-İnsanların kalkınmaya-ilerlemeye-refaha koşması esasen nefsin emrine girmelerindendir. Oysa asl olan “kanaattir.” Halk arasında bunu ifade eden bir söz var: “Yılan, yılan olduğu halde toprağı kanaat ile yalar.” Toprak biter mi?
-Geçen asrın (XIX.) ortalarına kadar ülkemiz esnafı dükkanına vitrin yapmıyordu. (Vitrin bize Batıdan gelmiş, önce azınlıklar uygulamıştır) Kepenkleri ve kapıyı açıyor, uygun bir yerde ise malının bir kısmını dükkânın önüne koyuyordu. Malın satışı hususunda özel bir gayreti (süsleme, paketleme, cilalama vb.) görülmüyordu. Zaten malı olduğundan farklı göstermek adaba aykırı sayılırdı.
-Maneviyat eksikliği hayatın manasını meçhul bir mekana fırlatır.
-Kim bana ayaküstü yemek yemeği öğütlüyor? Ninem derdi ki: “Bir kadın pişirdiği yemek ile beraber pişerse o yemeğin tadı, tuzu, bereketi olur.” Ninelerimizin ve dedelerimizin dünyası ne çabuk bir masala dönüştü.
-Teknolojik ilerlemelerin sarhoşluğuna kapılıp çevresini kendi elleri ile kirleten insanoğlu, bugün tekrar doğanın el değmemiş halini diriltmeye çabalıyor. Bu çaba basit bir nostaljiden çok giderek artan tüketici bilincinden kaynaklamaktadır. Özellikle gıda ürünlerinde tatlandırma, renklendirme, koruma ve kıvam verme gibi amaçlarla kullanılan kimyasal maddelerin zararları ile yetiştirmede kullanılan gübre ve ilaçların etkileri insan için kabul edilemez hasarlara yol açtığı bilinmektedir. Bu sebeple tüketici “saf” ve “katıksız” gıda istiyor.
-AB üyesi ülkelerin 2005 verilerine göre organik tarım oranı %4. Türkiye’de ise 2007 verilerine göre organik tarım alanlarının toplam tarımsal arazi içindeki oranı %0,60 civarında.
-Şimdi düşünün bir kilo et üretmek için 7 kilo tahıl karşılığı, yani 155 litre su gerektiği hesaplanıyor. Tahıl yerine et yemeye başlayan bir nüfus başta su olmak üzere tüketimi 7’ye katlıyor. Bir kilo mısır üretimi için 900, pirinç için 3000, bir pamuklu pantolon için 2-4 bin litre suya ihtiyaç var. Bütün dünya yılda fert başına 3-4 pantolon tüketmek yerine 14 pantolon tüketirse; birini eskitmeden çöpe atıp yenisini alırsa buna su yeter mi?
-Şunu unutmayın bir yer “turistik” hale gelince oranın bekaretinden bahsedilemez. Turistin arzusuna göre biçim alır ve otantik halini kaybeder. Bir kartpostal olarak belki gelir getirebilir ama asla estetik sayılamaz. Kâinatın kitabından bir sayfayı yırtıp atmış olursunuz.
-Karpuz yenir, biter, geriye çekirdekleri kalır. İktisatlı hanımlar çekirdekleri kurutur, çerez olarak çıtlatır. Bol miktarda çinko içerdiği söylenir.
-ATO’nun haritasına göre Türkiye’de 2205 çeşit yöresel yiyecek ve içecek var. Bölgeler arasında en zengin olanı İç Anadolu. 455 çeşit yiyecek ve içecekle ilk sırayı almış. Bozkırda böylesine zenginlik nereden geliyor? Bence Konya, Kayseri vb. gibi Selçuklu başkentlerinden. Buralar ülkenin bütün etnik zenginliğini zamanında değerlendirmiş mutfağına eklemiş. Aynı zamanda Doğu’daki tereyağı ile Batı’daki zeytinyağını, etle otu bir araya getirmiş. İç Anadolu’yu 425 çeşitle Doğu Anadolu, onu 398 çeşitle Güneydoğu Anadolu; 397 çeşitle Karadeniz; 194 çeşitle Akdeniz ve Marmara, 162 çeşitle ege bölgesi izliyor. Çeşit açısından en zengin ilimiz Gaziantep. Tam 29 çeşit yemek, tatlı ve içecek ihtiva ediyor.
-Benim çocukluğumda çöp denilen şey, süprüntüden ibaretti. Avluyu süpürür çeri-çöpü atardınız, o da gübre olurdu. Portakalın kabuğu reçel, karpuzun kabuğu hayvan yemi idi. Yeme artıkları ise kurdun kuşun, kapıdaki köpeğin hakkı idi. Çöp, atık vs. sanayileşmenin sonucudur.
Dergâh Yayınları, 2015 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder