06 Ağustos 2025

İKİ DÜNYA - FİLİZ OFLUOĞLU

-Okumayı annem bana Cumhuriyet gazetesiyle öğretti. Beş yaşımda okurdum ama yazamazdım. (11)

-Çamlıca'daki evin bahçesinde kuzular, koyunlar vardı. Siyah kuzu benimdi. Onu çok seviyordum. Her gün beraberdik, birbirimize çok alışmıştık. Güz gelince kente döndük. Ertesi yıl yazın gene aynı eve gittik ama benim siyah kuzu yok. Büyümüş olmalıydı ama yoktu. Sonradan öğrendim. Kurban Bayramı'nda kesmişler. O gün bugün, kurban eti yemem, koyun eti yemem. Kurban Bayramı'nda sokağa çıkmam. Babam da benim gibiydi. (12)

-6 yaşındayken, annesi Cedide Hanım onu Darülbedayi Müzik Bölümü'ne, Batı müziği ve keman öğrenimi için kaydettirmeye götürüyor. Ama bölüm kontenjanı dolmuş, kayıtlar kapanmış. Bu yüzden Laika'yı Tamburi Cemil Bey'e yönlendiriyorlar; böylece annem büyük üstadın son öğrencisi oluyor. (16) 1929'dababam Emin Karabey ile evleniyor.1940'lı yıllarda hukukçu ve müzikolog Hüseyin Saadettin Arel, Belediye Konservatuarı başkanlığına getirilince, annem Arel'in önce öğrencisi, sonra asistanı, ardından da öğretmen oluyor. Arel Konservatuvar'dan ayrılınca, annem de ayrılıyor; ikisi birlikte İleri Türk Musikisi Konservatuarı Derneği'ni kuruyorlar, Türk ve Batı müziği öğretiyorlar. Amaç, çok sesli Türk müziği besteleri yapılması. (16)

-O yıllarda Tutum Haftası ve Yerli Malı Kullan kampanyaları vardı. "Muzu, hurmayı bırak, üzümü inciri ye." Şimdi Ramazan'da hurma yeme yarışı başladı. Benim bildiğim bir ülkede ne bolsa, oruç onunla açılırdı. Bizde zeytin yenirdi. Oradan buraya, tüketim toplumuna neden geldik? (19)

-Bir gün annem eve elinde büyük bir kağıtla geldi. İsmail Hami Danişmend, babamın ailesinin şeceresini belgelere dayanarak çıkarmış. Annem kâğıdı babama uzattı. Karabey ailesi Dülkadiroğulları'nın bir koluymuş. Osmanlılardan önce Anadolu'ya gelmiş ve Gavurdağları'na yerleşmişler. Babam anneme, "Sen iyi bir müzisyensin. Kızın iyi okuyor. Bunlarla övün" dedi ve ekledi: "Asalet patatese benzer, en iyi tarafı toprağın altındadır." Biz şecere kağıdını sobaya attık. (24)

-Derken 14 Mayıs 1950 günü geldi. O yıllarda seçmen yaşı 21olduğundan ben oy veremiyordum, ama bütün aileyi, eşi dostu dolaşıp "Sakın DP'ye oy vermeyin, daha hazır değiller, sonra fena olur" diyordum ama anlaşılan pek yararı olmadı. (42)

-23.06.2007 günü 3000 ODTÜ mezunu, başlarında Rektör Prof. Ural Akbulut, Anıtkabir'e giderek, terör ve irticaya karşı savaşacaklarına ant içtiler. Ben hep ODTÜ ile övündüm ve hep övüneceğim. Kuruluşu için büyük emek verdiğim Boğaziçi Üniversitesi'yle övünemediğim için üzgünüm. Bu konuya daha sonra değineceğim. (96)

-Koç ailesini yakından tanıyordum. Vehbi Koç'un büyük kızı Semahat (Arsel) Kolej'den sınıf arkadaşımdı. Okuldan sonra da yakın dostluğumuzu hep sürdürdük. Ben Amerika'da öğrenciyken, Vehbi Bey'e mektup yazıp, ülkeye dönünce onun şirketinde çalışmak istediğimi söylemiş, ilgilenir mi diye sormuştum. Hemen olumlu yanıt verip, şirketleri için neler yapmak istediğini anlatmıştı. (107-108)

-Hayatta en sevdiği en saydığı kiş eşi Sadberk Hanım'dı. En saydığı dostu İsmet İnönü idi. İnönü'yü en güç günlerinde hiç yalnız bırakmadı. Atatürk'e bağlılığı sonsuzdu. Kendi ve çocukları hacca gitmişti, oruç tutar, günde beş vakit namaz kılardı ama yürekten laikti. Üç konuda çok ısrarlıydı: Doğu ve güneydoğunun kalkınması, aile planlaması ve doğanın korunması. (123)

-Motor Ticaret AŞ Genel Müdürü ve ortağı Kenan İnal yanında pırıl pırıl bir gençle Vehbi Koç'a geldi. On sekiz on dokuz yaşlarındaki bu genç Koç'un otomotiv sektöründe çalışmak istiyormuş. Vehbi Koç'un odasına girdiler. VK beni de çağırdı. Genç, yürürken aksıyordu. Vehbi Koç, "Senin bacağında ne var?" diye sordu. Çocukken kazayla bacağına kaynar su dökülmüş, bacağı sakat kalmış.

"Bunun tedavisi yok mu?"

"Burada yok, İngiltere'de ameliyatla düzeliyormuş."

Vehbi Koç önce bunun halledilmesi gerektiğini söyledi ve benim bu konuda araştırma yapmamı istedi. Bu çok sevimli genç Galatasaray Lisesi mezunuydu. Araştırma sonunda, Londra'da en uygun hastaneyi bulduk. Delikanlı ameliyat oldu, hastanede uzun süre kaldı. Bu arada onu oyalamak için ben de sık sık mektup yazıyordum. Döndüğünde bacağı düzelmişti. 

"Ben mecburi hizmetimi yapmaya geldim" dedi.

"Öyle bir şey yok. Vehbi Koç'un yardımları karşılıksızdır."

"Ama ben otomotiv sektöründe çalışmak istiyorum."

Sustum. "Abdi İpekçi'de bana Milliyet'te çalışmamı önerdi" dedi. "O zaman siz Milliyet'te çalışın, başarılı olun, ondan sonra bizde daga üst kademede başlarsınız" dedim. Öyle yaptı. Milliyet'te başarılı oldu, şimdi çok ünlü, çok sevilen bir görsel ve yazılı basın üyesi olarak yaşamını sürdürmekte. Kimdi bu GS'li genç? Mehmet Ali Birand. (143-144)

-Bir başka gün de Champs Elysee'de Fouquet kahvesinde beraberiz. Tam o sırada Milliyet'in Paris muhabiri Mişel Perlman geldi. Elinde upuzun bir teleks kâğıdı. O yıllarda şimdiki iletişim araçları yok. Kâğıdı Abdi İpekçi'ye verdi. Abdi okuyunca yüzü bembeyaz oldu. Haber Kahramanmaraş katliamıydı. Gün 20 Aralık 1978. Yobazlar, tekbir getirerek, "Kanımız aksa da zafer İslam'ın" naralarıyla, resmi rakamlara göre 111 kişi katletmişlerdi. 200 kişi olduğu da söyleniyordu. (208)

-Laikliğe, Atatürk devrimlerine karşı bir askeri eylem olan 12 Eylül olayıyla okullarda zorunlu din eğitimi başlamış, Türk-İslam sentezinin resmen kurulması gerçekleşmişti.(215)

Cumhuriyet Kitapları, 2008 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...