-Yüce
Allah (cc) insana, ortaya çıkan tesirleri var olduklarına işaret eden beş türlü
kuvvet vermiştir. Bunlar;
1-Beslenme
kuvveti: Neşet(büyüme,gelişme), eğitim ve doğum bu kuvvetin kapsamına girer.
2-His
kuvveti: Hissetme, tatma ve acı duyma bu kapsama dahildir.
3-Tahayyül
kuvveti: Bu kuvvet sayesinde, eşyanın özü, his alanının dışına çıktıktan sonra,
tasavvur edilebilmektedir.
4-Temayül
kuvveti: Bu kuvvetin etkisiyle insanın yapısına uygun şeyler elde edilmek
istenmekte, ters düşen şeylerden uzak durulmaktadır; rıza, öfke, isar,
hoşnutsuzluk bu kuvvetin kapsamındadır.
5-Tefekkür
kuvveti: Bu kuvvetle konuşma akıl, hikmet, görüş, tedbir, meslek, düşünce
sahibi olma ve görüş alışverişinde bulunma meydana gelir. (8.dipnot/İnsandaki
bu beş kuvvetin tamamı fikir, şehvet ve gazap kuvvetine dayanır. İbn Miskeveyh,
Yunan düşüncesinden etkilenerek bu tasnifi yapmıştır. Nitekim tabip Ebubekir
Razi de Yunan düşüncesinden etkilenen düşünürlerden birisidir. Rağıp'ın bu
tasnife İslami bir renk katma arzusunda olduğunu düşünsek bile, bu, ruhani
kuvvetleri, şehevi kuvvet kapsamına fail etmesini affettirmez. Gerçekte insan
akıl, şehvet ve arzu anlamını içeren irade, kalp ve ruhtan ibarettir. Nitekim
elimizdeki bu ez-Zeria kitabının içerdiği konular Rağıb'ın da bu tasnifte bize
muvafakat ettiğine şehadet eder. Bkz: İbn Miskeveyh, Tehzibu'l-Ahlak, sf.19-29;
el-Razi (ölümü hicri 250), ed-Tıbbu'r-Ruhani, sf.40; Tahkik Dr. Abdullatif
el-Abd.) (45)
-İnsan
ruhu ve bedeni bakımından diğer canlılardan üstündür. Ruh yönünden üstünlüğü,
fikir kuvvetiyledir. Zira akıl, ilim, hikmet, temyiz ve görüş bu kuvvet
sayesinde elde edilir. Oysa diğer canlıların hepsinde hissetme özelliği,
bazılarında tahayyül kuvveti olmasına rağmen, fikirleri, görüşleri, malumdan
yola çıkarak meçhulü ortaya çıkarma kudretleri yoktur. Bu yüzden hayvanlar
eşyanın illet ve sebeplerini bilmez. (51)
-Yüce
Allah(cc), insanla ilgili ne diye: "İnsan zayıf yaratılmıştır." (Nisa
Suresi, 28.ayet) buyurmuştur: "Yoksa burada onun zayıflığını mı anlatmak
istemiştir?" Diye sorulacak olursa, şöyle denilir: Bu ayette işaret edilen
zayıflık olgusu, insanın Mele-i Âlâ karşısındaki zayıflığıdır. Zira Mele-i
Âlâ'daki varlıklar hiçbir şeye muhtaç olmadıkları halde, insan bedeni yönden
birtakım şeylere muhtaçtır. (53)
-İnsanların
en doğru sözlüsü Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuş: "İnsanlar yüz deveden
oluşan bir kervan gibidir. Bunların arasında gerçekte yolculuğa uygun neredeyse
bir tane bile bulamazsın." (15.dipnot/ Müslim bu hadisi şu sözlerle
nakletmiş: "İnsanların yüz develik sürüler gibi olduklarını görürsün.
İnsan onların arasında yolculuk yapabilecek neredeyse tek bir tane bile
bulamaz." Sahih, Hadis no:2542) İbil kelimesi, yüz deveden oluşan bir deve
sürüsünü ifade için kullanılır. Yüz ibil, on bin deve demektir. Biz bir kişiyi
alem, alemi de bir kişi gibi görüyoruz denilirse bu ifade doğrudur.
Hz.Peygamber(sav) "Ümmetimle tartıldım ve onlardan ağır geldim"
buyurmuştur. (16.dipnot/ Cennetle ilgili olan bu hadisi uzun bir şekilde
nakleden İmam Ahmed şöyle rivayet etmiş: "Cennetin kapısına geldiğimde bir
terazi getirilecek. Onun bir kefesine ben, diğer kefesine ümmetim konulacaktır,
ancak ben onlardan daha ağır geleceğim" Müsnedi Ahmed, V/259 (56-57)
-Bil
ki adalet kavramı, mekreme(ahlak ilkeleri) kavramından daha genel bir anlam
içerir. Her ahlaki ilke ibadettir, ama her ibadet ahlaki ilke değildir.
Aralarındaki belirgin fark şudur: İbadetlerin bilinen farzları, belirlenmiş
sınırları vardır. Bu nedenle onları terk eden, haddi aşan zalim olur. Oysa
ahlaki ilkeler bunun tersidir. İnsan ibadetlerle ilgili vazifelerini hakkıyla
yerine getirmedikçe şeriatın ahlaki ilkelerini tamamlaması, kemale ermesi
mümkün değildir. Bu bakımdan ibadetler, adalet kapsamında, ahlaki ilkeler
nafile ibadet kapsamında kabul edilmiştir. Birinci derecede önemli görevi,
farzı ihmal eden kimsenin nafile ibadeti makbul değildir. Aynı şekilde adaleti
terkedenden faziletli bir şahsiyet sahibi olması beklenemez. Ancak adaleti
hakkıyla ikameden sonra fazladan iş veya ibadetle ilgilenmek, fazladan görev
yapmak uygun bir tutum olur; çünkü adalet: bir şeyi, olması gereken yere
koymak; yapılması gerekeni yapmaktır. Nafile ibadet ve eylemde bulunmak,
gerekenden fazlasını yapmaktır. Bu bağlamda bir şeyin kendisi meydana gelmeden,
ona birtakım ilavelerde bulunma tasavvuru doğru değildir. (63-64)
-Nefiste
arındırılması gereken üç türlü kuvvet vardır:
1-Fikir
kuvveti: Bu kuvvetin arındırılması sonucunda hikmet ve ilim meydana gelir.
2-Şehvet
kuvveti: Bu kuvvetin kontrol altına alınmasıyla iffet ve cömertlik hasıl olur.
3-Hamiyet
kuvveti: Bu kuvvetin dizginlenip akla boyun eğdirilmesiyle şecaat ve hilm
meydana gelir. Bunların tümünün birleşmesi sonucunda adalet doğar. Bütün
rezillikler bu üç kuvvetin fesada uğramasıyla meydana gelir. Sözgelişi fikir
kuvvetnini fesada uğramasından cerbeze (hilekarlık) ve eblehlik(budalalık)
doğar. Şehvet kuvvetinin fesada uğramasıyla şereh(oburluk, açgözlülük, hırs) ve
aşırı şehvet düşkünlüğü meydana gelir. Hamiyet kuvvetinin fesadından telaş ve
korkaklık doğar. (70)
-Heva
insan üzerinde müessir olduğu ölçüde, şeytan ona musallat olur. (76)
-Akıl
bir şeyin doğruluğunu delil yoluyle bilir. Heva ise gördüğünü, şehvet ve meyil
eşliğinde görür. (78)
-Sanih
(çağrışım) hatıranın, hatıra da iradenin nedenidir. İrade ise himmetle birlikte
azmin nedenirid. Sanih ve hatıra kavramlarının ikisinden zaman zaman haciz ve
vacis olarak da söz edilir. Bunlar irade ve azme dönüşmediklerinde kaybolurlar.
İnsanın hafızasına bir hatıra geldiğinde hiç zaman geçirmeden kontrol
etmelidir. Eğer onda bir hayır bulursa, fiil haline gelinceye kadar beslemelidir;
kötülük bulursa, irade haline dönüşmeden kontrol merkezine iletip baskı ve
denetim altına alması gerekir. Tarlanın ekime hazır hale gelmesi için yabani ve
zararlı bitkilerden temizlendiği gibi, kalbini ondan temizlemelidir. Hasan
basri şu sözüyle bu manayı ifade etmek istemişti:"Bir iş tasarladığında,
üzerinde durup düşünen kula Allah(cc) yardım eder. Eğer o iş Allah(cc) içinse
onaylar, değilse engeller." (33.dipnot/ Bu ifade Hasan Basri'ye aittir.
Kutu'l-Kulûb, I/168, Birinci basım) Bilgelerden biri şöyle demiş: Hatırayı
denetim altına alırsan çözülüp dağılır; denetim altına almazsan şehvete
dönüşür. Şehveti dizginlersen etkiniğini yitirir; dizginleyemezsen takebe
dönüşür. Talebi kontrol edersen gücünü yitirir; etmezsen amele dönüşür. (81-82)
-"Kim
insanların karşısında kendinde olmayan bir ahlak örneği sergilerse, Allah(cc)
onu rezil eder." Hz.Ömer (97)
-Uhrevi
saadet, katıksız hayır ve fazilettir. Bunlar dört tanedir: Fena bulmayan
beka/Acziyetsiz kudret/ Cehli olmayan bilgi/ Fakirliği olmayan zenginliktir.
Nefsin faziletlerini kazanıp gereği gibi uygulamadan bunlara ulaşmak mümkün
değildir. Bunların temeli dört unsurdur: Aklın kemali ilimledir. / İffetin
kemali vera iledir. / Şecaatin kemal noktası mücahede iledir. / Adaletin kemali
insaflı olmaktır. Bunların tamamı din kavramıyla ifade edilmiştir. Bu unsurlar
bedeni faziletlerle tamamlanır. Bunlar da dört tanedir: Sıhhat/ Kuvvet/ Cemal/
Uzun ömür. Bunlar ayrıca insana lütfedilen diğer dört faziletle tamamlanır:
Mal/ Aile efrat/ Kabilenin kalabalık olması/ Kabilenin izzetli ve soylu olması.
Şanı yüce Allah'ın tevfiki olmadan bunları elde etmenin yolu yoktur. Allah'ın
tevfiki ise şu dört şeydedir: Allah'ın hidayeti / Allah'ın rüşdü/ Allah'ın
tesdidi/ Allah'ın teyidi. (103-104-105)
-Soylu
bir kimse soylu olursa, kendi adına soylu olmuş olur. Ama soylu kimsenin oğlu
soylu olursa, babasıyla birlikte soylu olur. Burada ahlakın, ataların
mizaçlarından süzülüp gelen bir hasılanın sonucu olduğu ortaya çıkıyor. Zira
babanın mizacı çoğu kez çocuğuna geçer, onun üzerinde etkili olur. Renkler,
yaratılış biçimi ve suretler de bunun gibidir. Bütün bu özell,kler kalıtım
yoluyla çocuğa geçer. Bununla ilgili Hz.Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Erlik suyunuzu değerlendirmede seçici olun, denklerinizle evlenin" (67.dipnot/Fethu'l-Bari,
IX/25, Hadis no:5082) (116)
-Hz.Muaviye'ye
sorulmuş: Mürüvvet nedir? "Yemek yedirmektir" demiş. El-Ahnef'e aynı
soru sorulduğunda: "Açıktan yapmaktan utanılan bir şeyi, gizlide de
yapmamaktır" demiştir. (125)
-Dünyada
insanı iyilik eetmeye sürükleyen amiller üçtür:
1-Faydası
umulan, zararından korkulan şey konusunda terğib ve terhibdir.
2-Övülmeyi
ve yerilmeyi önemseyen kimse için övülmeyi umma ya da yerilmekten korkma.
3-İyilik
yapmak için çaba harcama ve fazileti talep.
Birincisi,
şehvet kuvvetinin gerekli kıldığı hususlardandır. Bu duygu, insanları iş
yapmaya yönlendiren en önemli amillerden birisidir. İkincisi, hayanın gerekli
kıldığı bir eylem türüdür. O da iktidar sahiplerinin ve önde gelen dünya
oğullarının(dünya düşkünlerinin) işidir. Üçüncüsü, aklın gerekli kıldığı
fiildir. Bu da bilgilere özgü fiillerdir. Bu iç aşama ile ilgili şöyle
denilmiştir: İnsana verilen nimetlerin en hayırlısı, onu dizginleyen akıldır.
İnsanda bu derecede etkili akıl yoksa bu kez haya onu engeller. Haya yoksa,
korku onu dizginler. Eğer bu da yoksa sahip olduğu mali güç, işlediği kötü
fiillerinden sadır olan ayıbını örter. Bu da yoksa gaipten bir yıldırım gelip
onu yakıp yok eder. Böylelikle bütün kullar ve beldeler onun şerrinden
kurtulmuş olur. (135-136)
-İyiliklerde
yükselme dereceleri şunlardır:
1-İnsanın
her türlü kötülüğü terketmesidir; önceden yaptıklarından vedamet duyarak
alışkanlık haline getirdiklerini terketmede kararlı olmasıdır. Bu, Allah'a ve
Rasulü'ne itaat eden tövbekarların ilk derecesidir.
2-İnsanın
farz kılınan ibadetleri gereği gibi yerine getirip gücü oranında daha iyisini
yapmaya koşmasıdır. Bu, salihlerin derecesidir.
3-İnsanın
hevasıyla mücahede edip şehvetini dizginleyerek sakıncalı şeylere iltifat
etmeden, gerçek bilgisiyle daima iyiliklerle, güzelliklerle ilgilenmesi ve o şekilde
amel etmesidir. Bu da hakikate şahit olanların mertebesidir.
4-Yukarıda
zikredilen hususlarla birlikte zahiren ve batınen Allah'ın kaza ve kaderine
razı olmaktır. (Rıza makamı). Onun hükmü altına girdikten sonra artık
yalpalamamak, emirlerindne ötürü rahatsızlık, öfke, nefret gibi duygulara
kapılmamak, Yüce Allah'ın kendisine, kendinden daha yakın olduğunu bilmektir.
İşte bu da sıddıkların derecesidir. (140-141)
-Ahiret
kazancı ayrıntılı olarak şu yedi unsurdan ibarettir: Fenasız beka / Acziyetsiz
kudret/ Cehli olmayan bilgi/ Fakirliği olmayan zenginlik/ Korkusu olmayan
emniyet/ Uğraşısı olmayan rahatlık/ Zilleti olmayan izzet. (155)
-Allah(cc)'ın
dünya ve ahiret işerinde insanları eğitip ahlaken arındırmak için seçip
görevlendirdiği peygamberler ve bazı bilge kimseler hariç, tahkik ve tasdik
üzere, dünya bilgilerini, becerilerini ahiret bilgi ve becerileriyle
uzlaştırmak neredeyse imkansızdır. (161-162)
-97.dipnot/İbn
Abbas, Kur'an'da hikmet kavramını şöyle yorumlamış: "Kur'an'da geçen
hikmet, helal ve haramın öğrenilmesi demektir." (176)
-Belagat
lafız ve mananın düzgünlüğüne, bütünlüğüne; fesahat ise manaya değil, yalnızca
kelimelerin düzgün ve yerli yerinde kullanılmasına dayanır. (205)
-Şer'i
hüküm kendiliğinden imanını izhar eden kimsenin, bu konuda samimi olup
olmadığını araştırmadan, denemeden ona mümin adının verileceği yönünde varit
olmuştur. İmana aykırı bir beyan sadır olmadıkça, ona mümin demenin bir
sakıncası yoktur. Mutezililerin iddiası bunun tersidir. Onlara göre, İslam'ın
beş temel ilkesini yerine getirip getirmediği hususunda denenmedikçe bir
kimseye mümin demek, doğru değildir. Zira o kişinin mümin olmasının hakikati,
bu ilkeleri yerine getirmesine bağlıdır. (129.dipnot/Ahmed, Müsned, III/135)
(220)
-"İman
amir, akıl sürücü, nefis ise serkeş at gibidir. Bu bakımdan nefis amirini
küçümser, ona itaat etmezse, sürücüsüyle düzgün ilişki kuramaz. Sürücüsüne
itaat etmezse, amirine de itaat etmez." Hadis-i Şerif (133.dipnot/ Müslim,
Hadis no:538; Ebu Davud, Hadis no:3283, Nesai, VI/252) (223)
-Bilgelerden
biri şöyle demiş: "Yüce Allah, Arapların dinleri hakkında kuşkuya
düşmelerini önlemek ve masumiyetini korumak için en önce domuz etini onlara
haram kılmıştır. Bu yüzden Yahudi ve Hristiyanlarla ilişkilerini kesmiştir. Bu
gerekçe ile domuz etini müslümanlara haram kılmıştır. Oysa diğer din
mensuplarının birçoğu domuz eti yer. Yeme, içme, oturup kalkma gibi beşerî
ilişkiler konusunda Müslümanların Müslüman olmayanlarla ilişkilerinin
yasaklanması, işin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Nitekim Hz.Peygamber
(sav) kafirlerle ilgili şöyle buyurmuştur: "Siz onların ateşini
göremezsiniz." (145.dipnot/ El-Iraki, İhya'da hadisle ilgili şöyle demiş:
Bu hadisi Ebu Davud ve Tirmizi Cerir'den şu sözlerle nakletmiştir. Hz.Peygamber
(Sav) buyurdu: "Müşriklerin arasında yaşayan, onlarla içli dışlı olan her
Müslümandan ben uzağım." Sormuşlar: "Niçin ey Allah'ın Rasulü?",
Rasulullah (sav) şöyle buyurmuş: "Siz onların ateşlerini
göremezsiniz." Bu hadis-i şerifi Nesai mürsel olarak rivayet etmiştir.
Ayrıca Buhari de hadisin sahih ve mürsel olduğunu söylemiştir. Bu uyarılar ve
hükümler sıradan insanlar içindir. Fakat bilge bir kimsenin onlarla birlikte
oturup kalkmasında, beşerî ilişkilerde bulunmasında herhangi bir sakınca
yoktur. (256-257)
-Öte
yandan kişinin tabiatının kötü, kavrayışı kıt olduğu tespit edilirse şiddetli
bir biçimde ilim öğrenmesi engellenir. Zira bu durumdaki kişinin idraki
imkansız konularla iştigal etmesinin iki olumsuz yönü vardır:
1-İnsanlar
ve ülkelerin bu durumdaki bir kişinin bilgisinden yararlanması mümkün değildir.
2-Şüphe
doğuran konularla iştigal ettiği için elde ettiği bilginin ne kendine ne de
başkalarına bir yararı olur.
Nitekim
eski çağlarda, kadim milletlerde, aralarından herhangi birisi avamlıktan çıkıp
felsefe, diğer ilim dallarında bilgin ve hikmet ehli birisi olup havas arasına
girmeye aday olursa, o kişiyi sıkı bir sınavdan geçirirlerdi. Eğer karakterinde
bir iyilik bulunamaz veya iyilik bulunduğu halde ilme yatkın olmadığı tespit
edilirse bu yola girmesine şiddetle mâni olunurdu. (267)
-Kanunların
belirlenmesi konusunda gereken çabayı harcamamış, deliller bulmak için yeterli
eğitim görmemiş sıradan insanlarla herhangi bir konuda tartışmaya girmek,
şeytanların zincirini çözmek, yecüc mecucun önündeki seddi kaldırmak gibidir.
Bu, onların canavarca güdülerinin aklın kontrolünden ve şeriatın kaydından
çözülmesine neden olur. Bu nedenle, öz akıl sahibi ilim adamlarının bu tür kuru
tartışmaların, çekişmelerin içine girmeleri sakıncalı görüldüğüne göre,
yontulmamış gabi (kalın kafalı, anlayışı kıt, geri zekalı) cahillerle böylesi
bir tartışma içine girmeleri haydi haydi sakıncalıdır. (276)
-Alimlerden
biri şöyle demiş: Allah'ın verdiği nimet hariç, diğer bütün nimetlerin şükrünün
edası mümkündür; çünkü O'nun nimetinin şükrünü eda, yine O'nun tarafından,
lütfedilen başka bir nimettir. Bu yüzden kul Allah'ın, verdiği nimette, yine
Allah'ın inamıyla şükrettiği zaman, birinci nimete şükrettiği gibi ikinci
nimete de ayrıca şükretmesi gerekir. Üçüncüsünde, dördüncüsünde de durum
aynıdır. Şükür fiili bu şekilde, sonsuza dek devam eder gider. Bundan dolayı
Hz. Musa, şöyle demiş: "Allahım, nimetlerine karşı şükretmeyi bana
emrettin. Senin nimetine şükretmem, yine Sen'in bana ihsan ettiğin bir
nimetindir." (301)
-Hayâ,
korkaklık ve iffet duygularının karışımından meydana gelmiştir. Bundan dolayı,
hayalı kimse fasık, fasık kimse de hayalı olmaz; çünkü iffetle fasıklığın bir
arada olması imkansızdır. Cesurun haya ettiği, haya edenin de cesur olduğu çok
nadirdir. Korkaklık ve cesaret birbirine zıt iki kavram olduğu için, bir arada
bulunmaları imkansızdır. Ancak hayâ ve cesaretin birleşerek bir varlık meydana
getirmeleri çok yüce bir değer olduğu için şairler haya ile birlikte olan
cesareti övmüşler. (315)
-Hayâ
insanda aklın belirtisi olarak açığa çıkan ilk unsurdur. İman ise aklın son
mertebesidir. Birincisi vücut bulmadan, son mertebenin meydana gelmesi mümkün
değildir. Bundan dolayı hayası olmayanın imanının da olmaması gerekir. (318)
-Alimler,
zenginlere karşı tekebbür, tevazuudur demişler. Bu söz, böyle bir tekebbürün,
gerçek manada nefsin izzetinden kaynaklandığına işaret etmektedir. Konu ile
ilgili Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde haksız yere tekebbür
ederler" (Araf suresi, 143. ayet) Ayette haksız yere tekebbür şartı
konulmuştur. Bununla ilgili İbn Mesud şöyle demiş: "Kim bir şeyler elde
etmek umuduyla zenginin karşısında kişiliğini alçaltırsa, mürüvvetinin üçte
ikisi, dininin yarısı gider." (335-336)
-Eğer
iftihar edeceksen, dışındaki bir manadan bir değerden değil, yalnızca kendinde
bulunan bir manadan, bir değerden ötürü iftihar et. Dünyevi bir şeyden
hoşlanacaksan kendi faniliğini, hoşlandığın nesnenin senden sonraya ya da senin
ondan sonraya kalacağını, zevalini veya hepsinin birlikte yok olacağını düşün.
Sana ait dünyevi bir meta veya başka bir değer hoşuna giderse, onun yakın bir
zamanda elinden çıkıp gideceğine, bir daha sana dönmesinin imkânsız olduğunu
düşün. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsan bu konuda uzun uzun muhasebe yap.
(337)
-İblis
şöyle demiş: "İnsanoğlunu en kolay şu üç durumda ayartıp altedebilirim;
zaten başka yol da gerekmez:
1-Kendini
beğendiğinde
2-Amelini
çok bulduğunda
3-Günahlarını
unuttuğunda. (339)
-İffet,
nefsi hayvani güdülerden, eğilimlerden alıkoymaktır. Bu da şereh kavramıyla
ifade edilen ifratla, şehvetin dondurularak tamamen işlevsizleştirilmesi
anlamına gelen tefrit arasında orta bir durumdur. (354)
-Kanaat:
Kifayet ölçüsünün altında olana razı olmaktır. Zühd: Aza kanaat, az ile
yetinmektir. Bunlar birbirlerine çok yakın, neredeyse eşit anlamlar içeren iki
kavramdır. Fakat kanaat nefsin rızası göz önüne alınarak kullanılır. Zühd ise,
nefsin haz alması sözkonusu olan şey itibarıyla kullanılır. Kanaatten hasıl
olmayan zühd, zühd değil, tezehhüddür (göstermelik zühd) Bununla ilgili bir
mutasavvıf şöyle demiş: Kanaat, zühdü başlangıcıdır. (356-357)
-Sözgelişi
öfke kuvveti, kişinin kendinden üstün konumda bulunan kimse yönünde harekete
geçtiğinde, ondan intikam almaya kudreti olmadığı için bu arzusunu
gerçekleştirmesi imkansızdır. İntikam alamayışından ötürü kalpte sıkışma,
kasılma meydana gelir. Kalpteki kasılma, kan dolaşımın hızlanmasına neden olur.
Bundan gam ve keder meydana gelir. Öfke kuvveti, kişinin kendinden düşük
seviyede bulunan kimse yönünde hareket ettiğinde, söz konusu kişi intikam
alabileceği bir konumda olduğu için, kan dolaşımı hızlanır, kalpte adeta
kaynama noktasına gelir. Bundan öfke meydana gelir. Öfke kuvveti, kişi ile
benzer konumda bulunan kimse yönünde harekete geçerse; o kişiden intikam almaya
kudretinin yetip yetmeyeceği konusunda tereddüt eder; bu durumda kalbe dolan
kan sıkışma ile genleşme arası bir kıvamda olur. İşte bundan da gerilim ve kin
meydana gelir. (365-366)
-İnsanın
ölümden çekinmesi, işleyip kendinden önce gönderdiği günahlarından ötürü ise,
onun devası da hiç zman yitirmeden samimi bir şekilde tevbe etmektir. Şayet
basiretli bir kimse ise, bu konuda Yüce Allah'ın aşırı gittiği, eksik bıraktığı
hususları telafi etmek için kendisine yol göstermesi, tevbe edenlerin
tevbelerini mutlaka kabul edeceğine dair verdiği söz, onun için yeterli bir
delil, yeterli bir güvencedir. (380)
-İnsanın
başkasının ulaştığı bir iyiliğe ulaşmayı, benzer iyiliğin kendisi için olmasını
temenni etmesinin adı gıptadır. Bununla birlikte bir kimsenin, başkasının
ulaştığı bir iyiliğe ulaşmak ya da onun üzerine çıkmak için fazla çaba
göstgermesinin adı da yarıştır (münafese). Bu ikisi övülen hasletlerdendir.
Arkadaşının sahip olduğu herhangi bir şeyin gereksiz yere yok olmasını
istemenin adı hasettir. (398)
-İnsanların
işlerinin düzenli yürümesinin birinci sebebi sevgidir. Adalet onun ardından
gelir. Eğer insanlar birbirini seve ve ilişkilerini sevgi ile yürütselerdi
adalete ihtiyaç duymazlardı. Nitekim denilmiştir ki: adalet, sevginin
halifesidir, sevginin bulunmadığı yerlerde, onun adına görev yapar. (421)
-Yüce
Allah bir kimseye meşru bir zanaat ve bir sanat takdir etmiştir. O zanaatle onu
rızıklandırıyorsa, zanaatine sıkı bir şekilde bağlanmalıdır. Hz.Peygamber'in şu
hadisi de bu hususa işaret etmektedir: "Kim bir şeyden (sanat veya
zanaatten) rızıklandırılırsa ona sıkıca bağlı kalsın" (237.dipnot/
el-Iraki, el-İhya'sında bu hadisi şu şekilde kaydetmiştir: "Kim herhangi
bir şeyden rızıklandırılırsa, ona bağlı kalsın. Kişinin geçimliği herhangi bir
şeyden sağlanırsa, o sebep kendiliğinden değişinceye kadar, onu
değiştirmesin." Tamamı Enes'ten nakledilen bu hadisin senedi hasendir. Öte
yandan Hz.Aişe'den rivayet edilen ve senedinde kimliği bilinmeyen ravi bulunan
hadisin sözleri ise şöyledir: "Yüce Allah sizden birisine bir rızık sebebi
yarattığında, kendiliğinden değişinceye ya da onun için yadırgatıcı oluncaya
kadar, onu terketmesin." (440-441)
-Hikmet,
çoğu durumlarda akıllı ve bilge kişinin yoksul olmasını gerekli kılmıştır.
Bunun böyle olması, söz konusu kimsenin gerekli zamanda, gerekli miktarda,
gerektiği şekilde mal edinip ahlaki ilkelere aykırı şekilde biriktirmemesinden
ötürüdür. Halbuki akılsız ve cahil kimsenin mal biriktirmesi çok daha kolaydır;
çünkü o kazanırken helal haram, sakıncalı sakıncasız konusuna aldırış etmez. Ne
bulursa alır, biriktirir. Hile ve tuzakla insanların elinde avucunda olanı
alır. İnsanlar, yararlanma umuduyla işleidği kötülüklerde ona yardımcı olur,
destek verir. Bu nitelikte olan kimselerin çoğunun, Yüce Allah'ın şu ayetinde
nitelenenler cinsinden olduğunu görürsün: "İnsanların kimi "Rabbimiz
bize yalnızca dünyada ver" der. Onun ahirette bir nasibi yoktur."
(Bakara Suresi, 200.ayet-i kerime) Böylesi kimseler, sürekli şanssızlıklarından
şikayetçidir. Sözgelişi bazıları feleğe (talihe) öfekelenri ,bazısı kaderdern
yakınız, kaderi suçlar; kimileri de sebepleri görmezden gelip bundan Yüce
Allah'ı sorumlu tutar, O'na sitem eder. (465)
-Hz.Peygamber,
İbn Mes'ud'a şöyle demişti: "Mümin için her şeyde bir sevap vardır.
Hanımının ağzına koyduğu lokmada bile." (244.dipnot/ Buhari aynı anlamı
içeren farklı kelimelerle, farklı hadisler rivayet etmiştir. Bkz.
Umdetu'l-Kari, I/319) Bu hadisle, bu şartlara göre hareket eden herkesin, her
durumda sevap kazanacağı anlatılmak istenmemiştir. Yalnızca, kazanmalarında,
infaklarında hep Allah'ın hükmünü gözeten ve bu hususlarda hep Allah'a ibadet
etme yollarını ve vesilelerini araştıran kimseler kastedilmiştir. (469-470)
-İnsan
kendisine yarar sağlamayı amaçlayarak yaptığı fiilden ötürü övülmeyi hak eder;
başkasına yarar sağlamayı amaçlayarak yaptığı fiilden ötürü hem övgüyü hem de
teşekkürü hak eder. Öte yandan insan kendisine zarar vermeyi amaçlayarak
yaptığı işten ötürü yerilir, başkasına zarar vermek amacıyla yaptığı fiilden
ötürü hem yerilir hem cezalandırılır. (499)
Kalem
Yayınevi, 2019 basım, 2.baskı (İlk baskı 2003, Beşikçi Yayınevi) Çeviren: Abdi
Keskinsoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder