönünce onun şirketinde
çalışmak istediğimi söylemiş, ilgilenir mi diye sormuştum. Hemen olumlu yanıt
verip, şirketleri için neler yapmak istediğini anlatmıştı. (107-108)
-Hayatta
en sevdiği en saydığı kiş eşi Sadberk Hanım'dı. En saydığı dostu İsmet İnönü
idi. İnönü'yü en güç günlerinde hiç yalnız bırakmadı. Atatürk'e bağlılığı
sonsuzdu. Kendi ve çocukları hacca gitmişti, oruç tutar, günde beş vakit namaz
kılardı ama yürekten laikti. Üç konuda çok ısrarlıydı: Doğu ve güneydoğunun
kalkınması, aile planlaması ve doğanın korunması. (123)
-Motor
Ticaret AŞ Genel Müdürü ve ortağı Kenan İnal yanında pırıl pırıl bir gençle
Vehbi Koç'a geldi. On sekiz on dokuz yaşlarındaki bu genç Koç'un otomotiv
sektöründe çalışmak istiyormuş. Vehbi Koç'un odasına girdiler. VK beni de
çağırdı. Genç, yürürken aksıyordu. Vehbi Koç, "Senin bacağında ne
var?" diye sordu. Çocukken kazayla bacağına kaynar su dökülmüş, bacağı
sakat kalmış.
"Bunun
tedavisi yok mu?"
"Burada
yok, İngiltere'de ameliyatla düzeliyormuş."
Vehbi
Koç önce bunun halledilmesi gerektiğini söyledi ve benim bu konuda araştırma
yapmamı istedi. Bu çok sevimli genç Galatasaray Lisesi mezunuydu. Araştırma
sonunda, Londra'da en uygun hastaneyi bulduk. Delikanlı ameliyat oldu,
hastanede uzun süre kaldı. Bu arada onu oyalamak için ben de sık sık mektup
yazıyordum. Döndüğünde bacağı düzelmişti.
"Ben
mecburi hizmetimi yapmaya geldim" dedi.
"Öyle
bir şey yok. Vehbi Koç'un yardımları karşılıksızdır."
"Ama
ben otomotiv sektöründe çalışmak istiyorum."
Sustum.
"Abdi İpekçi'de bana Milliyet'te çalışmamı önerdi" dedi. "O zaman
siz Milliyet'te çalışın, başarılı olun, ondan sonra bizde daga üst kademede
başlarsınız" dedim. Öyle yaptı. Milliyet'te başarılı oldu, şimdi çok ünlü,
çok sevilen bir görsel ve yazılı basın üyesi olarak yaşamını sürdürmekte. Kimdi
bu GS'li genç? Mehmet Ali Birand. (143-144)
-Bir
başka gün de Champs Elysee'de Fouquet kahvesinde beraberiz. Tam o sırada
Milliyet'in Paris muhabiri Mişel Perlman geldi. Elinde upuzun bir teleks
kâğıdı. O yıllarda şimdiki iletişim araçları yok. Kâğıdı Abdi İpekçi'ye verdi.
Abdi okuyunca yüzü bembeyaz oldu. Haber Kahramanmaraş katliamıydı. Gün 20
Aralık 1978. Yobazlar, tekbir getirerek, "Kanımız aksa da zafer
İslam'ın" naralarıyla, resmi rakamlara göre 111 kişi katletmişlerdi. 200
kişi olduğu da söyleniyordu. (208)
-Laikliğe,
Atatürk devrimlerine karşı bir askeri eylem olan 12 Eylül olayıyla okullarda
zorunlu din eğitimi başlamış, Türk-İslam sentezinin resmen kurulması
gerçekleşmişti.(215)
Cumhuriyet Kitapları, 2008 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder