-Ağlamak
da bebeğin davranış durumlarında sergilediği döngünün normal bir parçasıdır.
Normal yeni doğanların incelendiği bir çalışma, zamanlarının %2 ila %11'ini
ağlayarak geçirdiklerini ortaya koymuştur. Bu yüzden çoğunlukla ilk birkaç
hafta boyunca yükselir, 6 haftalık olduklarında günde 2-3 saat ağlamayla en üst
düzeye ulaşır ve 3 aylık olduklarında düşmeye başlayarak günde 1 saatin altına
iner. Ağlama düzeyinin 6.haftada doruğa ulaşması, birçok farklı kültürde
karşılaşılan bir durumdur ve annenin bebeğiyle beden temasını neredeyse sürekli
koruduğu kültürler de buna dahildir, yani bu ağlama örüntüsünün ABD ya da diğer
Batı kültürlerine özgü olmadığı düşünülmektedir. Bebekler başlarda en çok günün
akşam saatlerinde ağlar, daha sonraları ise en şiddetli ağlamalar
beslenmelerinden hemen öncesine denk gelir. (170-172)
-Bazen
anne babalar, bebek her ağladığında bebeği kucaklamanın ağlamayı
sıklaştıracağından endişelenir. Buna karşılık, araştırmalara göre, bebekliğin
ilk 3 ayında ağlayan bir bebekle hemen ilgilenmek, bebeğin daha sonraki
dönemlerde daha az ağlamasını sağlamaktadır. (172)
-Günde
toplam 3 saatten uzun, yoğun ağlama nöbetlerinin görüldüğü kolik durumunda
bebeklerin %15 ila %20'sini hiçbir şey yatıştıramaz. Kolik, genellikle bebek 2
haftalık olduğunda ortaya çıkar ve 3 ya da 4 aylık olduğunda birdenbire ortadan
kalkar. Ağlama genellikle öğleden sonralarının sonlarına doğru ya da akşamın
ilk saatlerinde çok yoğun olur. Fizyologlar da hekimler de koliğin nasıl
başladığını ve herhangi bir müdahale olmaksızın neden sona erdiğini
bilmiyorlar. Bu, yaşanması zor bir durum olmakla birlikte, biteceğini bilmek
insanı bir nebze rahatlatıyor. (172-173)
-"Katı
yemekler bebeğin bütün gece uyumasını sağlar" inanışını destekler
nitelikte bir kanıt bulunmamaktadır. Aslında katı yemeğe erken başlaması
bebeğin beslenmesini kötü etkileyebilir. Çocuk doktorları genelde katı yemeğe 4
ila 6 aydan önce başlamamayı önerirler. İlk katı yemekler, demir ilaveli pirinç
gibi yalnızca hububat gevreği mamulleri olmalıdır. Anne baba, bebeği her hafta
yalnızca bir yeni yemekle tanıştırmalıdır, daha fazlasıyla değil. Anne baba
sistematik bir plan üzerinden ilerlerse, yemek alerjileri de kolayca tespit
edilebilir. (185)
-Yaklaşık
olarak ilk iki yılı kapsayan birinci safhada bebek, çok hızlı bir şekilde kilo
alır, birinci yılda boyu 25 ila 30 cm uzar ve aynı sürede kilosu üç katına
çıkar. 2 yaşını dolduran çocuk, ergenlik dönemine dek daha yavaş ancak düzenli
bir şekidle yılda 5 ila 7,5 cm uzar ve yaklaşık 2,5 kg kilo alır. Üçüncü
safhada çarpıcı bir ergen "gelişim hamlesi" yaşanır ve çocuk birkaç
yıl boyunca yılda 7,5 ila 15 cm uzar ve daha sonra yetişkinlik boyuna ulaşana
dek büyüme oranı yine yavaşlar. (213)
-Beslenme
uzmanları anne babalara, çocuğun yediği yemek miktarının yetişkinlerin ancak
yarısı kadar olduğunu anımsatırlar. Dolayısıyla, anne babaların, çocuğun az
yemesi konusunda endişeye kapılıp onun daha çok tercih ettiği tatlı ve yüksek
kalorili ve yağlı besinlere yönelmeleri doğru olmaz. Aşırı kilo, küçük çocuklar
arasında ender görülen bir sorun olmasına karşın, birçok çocuğun yeme
alışkanlıkları bu dönemde gelişir ve bu durum, ileride kilo sorunu yaşamasına
neden olabilir. Beslenme uzmanları el altında çeşitli besleyici yemeklerin
hazır bulundurulmasını ve çocuğun iştahının ne kadar yemesi gerektiği konusunda
iyi bir yol gösterici olarak kabul edilmesini önerirler. Elbette, bu yaklaşım
yalnızca küçük çocukların tatlı ve diğer çekici ama besleyici olmayan besin
maddelerini tüketmesi kısıtlandığında işe yarar. (243)
-Bebeklerin
müziğe tepki verme biçimleri duyum ile algı arasındaki önemli ayrımı anlamamıza
yardım edebilir. Duyum sürecinde duyu organları -gözler, kulaklar, deri, burun
ve ağız- aracılığıyla bir bilgi alınır ve bu bilgi beyne iletilir. Algı ise
duyumlara anlam verilmesidir. Diğer bir deyişle, duyum, duygusal deneyimle elde
edilen ham maddeyi tedarik eder, algı ise son ürünü ortaya çıkarır. Müzik
açısından baktığımızda, işitmekle ilgili duyum süreci, bebeğin bir sesin
diğerinden farklı olduğunu fark etmesidir. Bebeğin müziğe verdiği diğer tüm
tepkiler algıdır: Şarkının bir başkasına değil de kendisine söylendiğini
bilmesi, bazı ses kombinasyonlarını diğerlerine yeğleme, vals ve marşları
birbirinden ayırt edebilmesi ve çocuk şarkısı ile ninni arasındaki ayrımı fark
edebilmesi hep algı ile ilgilidir. Müzik algısının bu yönleri, yaşamın bu denli
erken bir döneminde ortaya çıktığına göre, büyük olasılıkla doğuştan
gelmektedir. (265)
-Gelişim
bilimciler, depresif anneler ile düzenli bir şekilde etkileşime giren
bebeklerin daha olumsuz ve daha az sayıda duygu ifade ettiğini keşfettiler. Bu
bebekler daha az gülümserken üzüntülü ve kızgın yüz ifadelerini daha çok
sergilerler, daha dağınık ve stresli olurlar. Ayrıca, bu çocukların ileri
dönemlerde, yüksek saldırganlık ya da içe kapanma gibi davranış sorunları
sergileme riski de daha yüksektir. (301)
-Birincil
döngüsel tepkiler: Piaget'nin duyusal-motor dönemin ikinci alt
döneminde, bebeğin kendi bedeni çevresinde örgütlenmiş tekrarlanan eylemleri
tanılamak için kullandığı ifade. Bebek, hoşuna giden bir sonucu yeniden elde
etmek için bir eylemi tekrarlar, örneğin, hoşlandığı emme hissinin
tekrarlanması için başparmağını ağzına götürür.
İkinci
döngüsel tepkiler: Duyusal-motor
dönemin 3.alt döneminde ortaya çıkan ve dış nesnelere yönelik tekrarlanan
eylemler; bebek dıştaki bir olayın yeniden gerçekleşmesi için bir eylemi
yineler; karyolanın üzerinde asılı hareketli oyuncakların dönmesi için
oyuncaklara bir daha vurur.
Üçüncül
döngüsel tepkiler:
Bebeğin, önceki davranışlarının çeşitlemeleri üzerinde bilinçli denemeler
yapması. Piaget'ye göre duyusal-motor dönemin 5.alt döneminin karakteristik
özelliğidir. (319-321)
-Nesne
sürekliliği: Nesnelerin
doğrudan algılanamadıklarında bile var olmaya devam ettiğinin anlaşılması.
(321)
-Yanlış
inanç ilkesi: Birisinin yanlış bir inancı olabileceğini anlama ve bu
yanlış inanca hangi bilginin yol açtığını belirleyebilme yeteneği. Bir çocuğun
yanlış inanç ilkesini anlaması, temsili zihin kuramının ortaya çıkışının
başlıca işaretlerinden biridiri. (329)
-Ortalama
olarak, ailedeki çocuk sayısı ne kadar fazlaysa çocukların IQ puanları da o
kadar düşüktür. Yine ortalama olarak, en büyük çocuğun IQ puanı daha yüksektir
ve ortalama puanlar doğum sırasıyla birlikte düşüş gösterir. Ayrıca çok yakın
aralıklarla doğan çocukların IQ puanlarının, daha uzun aralıklarla doğan
çocuklara oranla düşük olduğu görülmüştür. (397)
-Kalıtım
ve çevrenin IQ puanları üzerindeki etkileri ile ilgili bilgiler bir arada ele
alındığında her iki etkenin de çok önemli olduğu görülüyor. Dünyanın çeşitli
bölgelerinde yürütülen çalışmalarda elde edilen sonuçlara göre, herhangi bir
toplumda IQ puanlarında görülen farklılıkların yaklaşık yarısı kalıtımdan
kaynaklanmaktadır ve bu veriler birbirleriyle tutarlılık içindedir. Diğer
yarısı ise açıkça görüldüğü üzere çevreden ya da çevre ile kalıtımın
etkileşiminden kaynaklanır. (403-404)
-Bebeklerin
ses çıkarma becerileri, algısal becerileri kadar erken gelişmez. Doğumdan bir
aylık olana dek yaygara, geğirme ya da tatmin sesleri ile birlikte, daha çok
ağlama sesi çıkarırlar. Yaklaşık 1 ya da 2 aylık olduklarında bu ses dağarcığına
biraz gülme ve agulama -uuuuu gibi tekrarlanan ünlü harf sesleri- eklenir. Buna
benzer sesler genellikle bebeğin memnuniyetinin işaretidir ve oldukça çeşitli
olabilir. Ses yüksekliğindeki ya da ses perdesindeki farklılıklar da bu
çeşitliliğe dahildir. Ünsüz harf sesleri ancak bebek 6 ya da 7 aylık olduğunda,
yani bebek kaslarını, ünsüz harfleri ünsüz harflerle birleştirebilecek denli
denetleyebildiğinde ortaya çıkar. 6.aydan itibaren ünlü ünsüz harf
birleşimlerinin sayısında hızlı bir yükseliş olur. Cıvıldama olarak anılan bu
ünlüleştirme tipi, 6 ile 12 aylık bebeklerin ağlama dışında çıkardıkları
seslerin yaklaşık yarısını oluşturur. İlk cıvıldama sesleri dadadada, nananana
ya da yayayaya gibi aynı seslemlerin art arda yinelenmesinden oluşur. (434)
-Gelişim
bilimciler, anne babaları kendileriyle daha sık konuşan, onlara düzenli bir
şekilde kitap okuyan ve konuşmalarında geniş bir sözcük yelpazesine yer veren
çocukların konuşmaya daha erken başladığını, daha geniş bir sözcük dağarcığına
sahip olduğunu, daha karmaşık cümleler kurduklarını ve okul çağına
geldiklerinde okuma yazmayı daha kolay söktüklerini biliyor. Bu nedenle çocuğun
işittiği dilin miktarı da başlı başına önemli bir etkendir. (457)
-Araştırmacılar
yetişkin kişiliğinin beş temel yönde görülen farklılıklar bağlamında yeterli
bir şekilde açıklanabileceği konusunda artık hemfikir. Büyük beşli olarak
adlandırılan bu özellikler dışa dönüklük, uyumluluk, öz disiplin, nörotisizm ve
açıklık/akıl'dır. Büyük Beşli'nin Batı kültürü içerisinde yer almayan ülkeler
de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde yürütülen çalışmalarda saptanmış olması
bu listeye kültürlerarası bir nitelik de kazandırıyor. En azından
araştırmacılar kişiliğin bu yönlerinin yalnızca Amerikalı yetişkinlere özgü
olmadığını biliyor.
Dışa
dönüklük: Bu
yönü güçlü olan kişinin karakteristik özellikleri girişkenlik, enerji, coşku ve
cana yakınlıktır.
Uyumluluk: Bu yönü güçlü olan
kişinin karakteristik özellikleri itimat, cömertlik, kibarlık ve sempatidir.
Öz
disiplin: Bu
yönü güçlü olan kişinin karakeristik özellikleri verimlilik, organizasyon,
planlılık ve güvenirliktir.
Nörotisizm: Bu yönü güçlü olan
kişinin karakteristik özellikleri kaygı(anksiyete), kendine acıma, gerginlik ve
duygusal dengesizliktir.
Açıklık/Akıl: Bu yönü güçlü olan
kişinin karakeristik özellikleri merak, hayal gücü, iç görü, özgünlük ve geniş
ilgi alanıdır. (491)
-Bandura,
bir çocuğun (ya da yetişkinin) bir başkasını izleyerek öğreneceklerini dört
şeyin belirlediğini söyler: neye dikkat ettiği ve neyi hatırlayabildiği (ikisi de
bilişsel süreçtir), fiziksel olarak neyi kopyalayabileceği ve neyi taklit
etmeye güdülendiği. Dikkat yetenekleri, bellek ve diğer bilişsel süreçler
bebeklik ve çocukluk boyunca değiştiği için bir bebeğin ya da çocuğun, belirli
bir model olaydan öğrenebilecekleri ya da öğrenecekleri, gelişim süresince
değişiklik gösterir. (511)
-Duyguları
denetleme yeteneğinin edinilmesi sürecinde denetim, yavaş yavaş anne babadan
çocuğa geçmeye başlar. Burada çocuğun mizacı yine etkenler arasındadır.
Örneğin, bebekliğinden itibaren tutarlı olarak "zor" davranışlar
sergileyen okul öncesi çağdaki çocuklarda erken çocukluk döneminde öz denetim
sorunları yaşanması olasılığı daha yüksektir. Benzer şekilde de, prematüre
doğan ya da iki yaşında dil gelişimi geciken çocuklar, erken çocukluk döneminde
daha fazla öz denetim güçlüğü yaşarlar. Bunula birlikte, anne babanın yaşa
bağlı beklentileri ve çocuk yetiştirme davranışları da önemlidir. Örneğin, çoğu
anne baba yürüme çağına gelmiş bir çocuğun çok da uzun süre bekleyemediğini bilir,
bu nedenle yapılmayacak şeyleri hatırlatmak ya da istekleri yinelemek gibi dış
denetim mekanizmaları kurarlar. Çocuk, 3 ila 6 yaşları arasında, anne babanın
bu tür standartlarını ve beklentilerini giderek daha fazla içselleştirir ve
denetimi daha fazla ele almaya başlar. (548-549)
-Çocuk
yetiştirme davranışlarının yanı sıra anne babanın kendi duygularını ifade etme
şekilleri de çocuğun duyguları denetleyebilme yeteneği ile ilişkilidir. Genel
olarak, olumsuz duygularını çok fazla ifade eden anne babaların çocukları,
olumsuz duygularını iyi denetleyemezler. Anne babanın olumlu duyguları ifade
etmesinin, çocuktaki duygusal öz düzenlemeyi, olumsuz duyguların ifadesinde
görüldüğü kadar tutarlı bir şekilde etkilememesi de ilginçtir. (549)
-Harter
ve araştırmacılar öz saygısı düşük olan çocukların, öz saygısı yüksek olan
yaşıtlarına oranla hem orta çocukluk hem de ergenlik döneminde, özellikle de
yüksek düzeyde nörotisizm söz konusuysa, depresyona girme riskinin daha yüksek
olduğunu ortaya koymuştur. Yine de bunun korelatif bir veri olduğunu unutmamak
gerek. Bu bulgular, öz saygı eksikliği ile depresyon arasında nedensel bir
bağlantı olduğunu kanıtlamaz, yalnızca bu ikisinin birlikte görülme eğiliminde
olduğunu gösterirler. (567-568)
-Diğer
bir deyişle 5 ila 7 yaşlarındaki çocuklar güçlü bir "onlara" karşı
"biz", bizim gruptan olanlara karşı diğer gruptakiler duygusuna
sahiptir. Diğer çocukları bazı açılardan "benim gibi olanlar ve
olmayanlar" şeklinde sınıflandırırlar ve kendilerine benzeyen çocuklara
yönelik güçlü bir tercih, benzemeyen çocuklara karşıysa hayli stereotipik (çoğu
zaman olumsuz) düşünceler gelişir. Bu stereotipleştirme sürecinin bütünüyle
normal olduğu, çocuğun kurallar ve düzen yaratma, anlayışını ve davranışlarını
yönlendirecek örüntüler bulma denemeleri olduğu söylenebilir. (575)
-Bowlby'ye
göre bebekte gerçek bağlanma ancak 6 aylık olduğunda oluşur, bu aynı zamanda
nesne ve insanların görünmedikleri zaman bile var oldukları anlayışının
geliştiği dönemdir (nesne sürekliliği). Bebek ilk kez çevresindeki dünyayı
keşfe çıkarken onun için "en önemli" insanı, güvenli üs olarak
kullanır -bu da bağlanmanın varlığını gösteren en önemli işaretlerden biridir.-
(599-600)
-Yabancı
korkusu ve ayrılık kaygısı 5 ya da 6 aydan önce nadir görülen iki rahatsızlık
biçimidir, bunlar 6 ila 9 aylar arasında ortaya çıkar, 12 ila 16.aya dek
sıklıklarında artış görülür ve 24.aydan itibaren azalmaya başlar. Araştırma
bulguları bütünüyle tutarlı olmasa da ilk önce yabancı korkusu, bebeklerin diğer
durumlara korku tepkileri vermeye başladığı dönemle hemen hemen aynı sıralarda
ortaya çıkar. (600)
-Güçlü
bağlanmanın görüldüğü 7 ya da 8.aydan itibaren bebekler, anne ya da babayı
yabancılara tercih etmeye başlarlar. Hem anne hem de baba yanında olduğunda da
korku ya da stres söz konusu değilse, ikisinden birine ya da ikisine birden
gülümser ya da yaklaşır. Böyle bir durumda, özellikle 8 ila 24 aylar arasında,
çocuk tipik olarak babadan çok anneye döner. (601)
-Reddedilmiş
Çocuklar: İki tip reddedilmiş çocuk bulunur. İçine kapanık/reddedilmiş
çocuklar, akranlarının ondan hoşlanmadığının farkındadır. Bu çocuklar,
akranları tarafından kabul görmeyi birkaç kez denedikten sonra, en sonunda
vazgeçerler ve toplumsal açıdan içlerine kapanırlar. Bunun sonucunda da sık sık
yalnızlık duygusuna kapılırlar. Saldırgan/reddedilmiş çocuk genellikle yıkıcı
ve iş birliğine kapalıdır ancak genelde akranlarının kendilerinden hoşlandığına
inanır. Birçoğu güçlü duygu ifadelerini denetleyemiyor gibi görünür. Oyun
arkadaşlarının sözünü daha sık keser ve sırasını sistematik bir şekilde ihlal
eder. (626)
-Saldırganlık
çocukta bir kez yerleştikten sonra da çocuk aynı davranışları akranlarına karşı
sergilemeye başlar ve onlar tarafından reddedilir; bu durum onu, kendisini
kabul edecek akranlara giderek daha da yakınlaştırır ve bu çocuklar da
genellikle saldırgan ve suça eğilimli olurlar. Bu saldırgan çocukların
arkadaşsız kaldığı söylenemez, ancak arkadaşları hemen her zaman benzer anti
sosyal örüntüler sergilerler. Bu arkadaşlıklar genellikle oldukça geçicidir ve
karşılıklı zorlamaya dayanır. (626)
-Çok
sayıda araştırma saldırgan çocukların başkalarının niyetlerini anlama konusunda
akranlarından geri kaldığını gösteriyor. Çeşitli çalışmalarda saldırgan
çocuklara başkalarının niyetlerini anlama yolları öğretildiğinde, saldırgan
davranışlarda azalma görülmesi bu görüşü destekliyor. Spesifik olarak, bu
araştırmalarda okul çağındaki saldırgan çocukların niyetler konusundaki
anlayışının 2 ya da 3 yaşlarındaki bir çocuğun anlayışına benzediği
görülmüştür. Örneğin, bu çocuklar oyun alanındaki bir olayı (mesela bir çocuğun
futbol oynarken diğerine istemeden vurmasın) misilleme gerektiren kasıtlı bir
hareket olarak algılarlar. Okul çağındaki saldırgan çocuğa bu konuda eğitim
verilmesi, çoğu çocukta 3 ila 5 yaşları arasında gelişen başkalarının
niyetlerini anlama yeteneğinin gelişmesine yardım eder. Yani, sürekli
saldırganlığın kökeninde, tipik gelişim çizgisinde erken çocukluk döneminde
yaşanan bir tür sapma da yatıyor olabilir. (646)
-Toplumsal
biliş: İnsanların
duyguları ve birbirleriyle etkileşim ve ilişkileri üzerine düşünme ve bunları
anlama. (653)
-Cezayı
mantıklı açıklamalarla birleştirmek daha etkili bir yaklaşım olabilir. 7
yaşındaki çocuğunun çikolata çaldığını gören annesi bu yaklaşımı, onu bir
köşeye çekip aç bile olsa izinsiz almasının yanlış olduğunu anlatarak uygular.
Daha sonra çocuktan hatasını, kasiyerden ya da dükkân sahibinden özür dileyerek
ve çikolatanın parasını ödeyerek düzeltmesini ister. Çikolatanın ücretini onun
yerine annesi ödediyse çocuk, büyük olasılıkla, bunu bir şekilde telafi etmek
zorunda kalacaktır. Bu süreç sayesinde çocuk hem çalmanın yanlış olduğunu hem
de bir ahlak kuralını çiğnediğinde hatasını düzeltmek için bir şeyler yapması
gerektiğini öğrenecektir. (672-673)
-Birisinin
ahlak gelişimi evresini ya da düzeyini belirleyen şeyin, bu kişinin yaptığı
spesifik ahlaki seçimler değil, bu seçimleri haklı çıkarmak için kullandığı
muhakeme biçimi olduğunu anlamak büyük önem taşıyor. (680)
-Ailenin
çocuk üzerinde etkili olan ilk kilit niteliğindeki özelliği, evdeki görece
sıcaklığa karşı düşmanlıktır. "Sıcaklığı" tanımlamak ve ölçmek
zordur, ancak çocuk için son derece önemli olduğu yadsınamaz, gerçekten
araştırma sonuçları da bu doğrultudadır. Sıcak bir anne baba çocuğuyla
ilgilenir, ona şefkat gösterir, sık sık ya da düzenli olarak önce çocuğunun
gereksinimlerini karşılar, çocuğun etkinliklerine coşkuyla yaklaşır ve
duygularına duyarlı ve empatik tepkiler verir. Bu sürenin diğer ucunda,
çocuklarını açıkça reddeden anne babalar bulunur -onları sevmediklerini ya da
istemediklerini- söz ya da davranışlarıyla ifade ederler. (700-701)
- Ailedeki
etkileşim örüntülerinin ikinci önemli öğesi de anne babanın çocuğa karşı
duyarlılığıdır. Duyarlı anne babalar çocuklarının verdiği işaretleri doğru bir
şekilde alırlar ve çocuğun gereksinimlerine duyarlı tepkiler verirler. Anne
babası duyarlı olan çocuklar konuşmayı biraz daha çabuk öğrenirler; IQ
düzeyleri daha yüksek, bilişsel gelişimleri daha hızlıdır ve güvenli bağlanma,
anne babanın sözünü dinleme ve toplumsal açıdan yeterlilik eğilimleri de daha
yüksektir. (702)
-Aile
içi etkileşimin üçüncü özelliği olan, anne babanın çocukların davranışlarını
denetlemesi birkaç ögeye dayanır. Kuralların tutarlılığı, yani kuralların ve bu
kurallar uymanın (ya da uymamanın) sonuçlarını çocuğa açık bir şekilde
göstermek, denetimin öğelerinden biridir. Bazı anne babalar bu konuda çok net
ve tutarlıdır; bazılarıysa beklentileri ve neyi hoş görecekleri konusunda
bocalar ya da belirsiz davranırlar. Araştırmalara göre, anne baba net ve tutarlı
davrandığında çocuklarda söz dinlememe ya da karşı koyma daha az görülür.
(702-703) Denetim ile ilişkili bir diğer öğe de anne babanın, çocukların
davranışlarından beklenti düzeyidir. Çocuktan görece olgun davranışlar sergilemesi
mi beklenmektedir yoksa anne baba erkenden çok fazla beklenti içine girmemenin
önemli olduğunu mu düşünmektedir? Bu tip farklılıklar üzerine yürütülen
çalışmalar, belirli sınırlar dahilinde yüksek beklentilerin daha iyi sonuçlar
doğurduğunu gösteriyor. (704)
-En
etkili -yani, istenmeyen ya da olumsuz yan etkiler olmadan çocuğun
davranışlarında uzun süreli değişiklikler yaratan- cezalar, belirli bir yanlış
davranış örüntüsünün hemen başlarında, olası en düşük duygu ve en hafif ceza
düzeyi ile uygulanan cezalardır. Bir çocuk kardeşine oyuncağıyla ilk defa
vurduğunda sevdiği oyuncağını elinden almak ya da yaramazlık yaptığında tutarlı
bir şekilde küçük ayrıcalıklardan mahrum bırakmak, özellikle de anne baba
sıcaklık gösteriyor, kurallar hakkında net ve tutarlı davranıyorsa istenen
sonuçları doğuracaktır. (705)
-Çocuk
yetiştirme tarzları üzerine en etkili yaklaşım, Diana Baumrind'in(1973)
ebeveynliğin farklı boyutlarını bir arada alması olmuştur:
1-Sıcaklık
ya da bakıp büyütme
2-Beklentilerin
düzeyi, Baumrind bunu "olgunluk talepleri" olarak adlandırır
3-Kuralların
netliği ve tutarlılığı, denetim olarak anılır
4-Ebeveyn
ile çocuk arasındaki iletişim.
Baumrind
bu karakteristik özelliklerin üç spesifik kombinasyonu olduğunu düşünüyordu:
İzin
Verici Tarz: Bakma
büyütme özelliği yüksek, olgunluk talepleri, denetim ve iletişim düzeyi düşük.
Otoriter
Tarz: Denetim
ve olgunluk talepleri yüksek, bakma-büyütme ve iletişim düzeyi düşük.
Açıklayıcı-Otoriter
Tarz: Yüksek
düzeyde denetim, bakma-büyütme, olgunluk talebi ve iletişim.
İhmalkâr
Tarz: Eleanor
Maccoby ve John Martin'in dördüncü ebeveynlik tarzı olarak tanımladığı ve hem
benimsemenin hem de denetimin düşük düzeyde olduğu çocuk yetiştirme tarzı.
(709-710)
-Başkalarının
maddi ve manevi desteğine en çok son derece zorlu ya da stresli dönemlerde
gereksinim duyarsınız, ancak çevrenize bakıp size kimin yardım edebileceğini
görmek için zorlukların baş gösterdiği ana dek beklerseniz çevrenizde kimsenin
olmadığını görebilirsiniz. (740)
-Ebeveyn
dışı bakım neden bebekleri anaokulunda daha saldırgan ve itaatsiz olmaya
yatkınlaştırır? Bebeklerin ebeveyn dışı bakıma verdikleri tepkilerin
incelenmesi bu konuda bir ipucu verebilir. Araştırmacılar, kreşe giden
bebeklerde kortizol stres hormonu düzeyinin, sabahtan öğleden sonraya dek
yükseliş gösterdiğini bulmuştur. Buna karşılık evde bakılan bebeklerde kortizol
düzeyi gün boyunca düşüş göstermektedir. Evde bakılan ve kreşe giden bebeklerin
kortizol düzeylerinin hafta sonlarında birbirine eşit olması ise ilginçtir. Bu
nedenle bazı gelişim bilimciler, kreşe giden çocuklarda kortizol düzeyinin daha
yüksek olmasının hızla gelişen beyinlerini davranış sorunlarına yol açacak
şekilde etkilediğini savunurlar. Bununla birlikte, bu hipotezi doğrudan
destekleyen veriler henüz bulunmamıştır. (755-756)
-Bütün
toplumlar genellikle toplumsal sınıf olarak adlandırılan ve her biri güç, mal
ya da statüye farklı derecelerde erişebilen toplumsal tabakalardan oluşur. Batı
toplumlarında belirli bir ailenin toplumsal sınıfı genellikle ailedeki yetişkinlerin
gelir ve eğitim düzeyi üzerinden tanımlanır. (784)
-Yoksulluk
içinde özellikle de kentsel bölgelerde yoksulluk içinde yaşayan çocuklar birçok
açıdan çok dezavantajlıdır, tıbbi bakımdan büyük oranda yoksun kalmak ve
çeşitli stres kaynaklarına daha fazla maruz kalmak bu dezavantajlar arasında
yer alır. Okuldaki başarıları düşüktür ve okulu bırakma oranları yüksektir.
Güvenli bağlanma, yüksek IQ düzeyi, açıklayıcı-otoriter ebeveynlik ve etkin
okullar gibi bazı koruyucu etkenler kimi çocukların yoksulluğun etkilerini
dengelemesine yardım edebilir. (804)
-Araştırma
bulgularına göre, yoksul çocukların olumsuz koşulların üstesinden gelmesine
yardımcı olan etkenler diğer türdeki streslerin etkilerini de azaltıyordu.
(Anne ya da babaya ya da bir başkasına) güvenli bağlanan, iyi bilişsel
becerileri olan ve akranlarıyla ilişkiler kurmasına yetecek derecede toplumsal
becerileri olan çocuklar, karşılaştıkları streslere daha iyi göğüs
gerebiliyordu. (812)
-Okul
öncesi çağdaki çocukların sergilediği belirli davranış örüntülerinin (aşırı
utangaçlık ya da saldırganlık gibi), çocukluğun ileri dönemlerinde psikolojik
bozukluk tanısını güçlü bir şekilde öngördüğünü ortaya koyan araştırmalar,
psikopatolojinin çoğunlukla çocuğun kendisinde olan doğuştan gelen
incinebilirliklerden kaynaklandığı hipotezini destekliyor. (815)
-Çoğu
çocukluk psikopatolojileri uzmanı, çocuk ve ergenlerde üç temel psikolojik
bozukluk kategorisi olduğu konusunda hemfikirdir. Bunların ilk ikisi yoğunlaşma
yeteneğini zayıflatan dikkat sorunları (özellikle, dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğu) ve sapkın davranışın dışa yöneldiği suça
eğilim ve aşırı saldırganlık ya da itaatsizliği içeren dışsallaştırma
sorunlarıdır (davranım bozukluğu olarak da anılır). Üçüncü kategori ise
depresyon, kaygı ve yeme bozuklukları gibi sorunları içeren ve sapkın davranışın
büyük oranda içe, bireyin kendisine doğru yöneldiği içselleştirme
sorunlarıdır. (816)
-Genelde
psikologlar ancak bir sorun 6 ay ya da daha uzun sürüyorsa ya da sorun bu
davranış tipinin en uç örneklerini içeriyorsa bir çocuğun gelişimini, atipik ya
da sapkın olarak nitelendirirler. Yalnızca bu tip uç ya da sürekli sorunlar
atipik olarak değerlendirildiğinde, oran daha da düşüktür -yine de bir
çoğunuzun düşündüğünden çok daha yüksektir-. (817-818)
-DEHB
konusunda önde gelen araştırmacı ve kuramcılardan biri olan Russel Barkley asıl
sorunun çocuğun davranışlarına ket vurma yeteneğindeki bir kusur olduğunu öne
sürer -yasaklanmış ya da yararsız bir davranışa başlamaktan ya da ilgi çekici
bir uyarıcıya tepki vermekten ya da bir kez başladıktan sonra aynı şekilde
davranmaya devam etmekten- kendini alıkoyamaz. Okuldaki derslikler gibi, birçok
uyarıcı içeren kalabalık, karmaşık ortamlarda, DEHB olan çocuklar
çevrelerindeki bütün seslere ve görüntülere verdikleri tepkilere ket
vuramazlar, bu nedenle huzursuz görünürler ve dikkatlerini tek bir etkinlik
üzerinde tutamazlar. (819-821)
-DEHB
olan çocukları diğer çocuklardan ayıran, toplam etkinlik düzeyidir. Buna
karşılık, yüksek etkinlik düzeyi çocuğa bozukluk tanısı koymak için yeterli
değildir. Bir çocuğa DEHB tanısı konulabilmesi için yüksek etkinlik düzeyine
DEHB ve DEHB'in ortak karakteristik özelliklerinin eşlik etmesi gerekir.
Özellikle, bu iki dikkat sorunu tipini de sergileyen çocuklar sıkıcı, yinelenen
görevlere dikkatlerini kalıcı olarak verme kapasitesi açısından akranlarından
ayrılırlar. Ayrıca itkilerini denetlemekte yaşıtlarına oranla daha fazla güçlük
çekerler. (823)
-Çocuklarında
otizm olan birçok anne baba, çocuklarındaki tuhaf davranışları doğumdan birkaç
ay sonra fark ettiklerini söyler. Anne babaların en çok ilgisini çeken şey, bu
bebeklerin insanlara ilgi göstermemesidir. Bununla birlikte, çoğu vakada,
çocuğun atipik bir gelişim çizgisi izlediği, normal dil becerilerinin
gelişmediği görülene dek tamamen anlaşılamaz ve kesin bozukluk tanısı konulamaz.
Bu genellikle bir ila iki yaşları arasında gerçekleşir. (850-851)
Kaknüs Yayınları, 2009 basım,
1.baskı, Çeviren: Okhan Gündüz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder