06 Ağustos 2025

ÇOCUK GELİŞİM PSİKOLOJİSİ - HELEN BEE & DENİSE BOYD

-Yeni doğanlar gündüz ve gece zamanlarının %90'ını uyuyarak geçirebilirler. 6 ila 8 haftalık olduklarında çoğu bebeğin toplam gündüz uyku süresi bir dereceye kadar azalır ve günlük ritim olarak anılan gece/gündüz uyku ritimleri sergilemeye başlarlar. Bu yaştaki bebekler, tam uyanmadan bunun gibi 2 ya da 3 adet 2 saatlik döngüyü birleştirirler; bu noktada "bebek geceyi uyuyarak geçirdi" deriz. Bebekler 6 aylık olduklarında hala günde 14 saattan biraz daha fazla uyurlar, ancak uyku düzeni ve öngörülebilirliği daha belirgindir. 6 aylık olan çoğu bebekte, bütün gece süren uyku örüntüleri ve daha öngörülebilir zamanlardaki gündüz şekerlemeleri daha açık bir şekilde izlenebilir. (168-169)

-Ağlamak da bebeğin davranış durumlarında sergilediği döngünün normal bir parçasıdır. Normal yeni doğanların incelendiği bir çalışma, zamanlarının %2 ila %11'ini ağlayarak geçirdiklerini ortaya koymuştur. Bu yüzden çoğunlukla ilk birkaç hafta boyunca yükselir, 6 haftalık olduklarında günde 2-3 saat ağlamayla en üst düzeye ulaşır ve 3 aylık olduklarında düşmeye başlayarak günde 1 saatin altına iner. Ağlama düzeyinin 6.haftada doruğa ulaşması, birçok farklı kültürde karşılaşılan bir durumdur ve annenin bebeğiyle beden temasını neredeyse sürekli koruduğu kültürler de buna dahildir, yani bu ağlama örüntüsünün ABD ya da diğer Batı kültürlerine özgü olmadığı düşünülmektedir. Bebekler başlarda en çok günün akşam saatlerinde ağlar, daha sonraları ise en şiddetli ağlamalar beslenmelerinden hemen öncesine denk gelir. (170-172)

-Bazen anne babalar, bebek her ağladığında bebeği kucaklamanın ağlamayı sıklaştıracağından endişelenir. Buna karşılık, araştırmalara göre, bebekliğin ilk 3 ayında ağlayan bir bebekle hemen ilgilenmek, bebeğin daha sonraki dönemlerde daha az ağlamasını sağlamaktadır. (172)

-Günde toplam 3 saatten uzun, yoğun ağlama nöbetlerinin görüldüğü kolik durumunda bebeklerin %15 ila %20'sini hiçbir şey yatıştıramaz. Kolik, genellikle bebek 2 haftalık olduğunda ortaya çıkar ve 3 ya da 4 aylık olduğunda birdenbire ortadan kalkar. Ağlama genellikle öğleden sonralarının sonlarına doğru ya da akşamın ilk saatlerinde çok yoğun olur. Fizyologlar da hekimler de koliğin nasıl başladığını ve herhangi bir müdahale olmaksızın neden sona erdiğini bilmiyorlar. Bu, yaşanması zor bir durum olmakla birlikte, biteceğini bilmek insanı bir nebze rahatlatıyor. (172-173)

-"Katı yemekler bebeğin bütün gece uyumasını sağlar" inanışını destekler nitelikte bir kanıt bulunmamaktadır. Aslında katı yemeğe erken başlaması bebeğin beslenmesini kötü etkileyebilir. Çocuk doktorları genelde katı yemeğe 4 ila 6 aydan önce başlamamayı önerirler. İlk katı yemekler, demir ilaveli pirinç gibi yalnızca hububat gevreği mamulleri olmalıdır. Anne baba, bebeği her hafta yalnızca bir yeni yemekle tanıştırmalıdır, daha fazlasıyla değil. Anne baba sistematik bir plan üzerinden ilerlerse, yemek alerjileri de kolayca tespit edilebilir. (185)

-Yaklaşık olarak ilk iki yılı kapsayan birinci safhada bebek, çok hızlı bir şekilde kilo alır, birinci yılda boyu 25 ila 30 cm uzar ve aynı sürede kilosu üç katına çıkar. 2 yaşını dolduran çocuk, ergenlik dönemine dek daha yavaş ancak düzenli bir şekidle yılda 5 ila 7,5 cm uzar ve yaklaşık 2,5 kg kilo alır. Üçüncü safhada çarpıcı bir ergen "gelişim hamlesi" yaşanır ve çocuk birkaç yıl boyunca yılda 7,5 ila 15 cm uzar ve daha sonra yetişkinlik boyuna ulaşana dek büyüme oranı yine yavaşlar. (213)

-Beslenme uzmanları anne babalara, çocuğun yediği yemek miktarının yetişkinlerin ancak yarısı kadar olduğunu anımsatırlar. Dolayısıyla, anne babaların, çocuğun az yemesi konusunda endişeye kapılıp onun daha çok tercih ettiği tatlı ve yüksek kalorili ve yağlı besinlere yönelmeleri doğru olmaz. Aşırı kilo, küçük çocuklar arasında ender görülen bir sorun olmasına karşın, birçok çocuğun yeme alışkanlıkları bu dönemde gelişir ve bu durum, ileride kilo sorunu yaşamasına neden olabilir. Beslenme uzmanları el altında çeşitli besleyici yemeklerin hazır bulundurulmasını ve çocuğun iştahının ne kadar yemesi gerektiği konusunda iyi bir yol gösterici olarak kabul edilmesini önerirler. Elbette, bu yaklaşım yalnızca küçük çocukların tatlı ve diğer çekici ama besleyici olmayan besin maddelerini tüketmesi kısıtlandığında işe yarar. (243)

-Bebeklerin müziğe tepki verme biçimleri duyum ile algı arasındaki önemli ayrımı anlamamıza yardım edebilir. Duyum sürecinde duyu organları -gözler, kulaklar, deri, burun ve ağız- aracılığıyla bir bilgi alınır ve bu bilgi beyne iletilir. Algı ise duyumlara anlam verilmesidir. Diğer bir deyişle, duyum, duygusal deneyimle elde edilen ham maddeyi tedarik eder, algı ise son ürünü ortaya çıkarır. Müzik açısından baktığımızda, işitmekle ilgili duyum süreci, bebeğin bir sesin diğerinden farklı olduğunu fark etmesidir. Bebeğin müziğe verdiği diğer tüm tepkiler algıdır: Şarkının bir başkasına değil de kendisine söylendiğini bilmesi, bazı ses kombinasyonlarını diğerlerine yeğleme, vals ve marşları birbirinden ayırt edebilmesi ve çocuk şarkısı ile ninni arasındaki ayrımı fark edebilmesi hep algı ile ilgilidir. Müzik algısının bu yönleri, yaşamın bu denli erken bir döneminde ortaya çıktığına göre, büyük olasılıkla doğuştan gelmektedir. (265)

-Gelişim bilimciler, depresif anneler ile düzenli bir şekilde etkileşime giren bebeklerin daha olumsuz ve daha az sayıda duygu ifade ettiğini keşfettiler. Bu bebekler daha az gülümserken üzüntülü ve kızgın yüz ifadelerini daha çok sergilerler, daha dağınık ve stresli olurlar. Ayrıca, bu çocukların ileri dönemlerde, yüksek saldırganlık ya da içe kapanma gibi davranış sorunları sergileme riski de daha yüksektir. (301)

-Birincil döngüsel tepkiler: Piaget'nin duyusal-motor dönemin ikinci alt döneminde, bebeğin kendi bedeni çevresinde örgütlenmiş tekrarlanan eylemleri tanılamak için kullandığı ifade. Bebek, hoşuna giden bir sonucu yeniden elde etmek için bir eylemi tekrarlar, örneğin, hoşlandığı emme hissinin tekrarlanması için başparmağını ağzına götürür.

İkinci döngüsel tepkiler: Duyusal-motor dönemin 3.alt döneminde ortaya çıkan ve dış nesnelere yönelik tekrarlanan eylemler; bebek dıştaki bir olayın yeniden gerçekleşmesi için bir eylemi yineler; karyolanın üzerinde asılı hareketli oyuncakların dönmesi için oyuncaklara bir daha vurur.

Üçüncül döngüsel tepkiler: Bebeğin, önceki davranışlarının çeşitlemeleri üzerinde bilinçli denemeler yapması. Piaget'ye göre duyusal-motor dönemin 5.alt döneminin karakteristik özelliğidir. (319-321)

-Nesne sürekliliği: Nesnelerin doğrudan algılanamadıklarında bile var olmaya devam ettiğinin anlaşılması. (321)

-Yanlış inanç ilkesi: Birisinin yanlış bir inancı olabileceğini anlama ve bu yanlış inanca hangi bilginin yol açtığını belirleyebilme yeteneği. Bir çocuğun yanlış inanç ilkesini anlaması, temsili zihin kuramının ortaya çıkışının başlıca işaretlerinden biridiri. (329)

-Ortalama olarak, ailedeki çocuk sayısı ne kadar fazlaysa çocukların IQ puanları da o kadar düşüktür. Yine ortalama olarak, en büyük çocuğun IQ puanı daha yüksektir ve ortalama puanlar doğum sırasıyla birlikte düşüş gösterir. Ayrıca çok yakın aralıklarla doğan çocukların IQ puanlarının, daha uzun aralıklarla doğan çocuklara oranla düşük olduğu görülmüştür. (397)

-Kalıtım ve çevrenin IQ puanları üzerindeki etkileri ile ilgili bilgiler bir arada ele alındığında her iki etkenin de çok önemli olduğu görülüyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yürütülen çalışmalarda elde edilen sonuçlara göre, herhangi bir toplumda IQ puanlarında görülen farklılıkların yaklaşık yarısı kalıtımdan kaynaklanmaktadır ve bu veriler birbirleriyle tutarlılık içindedir. Diğer yarısı ise açıkça görüldüğü üzere çevreden ya da çevre ile kalıtımın etkileşiminden kaynaklanır. (403-404)

-Bebeklerin ses çıkarma becerileri, algısal becerileri kadar erken gelişmez. Doğumdan bir aylık olana dek yaygara, geğirme ya da tatmin sesleri ile birlikte, daha çok ağlama sesi çıkarırlar. Yaklaşık 1 ya da 2 aylık olduklarında bu ses dağarcığına biraz gülme ve agulama -uuuuu gibi tekrarlanan ünlü harf sesleri- eklenir. Buna benzer sesler genellikle bebeğin memnuniyetinin işaretidir ve oldukça çeşitli olabilir. Ses yüksekliğindeki ya da ses perdesindeki farklılıklar da bu çeşitliliğe dahildir. Ünsüz harf sesleri ancak bebek 6 ya da 7 aylık olduğunda, yani bebek kaslarını, ünsüz harfleri ünsüz harflerle birleştirebilecek denli denetleyebildiğinde ortaya çıkar. 6.aydan itibaren ünlü ünsüz harf birleşimlerinin sayısında hızlı bir yükseliş olur. Cıvıldama olarak anılan bu ünlüleştirme tipi, 6 ile 12 aylık bebeklerin ağlama dışında çıkardıkları seslerin yaklaşık yarısını oluşturur. İlk cıvıldama sesleri dadadada, nananana ya da yayayaya gibi aynı seslemlerin art arda yinelenmesinden oluşur. (434)

-Gelişim bilimciler, anne babaları kendileriyle daha sık konuşan, onlara düzenli bir şekilde kitap okuyan ve konuşmalarında geniş bir sözcük yelpazesine yer veren çocukların konuşmaya daha erken başladığını, daha geniş bir sözcük dağarcığına sahip olduğunu, daha karmaşık cümleler kurduklarını ve okul çağına geldiklerinde okuma yazmayı daha kolay söktüklerini biliyor. Bu nedenle çocuğun işittiği dilin miktarı da başlı başına önemli bir etkendir. (457)

-Araştırmacılar yetişkin kişiliğinin beş temel yönde görülen farklılıklar bağlamında yeterli bir şekilde açıklanabileceği konusunda artık hemfikir. Büyük beşli olarak adlandırılan bu özellikler dışa dönüklük, uyumluluk, öz disiplin, nörotisizm ve açıklık/akıl'dır. Büyük Beşli'nin Batı kültürü içerisinde yer almayan ülkeler de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde yürütülen çalışmalarda saptanmış olması bu listeye kültürlerarası bir nitelik de kazandırıyor. En azından araştırmacılar kişiliğin bu yönlerinin yalnızca Amerikalı yetişkinlere özgü olmadığını biliyor.

Dışa dönüklük: Bu yönü güçlü olan kişinin karakteristik özellikleri girişkenlik, enerji, coşku ve cana yakınlıktır.

Uyumluluk: Bu yönü güçlü olan kişinin karakteristik özellikleri itimat, cömertlik, kibarlık ve sempatidir.

Öz disiplin: Bu yönü güçlü olan kişinin karakeristik özellikleri verimlilik, organizasyon, planlılık ve güvenirliktir.

Nörotisizm: Bu yönü güçlü olan kişinin karakteristik özellikleri kaygı(anksiyete), kendine acıma, gerginlik ve duygusal dengesizliktir.

Açıklık/Akıl: Bu yönü güçlü olan kişinin karakeristik özellikleri merak, hayal gücü, iç görü, özgünlük ve geniş ilgi alanıdır. (491)

-Bandura, bir çocuğun (ya da yetişkinin) bir başkasını izleyerek öğreneceklerini dört şeyin belirlediğini söyler: neye dikkat ettiği ve neyi hatırlayabildiği (ikisi de bilişsel süreçtir), fiziksel olarak neyi kopyalayabileceği ve neyi taklit etmeye güdülendiği. Dikkat yetenekleri, bellek ve diğer bilişsel süreçler bebeklik ve çocukluk boyunca değiştiği için bir bebeğin ya da çocuğun, belirli bir model olaydan öğrenebilecekleri ya da öğrenecekleri, gelişim süresince değişiklik gösterir. (511)

-Duyguları denetleme yeteneğinin edinilmesi sürecinde denetim, yavaş yavaş anne babadan çocuğa geçmeye başlar. Burada çocuğun mizacı yine etkenler arasındadır. Örneğin, bebekliğinden itibaren tutarlı olarak "zor" davranışlar sergileyen okul öncesi çağdaki çocuklarda erken çocukluk döneminde öz denetim sorunları yaşanması olasılığı daha yüksektir. Benzer şekilde de, prematüre doğan ya da iki yaşında dil gelişimi geciken çocuklar, erken çocukluk döneminde daha fazla öz denetim güçlüğü yaşarlar. Bunula birlikte, anne babanın yaşa bağlı beklentileri ve çocuk yetiştirme davranışları da önemlidir. Örneğin, çoğu anne baba yürüme çağına gelmiş bir çocuğun çok da uzun süre bekleyemediğini bilir, bu nedenle yapılmayacak şeyleri hatırlatmak ya da istekleri yinelemek gibi dış denetim mekanizmaları kurarlar. Çocuk, 3 ila 6 yaşları arasında, anne babanın bu tür standartlarını ve beklentilerini giderek daha fazla içselleştirir ve denetimi daha fazla ele almaya başlar. (548-549)

-Çocuk yetiştirme davranışlarının yanı sıra anne babanın kendi duygularını ifade etme şekilleri de çocuğun duyguları denetleyebilme yeteneği ile ilişkilidir. Genel olarak, olumsuz duygularını çok fazla ifade eden anne babaların çocukları, olumsuz duygularını iyi denetleyemezler. Anne babanın olumlu duyguları ifade etmesinin, çocuktaki duygusal öz düzenlemeyi, olumsuz duyguların ifadesinde görüldüğü kadar tutarlı bir şekilde etkilememesi de ilginçtir. (549)

-Harter ve araştırmacılar öz saygısı düşük olan çocukların, öz saygısı yüksek olan yaşıtlarına oranla hem orta çocukluk hem de ergenlik döneminde, özellikle de yüksek düzeyde nörotisizm söz konusuysa, depresyona girme riskinin daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Yine de bunun korelatif bir veri olduğunu unutmamak gerek. Bu bulgular, öz saygı eksikliği ile depresyon arasında nedensel bir bağlantı olduğunu kanıtlamaz, yalnızca bu ikisinin birlikte görülme eğiliminde olduğunu gösterirler. (567-568)

-Diğer bir deyişle 5 ila 7 yaşlarındaki çocuklar güçlü bir "onlara" karşı "biz", bizim gruptan olanlara karşı diğer gruptakiler duygusuna sahiptir. Diğer çocukları bazı açılardan "benim gibi olanlar ve olmayanlar" şeklinde sınıflandırırlar ve kendilerine benzeyen çocuklara yönelik güçlü bir tercih, benzemeyen çocuklara karşıysa hayli stereotipik (çoğu zaman olumsuz) düşünceler gelişir. Bu stereotipleştirme sürecinin bütünüyle normal olduğu, çocuğun kurallar ve düzen yaratma, anlayışını ve davranışlarını yönlendirecek örüntüler bulma denemeleri olduğu söylenebilir. (575)

-Bowlby'ye göre bebekte gerçek bağlanma ancak 6 aylık olduğunda oluşur, bu aynı zamanda nesne ve insanların görünmedikleri zaman bile var oldukları anlayışının geliştiği dönemdir (nesne sürekliliği). Bebek ilk kez çevresindeki dünyayı keşfe çıkarken onun için "en önemli" insanı, güvenli üs olarak kullanır -bu da bağlanmanın varlığını gösteren en önemli işaretlerden biridir.- (599-600)

-Yabancı korkusu ve ayrılık kaygısı 5 ya da 6 aydan önce nadir görülen iki rahatsızlık biçimidir, bunlar 6 ila 9 aylar arasında ortaya çıkar, 12 ila 16.aya dek sıklıklarında artış görülür ve 24.aydan itibaren azalmaya başlar. Araştırma bulguları bütünüyle tutarlı olmasa da ilk önce yabancı korkusu, bebeklerin diğer durumlara korku tepkileri vermeye başladığı dönemle hemen hemen aynı sıralarda ortaya çıkar. (600)

-Güçlü bağlanmanın görüldüğü 7 ya da 8.aydan itibaren bebekler, anne ya da babayı yabancılara tercih etmeye başlarlar. Hem anne hem de baba yanında olduğunda da korku ya da stres söz konusu değilse, ikisinden birine ya da ikisine birden gülümser ya da yaklaşır. Böyle bir durumda, özellikle 8 ila 24 aylar arasında, çocuk tipik olarak babadan çok anneye döner. (601)

-Reddedilmiş Çocuklar: İki tip reddedilmiş çocuk bulunur. İçine kapanık/reddedilmiş çocuklar, akranlarının ondan hoşlanmadığının farkındadır. Bu çocuklar, akranları tarafından kabul görmeyi birkaç kez denedikten sonra, en sonunda vazgeçerler ve toplumsal açıdan içlerine kapanırlar. Bunun sonucunda da sık sık yalnızlık duygusuna kapılırlar. Saldırgan/reddedilmiş çocuk genellikle yıkıcı ve iş birliğine kapalıdır ancak genelde akranlarının kendilerinden hoşlandığına inanır. Birçoğu güçlü duygu ifadelerini denetleyemiyor gibi görünür. Oyun arkadaşlarının sözünü daha sık keser ve sırasını sistematik bir şekilde ihlal eder. (626)

-Saldırganlık çocukta bir kez yerleştikten sonra da çocuk aynı davranışları akranlarına karşı sergilemeye başlar ve onlar tarafından reddedilir; bu durum onu, kendisini kabul edecek akranlara giderek daha da yakınlaştırır ve bu çocuklar da genellikle saldırgan ve suça eğilimli olurlar. Bu saldırgan çocukların arkadaşsız kaldığı söylenemez, ancak arkadaşları hemen her zaman benzer anti sosyal örüntüler sergilerler. Bu arkadaşlıklar genellikle oldukça geçicidir ve karşılıklı zorlamaya dayanır. (626)

-Çok sayıda araştırma saldırgan çocukların başkalarının niyetlerini anlama konusunda akranlarından geri kaldığını gösteriyor. Çeşitli çalışmalarda saldırgan çocuklara başkalarının niyetlerini anlama yolları öğretildiğinde, saldırgan davranışlarda azalma görülmesi bu görüşü destekliyor. Spesifik olarak, bu araştırmalarda okul çağındaki saldırgan çocukların niyetler konusundaki anlayışının 2 ya da 3 yaşlarındaki bir çocuğun anlayışına benzediği görülmüştür. Örneğin, bu çocuklar oyun alanındaki bir olayı (mesela bir çocuğun futbol oynarken diğerine istemeden vurmasın) misilleme gerektiren kasıtlı bir hareket olarak algılarlar. Okul çağındaki saldırgan çocuğa bu konuda eğitim verilmesi, çoğu çocukta 3 ila 5 yaşları arasında gelişen başkalarının niyetlerini anlama yeteneğinin gelişmesine yardım eder. Yani, sürekli saldırganlığın kökeninde, tipik gelişim çizgisinde erken çocukluk döneminde yaşanan bir tür sapma da yatıyor olabilir. (646)

-Toplumsal biliş: İnsanların duyguları ve birbirleriyle etkileşim ve ilişkileri üzerine düşünme ve bunları anlama. (653)

-Cezayı mantıklı açıklamalarla birleştirmek daha etkili bir yaklaşım olabilir. 7 yaşındaki çocuğunun çikolata çaldığını gören annesi bu yaklaşımı, onu bir köşeye çekip aç bile olsa izinsiz almasının yanlış olduğunu anlatarak uygular. Daha sonra çocuktan hatasını, kasiyerden ya da dükkân sahibinden özür dileyerek ve çikolatanın parasını ödeyerek düzeltmesini ister. Çikolatanın ücretini onun yerine annesi ödediyse çocuk, büyük olasılıkla, bunu bir şekilde telafi etmek zorunda kalacaktır. Bu süreç sayesinde çocuk hem çalmanın yanlış olduğunu hem de bir ahlak kuralını çiğnediğinde hatasını düzeltmek için bir şeyler yapması gerektiğini öğrenecektir. (672-673)

-Birisinin ahlak gelişimi evresini ya da düzeyini belirleyen şeyin, bu kişinin yaptığı spesifik ahlaki seçimler değil, bu seçimleri haklı çıkarmak için kullandığı muhakeme biçimi olduğunu anlamak büyük önem taşıyor. (680)

-Ailenin çocuk üzerinde etkili olan ilk kilit niteliğindeki özelliği, evdeki görece sıcaklığa karşı düşmanlıktır. "Sıcaklığı" tanımlamak ve ölçmek zordur, ancak çocuk için son derece önemli olduğu yadsınamaz, gerçekten araştırma sonuçları da bu doğrultudadır. Sıcak bir anne baba çocuğuyla ilgilenir, ona şefkat gösterir, sık sık ya da düzenli olarak önce çocuğunun gereksinimlerini karşılar, çocuğun etkinliklerine coşkuyla yaklaşır ve duygularına duyarlı ve empatik tepkiler verir. Bu sürenin diğer ucunda, çocuklarını açıkça reddeden anne babalar bulunur -onları sevmediklerini ya da istemediklerini- söz ya da davranışlarıyla ifade ederler. (700-701)

- Ailedeki etkileşim örüntülerinin ikinci önemli öğesi de anne babanın çocuğa karşı duyarlılığıdır. Duyarlı anne babalar çocuklarının verdiği işaretleri doğru bir şekilde alırlar ve çocuğun gereksinimlerine duyarlı tepkiler verirler. Anne babası duyarlı olan çocuklar konuşmayı biraz daha çabuk öğrenirler; IQ düzeyleri daha yüksek, bilişsel gelişimleri daha hızlıdır ve güvenli bağlanma, anne babanın sözünü dinleme ve toplumsal açıdan yeterlilik eğilimleri de daha yüksektir. (702)

-Aile içi etkileşimin üçüncü özelliği olan, anne babanın çocukların davranışlarını denetlemesi birkaç ögeye dayanır. Kuralların tutarlılığı, yani kuralların ve bu kurallar uymanın (ya da uymamanın) sonuçlarını çocuğa açık bir şekilde göstermek, denetimin öğelerinden biridir. Bazı anne babalar bu konuda çok net ve tutarlıdır; bazılarıysa beklentileri ve neyi hoş görecekleri konusunda bocalar ya da belirsiz davranırlar. Araştırmalara göre, anne baba net ve tutarlı davrandığında çocuklarda söz dinlememe ya da karşı koyma daha az görülür. (702-703) Denetim ile ilişkili bir diğer öğe de anne babanın, çocukların davranışlarından beklenti düzeyidir. Çocuktan görece olgun davranışlar sergilemesi mi beklenmektedir yoksa anne baba erkenden çok fazla beklenti içine girmemenin önemli olduğunu mu düşünmektedir? Bu tip farklılıklar üzerine yürütülen çalışmalar, belirli sınırlar dahilinde yüksek beklentilerin daha iyi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. (704)

-En etkili -yani, istenmeyen ya da olumsuz yan etkiler olmadan çocuğun davranışlarında uzun süreli değişiklikler yaratan- cezalar, belirli bir yanlış davranış örüntüsünün hemen başlarında, olası en düşük duygu ve en hafif ceza düzeyi ile uygulanan cezalardır. Bir çocuk kardeşine oyuncağıyla ilk defa vurduğunda sevdiği oyuncağını elinden almak ya da yaramazlık yaptığında tutarlı bir şekilde küçük ayrıcalıklardan mahrum bırakmak, özellikle de anne baba sıcaklık gösteriyor, kurallar hakkında net ve tutarlı davranıyorsa istenen sonuçları doğuracaktır. (705)

-Çocuk yetiştirme tarzları üzerine en etkili yaklaşım, Diana Baumrind'in(1973) ebeveynliğin farklı boyutlarını bir arada alması olmuştur:

1-Sıcaklık ya da bakıp büyütme

2-Beklentilerin düzeyi, Baumrind bunu "olgunluk talepleri" olarak adlandırır

3-Kuralların netliği ve tutarlılığı, denetim olarak anılır

4-Ebeveyn ile çocuk arasındaki iletişim.

Baumrind bu karakteristik özelliklerin üç spesifik kombinasyonu olduğunu düşünüyordu:

İzin Verici Tarz: Bakma büyütme özelliği yüksek, olgunluk talepleri, denetim ve iletişim düzeyi düşük.

Otoriter Tarz: Denetim ve olgunluk talepleri yüksek, bakma-büyütme ve iletişim düzeyi düşük.

Açıklayıcı-Otoriter Tarz: Yüksek düzeyde denetim, bakma-büyütme, olgunluk talebi ve iletişim.

İhmalkâr Tarz: Eleanor Maccoby ve John Martin'in dördüncü ebeveynlik tarzı olarak tanımladığı ve hem benimsemenin hem de denetimin düşük düzeyde olduğu çocuk yetiştirme tarzı. (709-710)

-Başkalarının maddi ve manevi desteğine en çok son derece zorlu ya da stresli dönemlerde gereksinim duyarsınız, ancak çevrenize bakıp size kimin yardım edebileceğini görmek için zorlukların baş gösterdiği ana dek beklerseniz çevrenizde kimsenin olmadığını görebilirsiniz. (740)

-Ebeveyn dışı bakım neden bebekleri anaokulunda daha saldırgan ve itaatsiz olmaya yatkınlaştırır? Bebeklerin ebeveyn dışı bakıma verdikleri tepkilerin incelenmesi bu konuda bir ipucu verebilir. Araştırmacılar, kreşe giden bebeklerde kortizol stres hormonu düzeyinin, sabahtan öğleden sonraya dek yükseliş gösterdiğini bulmuştur. Buna karşılık evde bakılan bebeklerde kortizol düzeyi gün boyunca düşüş göstermektedir. Evde bakılan ve kreşe giden bebeklerin kortizol düzeylerinin hafta sonlarında birbirine eşit olması ise ilginçtir. Bu nedenle bazı gelişim bilimciler, kreşe giden çocuklarda kortizol düzeyinin daha yüksek olmasının hızla gelişen beyinlerini davranış sorunlarına yol açacak şekilde etkilediğini savunurlar. Bununla birlikte, bu hipotezi doğrudan destekleyen veriler henüz bulunmamıştır. (755-756)

-Bütün toplumlar genellikle toplumsal sınıf olarak adlandırılan ve her biri güç, mal ya da statüye farklı derecelerde erişebilen toplumsal tabakalardan oluşur. Batı toplumlarında belirli bir ailenin toplumsal sınıfı genellikle ailedeki yetişkinlerin gelir ve eğitim düzeyi üzerinden tanımlanır. (784)

-Yoksulluk içinde özellikle de kentsel bölgelerde yoksulluk içinde yaşayan çocuklar birçok açıdan çok dezavantajlıdır, tıbbi bakımdan büyük oranda yoksun kalmak ve çeşitli stres kaynaklarına daha fazla maruz kalmak bu dezavantajlar arasında yer alır. Okuldaki başarıları düşüktür ve okulu bırakma oranları yüksektir. Güvenli bağlanma, yüksek IQ düzeyi, açıklayıcı-otoriter ebeveynlik ve etkin okullar gibi bazı koruyucu etkenler kimi çocukların yoksulluğun etkilerini dengelemesine yardım edebilir. (804)

-Araştırma bulgularına göre, yoksul çocukların olumsuz koşulların üstesinden gelmesine yardımcı olan etkenler diğer türdeki streslerin etkilerini de azaltıyordu. (Anne ya da babaya ya da bir başkasına) güvenli bağlanan, iyi bilişsel becerileri olan ve akranlarıyla ilişkiler kurmasına yetecek derecede toplumsal becerileri olan çocuklar, karşılaştıkları streslere daha iyi göğüs gerebiliyordu. (812)

-Okul öncesi çağdaki çocukların sergilediği belirli davranış örüntülerinin (aşırı utangaçlık ya da saldırganlık gibi), çocukluğun ileri dönemlerinde psikolojik bozukluk tanısını güçlü bir şekilde öngördüğünü ortaya koyan araştırmalar, psikopatolojinin çoğunlukla çocuğun kendisinde olan doğuştan gelen incinebilirliklerden kaynaklandığı hipotezini destekliyor. (815)

-Çoğu çocukluk psikopatolojileri uzmanı, çocuk ve ergenlerde üç temel psikolojik bozukluk kategorisi olduğu konusunda hemfikirdir. Bunların ilk ikisi yoğunlaşma yeteneğini zayıflatan dikkat sorunları (özellikle, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) ve sapkın davranışın dışa yöneldiği suça eğilim ve aşırı saldırganlık ya da itaatsizliği içeren dışsallaştırma sorunlarıdır (davranım bozukluğu olarak da anılır). Üçüncü kategori ise depresyon, kaygı ve yeme bozuklukları gibi sorunları içeren ve sapkın davranışın büyük oranda içe, bireyin kendisine doğru yöneldiği içselleştirme sorunlarıdır. (816)

-Genelde psikologlar ancak bir sorun 6 ay ya da daha uzun sürüyorsa ya da sorun bu davranış tipinin en uç örneklerini içeriyorsa bir çocuğun gelişimini, atipik ya da sapkın olarak nitelendirirler. Yalnızca bu tip uç ya da sürekli sorunlar atipik olarak değerlendirildiğinde, oran daha da düşüktür -yine de bir çoğunuzun düşündüğünden çok daha yüksektir-. (817-818)

-DEHB konusunda önde gelen araştırmacı ve kuramcılardan biri olan Russel Barkley asıl sorunun çocuğun davranışlarına ket vurma yeteneğindeki bir kusur olduğunu öne sürer -yasaklanmış ya da yararsız bir davranışa başlamaktan ya da ilgi çekici bir uyarıcıya tepki vermekten ya da bir kez başladıktan sonra aynı şekilde davranmaya devam etmekten- kendini alıkoyamaz. Okuldaki derslikler gibi, birçok uyarıcı içeren kalabalık, karmaşık ortamlarda, DEHB olan çocuklar çevrelerindeki bütün seslere ve görüntülere verdikleri tepkilere ket vuramazlar, bu nedenle huzursuz görünürler ve dikkatlerini tek bir etkinlik üzerinde tutamazlar. (819-821)

-DEHB olan çocukları diğer çocuklardan ayıran, toplam etkinlik düzeyidir. Buna karşılık, yüksek etkinlik düzeyi çocuğa bozukluk tanısı koymak için yeterli değildir. Bir çocuğa DEHB tanısı konulabilmesi için yüksek etkinlik düzeyine DEHB ve DEHB'in ortak karakteristik özelliklerinin eşlik etmesi gerekir. Özellikle, bu iki dikkat sorunu tipini de sergileyen çocuklar sıkıcı, yinelenen görevlere dikkatlerini kalıcı olarak verme kapasitesi açısından akranlarından ayrılırlar. Ayrıca itkilerini denetlemekte yaşıtlarına oranla daha fazla güçlük çekerler. (823)

-Çocuklarında otizm olan birçok anne baba, çocuklarındaki tuhaf davranışları doğumdan birkaç ay sonra fark ettiklerini söyler. Anne babaların en çok ilgisini çeken şey, bu bebeklerin insanlara ilgi göstermemesidir. Bununla birlikte, çoğu vakada, çocuğun atipik bir gelişim çizgisi izlediği, normal dil becerilerinin gelişmediği görülene dek tamamen anlaşılamaz ve kesin bozukluk tanısı konulamaz. Bu genellikle bir ila iki yaşları arasında gerçekleşir. (850-851)

Kaknüs Yayınları, 2009 basım, 1.baskı, Çeviren: Okhan Gündüz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...