-Ölüm telakkisi önce dizilerde değişti. Süper Baba (1993-1997) dizisinde mahalle sakinleri ölüm yatağında yatan kadın kahramanı el ele tutuşarak oluşturdukları “pozitif enerji” ile hayata döndürdüler. Süper Baba ile başlayan postmodern ölüm telakkisi İkinci Bahar (1998-2001) dizisinde de devam ettirildi. İkinci Bahar’daki dede karakteri son nefesinde kelime-i şehadet ve dualarla değil bir türküyle uğurlandı. (26)
-Öldü, can verdi, vefat etti yerine kullanılan ifade hayatını kaybetti. “Kaybetme”nin çağrışımı, “ölme”nin çağrışımından daha yumuşak geliyor çünkü. Kaybetmek ahireti çağrıştırmıyor. Kaybedilenler kazanılabilir. Zaten kaybettiğine göre yaşadıklarından sınanması ise hiç akla gelmiyor. (29)
-On dokuzuncu yüzyılda hastaneler normal/patolojik ayrımını yaparak toplumsal düzeni koruyucu “tedavi makineleri” olarak kurumsallaşmıştı. Fakirler, ayyaşlar, tüberkülozlular, fahişeler ile birlikte toplumun en alt kesimini oluşturuyor ve “hasta” damgası, toplumsal düzenlemede önemli bir rol oynuyordu. Hastanenin modern toplumun kuruluşundaki bu rolünü bilmeyen birinin, İngilizlerin “asiller evinde ölür” atasözünün bağlamını anlaması mümkün değildir. (49)
-Bizim, gündelik hayatın içinde, dindar ya da seküler zihniyete sahip oluşumuzu en iyi ifade eden şey “şimdiki zamanı” nasıl yaşadığımızdır. Şu içinde bulunduğumuz zamanı, neyin parçası olarak görüyoruz? Kesintisiz, “başarıya odaklı şimdiki zaman” içinde mi yoksa “ahiret yurdunda kazanmak için geçmemiz gereken sınavların mesuliyetini taşıdığımız şimdiki zaman” içinde mi buluyoruz kendimizi? Vakti nasıl idrak ediyoruz? (59)
-Köy; şehir ile köyün, modern ile geleneksel olanın birbirinin içine geçtiği, sınırlarının gittikçe belirsizleştiği, belirsiz sınırların özgürlük alanını kimin adına daraltıldığının, kimin adına genişlettiğinin henüz farkında olunmadığı bir değişim yaşıyor. (67)
-İntihar ile hayatın anlamını yitiriş arasında doğru orantı vardır. Zor şartlar altında olmasına rağmen hayatına devam edenler ile dışarıdan bakıldığında özenilecek bir hayatı olanların hayatını sonlandırmasındaki dikkat çekici çelişki, hayatın anlamının varlığı ve yokluğu bahsinde düğümlenir. (83)
- “Ölmeden önce” diyerek aslında ne demiş oluyoruz? “İnsan hayatında bir defa olsun falan yeri görmeli, filan filmi seyretmeli” demek yerine “ölmeden evvel” diyerek ölümü seyir üzerinden öldürebileceğimize inandırmaya çalışıyoruz kendimizi. Ölümü uhrevi alemin başlangıcı olan bir son olmaktan çıkararak, ölüm ile ölmeden önce yapılması gereken “heva-heves” listesini postmodern harmanlamanın ruhuna uygun bir şekilde birbirine raptediyoruz: “Ölmeden Evvel Seyredilecek Filmler/Okunacak Kitaplar” (108)
-Ölümlü olunduğu bilgisinin akıldan çıkarılmadan yaşandığı dönemlerde üzerine düşünülen soru “Ruhi tekamülü, irade eğitimini sağlamak için nasıl yaşamalıyız?” iken modern dönemde bu, “Nasıl yaşarsak ömrümüz uzar?” sorusuna evrilmiş, 21.yüzyılda ise “Sonsuza kadar yaşayabilecek miyiz?” sorusuna dönüşmüştür. (167)
Profil kitap, 2022 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder