02 Mayıs 2025

BALIKESİRLİ ABDÜLAZİZ MECDİ TOLUN – AHMED GÜNER SAYAR

-Hiç şüphe yok ki, 1921-1941 yılları arasında, mühim bir geleneği, 1832 yılı itibariyle, tekkeleri lağv eden, tarikatı kaldırıp yerine Muhammedi sohbetleri ihdas eden Kuşadalı İbrahim Efendi- Ahmed Amiş Efendi çizgisini, yaptığı sohbetler ve tercüme faaliyetleriyle sürdürmüştür. Mecdi Efendi'nin mürşidi Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi'nin vefatından bir ay öncesinde mükerreren söylediği bir sözü vardır: "...Makam-ı müntehideyim. Bundan sonra benim gibisini bulamazsınız. Nefesimi içeriye alacağım, dışarıya hiç vermeyeceğim." (27)

-Rüşdiye tahsilini tamamladıktan sonra Balıkesir Belediyesi'nde başkatiplik yapan dayısı Balıkesir ulemasından Müderris Yahya Nefi Efendi'den medresede okutulan akli ve nakli ilimleri tahsil etti. Dayısından icazet alan tek öğrenci oldu. (21.dipnot/Birinci TBMM'de Dahiliye ve Maarif Vekaletleri'nde görev yapan Mehmed Vehbi (Bolak) Bey, Yahya Nefi Efendi'nin oğludur. Bu durumda Mecdi Efendi ile Mehmed Vehbi Bey kardeş çocukları oluyorlar. Cumhuriyetin ilk dönem mühim tarihçilerinden İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Balıkesir Meşahiri adlı eserinde Hacı Yahya Nefi Efendi'den şöyle bahis açıyor: "Merhum, müdekkik, fazıl, hadis ve tefsirde ihtisas sahibi idi...Şer'iyye Vekaleti Müsteşarı Abdülaziz Mecdi Efendi Hazretleri, Hacı Yahya Efendi'den icazet alan fuzeladandır"(İ.H.Uzunçarşılı, Balıkesir Meşahiri, Balıkesir, 1999, sf:7) Bu kitabın özgün baskısı 1925 yılındadır. Uzunçarşılı'nın, o tarihte, Mecdi Efendi'den "hazretleri" olarak bahsetmesi araştırılmaya değer bir vurgudur.) (41)

-"Eşgal-i ticareti bıraktım" dedikten sonra, Balıkesir'de evine kapandı. İşte bu esnada, Kudüs'e yakın Remle kasabasından Balıkesir'e gelerek, burada ikamet eden Kadiri şeyhi Ali Aşur Efendi'ye mülaki olmasıyla sofiyane hayatı ve seyr ü sülûku da bu intisapla başlamış oldu. (64)

-Mecdi Efendi, Konya günlerinde, Ayaşlı Şakir Efendi ile sıkı bir gönül bağı kurmuş, ayrıca onun şairliğinden derinliğine etkilenmiştir. Şakir Efendi'nin 184 beyitlik "Düşündüm" redifli murabbaına, Mecdi Efendi'nin de 116 kıtadan ibaret bir şiir yazmış olması ve onun ayak izlerini sürdürmesi bu etkilenişe açık bir örnektir. (76) Mecdi Efendi'nin Konya'da teşekkül eden yârân meclisinde öne çıkan ikinci isim Ali Kemali Bey'dir. Kendisi, Sivaslıdır. Konya'ya yerleşmiş, burada bir idadide Arap ve Fars dilleri hocalığında bulunmuş bir münevverdir. (77)

-Görüldüğü üzere, kendisi de siyaset bağlamında, Sultan II. Abdülhamid devrinde mutlak monarşiyi öven bir tavır içinde olmuştu. Bunun da şaşırtıcı bir yanı yoktur. Sıkıntı, Mecdi Efendi için “asar-ı rahmet” olarak tanımladığı meşvereti –zira Kur’an’ın monarşiye kapalı olduğunu biliyordu- Meclis çatısı altında, nasıl içselleştireceği idi. Ya da İttihatçıların, mutlakiyetçi bir rejimi devirdikten sonra şartların zorlamasıyla, kendilerinin de mutlakıyetçi olmalarını nasıl karşılayacaktı? (120.dipnot/ Elbette Mecdi Efendi de değişimin kendi bünyesinde yaratacağı şaşırtıcı sorunları hayal bile etmemişti. Mesela gazeteci-siyasi tarih yazarı Ziya Şakir Soku Bey’in yıllar sonra, Son Posta gazetesinde çıkan “İttihat ve Terakki Ne İdi Ne Oldu Nasıl Öldü?” başlıklı yazı dizisinin 4.VII.1934 tarihli tefrikasının başlığı şöyle idi: ”Artık Talat Bey, Muvakkat Diktatör Makamına Geçmişti.” Bu başlık dahi, siyasetin doğasına açılan yolda, şaşırtıcı değişimleri göstermesi açısından çok şeyi anlatıyor.) 1908 öncesinde Mecdi Efendi’nin Sultan II. Abdülhamid’i öven manzumeleri vardır. Mesela, her sene kutlanan, Sultan’ın tahta çıktığı 23 Ağustos tarihini Mecdi Efendi, 1892(10 Ağustos 1308) günü bir şiirle kutlamıştı. (83-84) Girid günlerinde, Hanya’da iken, 16 Temmuz 1893 günü Sultan II. Abdülhamid için bir müseddes yazdı. (84)

-Sadık Bey, Fırka bünyesine muhalif bir hizip çıkarmak istemesine rağmen bu girişiminde başarılı olamamıştı. Ayrıca, Talat Bey'in kendisine gösterdiği iyi niyete rağmen uzlaşmaya da yanaşmamıştı. (174.dipnot/ "Sadık Bey(1860-1940)....Politikaya, İttihat ve Terakki'ye yazılarak başladı...Farmasonluğu ve siyonistliği memlekete zararlı gördüğü için 1908 sonrasında İttihat ve Terakki'den ayrılarak ona...zıt ve rakip olan Hürriyet ve İtilaf Partisi'ni kurdu. Eski partisiyle kıyasıya mücadeleye girişti. Fakat devrimden zarar görmüş eski devir düşkünlerini, geri kafalıları toplayan Hürriyet ve İtilaf Partisi memlekete zararlı olmuştur." ((?)Sadık Bey, M.R.Esatlı, İttihat ve Terakki, İstanbul 1975, sf:732). Sadık Bey, bütün dürüstlüğüne rağmen, siyasi girişimlerinde hiç de muvaffak olabilmiş değildi. En son girişimi, Türk Kurtuluş Savaşı'na karşı durması, onu 150'liklerden yapmıştı. Sadık Bey de, Mecdi Efendi'nin mürşidi Ahmed Amiş Efendi'nin müntesipleri arasındaydı. Siyasi hayatta uğradığı hüsranlar Amiş Efendi'ye aktarılınca, Amiş Efendi demiş ki: "Ben o pezevenke haber gönderdim. Memuriyetin ne ise, onu elinden geldiği kadar yap. Aklının ermediği yerde erenden sor. Başka şeye parmağını sokma dedim. O, dinlemedi gitti karıştı. Şimdi pezevenk, odasından odasına, korkusundan gidemiyor." Bir sohbetimizde Süheyl Ünver, bu kişi için "Miralay Sadık Bey olsa gerektir. Hasan Nevres (Onbaşı) Bey ve Miralay Sadık Bey, Türk Kurtuluş Savaşı'nın komuta kademesinde bulunan subayların (Atatürk, İnönü, Karabekir ve diğerlerinin) askeri liseden hocalarıydı. Hasan Nevres Bey ve Sadık Bey, Amiş Efendi'ye müntesiptiler" demişti. (A.G.Sayar, A. Süheyl Ünver'le Sohbetler, İstanbul 2021, sf:97). Miralay Sadık Bey'in Ahmed Amiş Efendi'ye bir bağlılığı vardı. Bu bağlılığın bir yansıması olarak onun Muhyiddin Arabi'den Fütühat-ı Mekkiye'nin 2.cilt 148.babının tercümesini gösterebiliriz. Krş. Z.Ş. Özkan, "Miralay Mehmed Sadık Bey'in Fütühat-ı Mekkiye'nin 2.cild, 148.Babının Tercümesi", Tasavvuf, sayı 33, 2014, sf: 229-247) (103-104)

-Mecdi Efendi, İTE çatısı altında giriştiği mücadelede, siyasetin doğasını pek kavrayamadığından, yenik düştü. Velayetini, yanına getirdiği siyasetle pek dengeleyemedi. Veli tabiatlı bir insan olduğu için bir siyasetçide olması gereken esneklikten, idare-i maslahatın becerisinden mahrumdu. Belki de siyasete hiç bulaşmamalıydı. (120)

-226.dipnot/Bir sohbetimizde rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı, Mecdi Efendi'den dinlediği şu olayı anlatmıştı:" Hizb-i Cedid hadisesinin sonunda ben kendimi Mısır'da buldum. Benim gibi yurt dışına çıkan muhaliflerin hepsi hükümet tarafından satın alındı. İki işi müstesna: Ben ve Rıza Nur." (130)

-Mecdi Efendi’nin siyasi kimliğini Süheyl Ünver Bey’in nasıl değerlendirdiğini de ondan dinleyelim. Onun sözleriyle: “…Ben, Mecdi Efendi’nin her sözünü kaydettim. Onunla da kalmadım, şahsiyetini inceledim. Siyasetle uğraşmış, İttihatçıların Karesi mebusu olmuş. Ben bunu sevmedim. Ama siyasetten başına neler gelmiş, neler çekmiş, bunu inceledim. O, siyasete girmiş, hadi ben de gireyim. Bu olmaz!” Süheyl Ünver’in bu bağlamdaki tesbiti kesindir: “…Mecdi Efendi’nin siyasete bulaşmasını tasvip etmiyorum” (292.dipnot/A.G.Sayar, A.Süheyl Ünver’le Sohbetler, 2021 basım, sf:167, 442) Mecdi Efendi’nin hem fenomen aleminde, toplumsal bir mecburiyet olan siyasetle, hem de numen aleminde, bireysel bir mecburiyet olan velayetle yakın bir temas içinde olması, her ikisini nasıl dengelemeye çalıştığı hususu irdelenmesi gereken mühim bir konudur. Siyasal hayatında başına gelenler, onun taviz vermeyen dürüstlüğünün bir sonucudur. Dolayısıyla, onun yaşantısında, bu ikili zıtlıkların, siyasetle velayetin, somut gerçekte, tartılı terazili bir kıvamı oluşturduğunu söyleyemiyoruz. Ancak bu kimliğiyle Mecdi Efendi, hiç farkında olmayarak, özgün bir model denemesinde bulunmuş, velayette ne kadar başarılı ise siyasette de, bir o kadar aynı başarıyı sağlayamamıştır. Esasen, ikili çatışma odakları arasında kayda değer bir altın oranın tesisini ondan beklemenin de muhal olduğu görülüyor. Mecdi Efendi’nin bu iki mecburiyet üzerine yazdıklarını aktaralım: “Meczub Ayaşlı Muallim Şakir Efendi dermiş ki: Siyaset, velayetten yüksektir. Bunun manası velayet Allah’ın cemal tecellisi olduğu için hep iyi şeyler yapar. Siyasette ise Allah’ın cemal, hem celal tecellisi olduğundan, bir siyasi Allah’ın bu birinci sıfatlarına ne derece yaklaşırsa o kadar muvaffak olur. Bu izah Hazret-i Ömer’in “Vallahi, mânezeallahu bi’s-Sultani bi’l-Kur’an” sözünü hatırlatır. (E.Memişoğlu, Cihan Sertürbedarı Huzurunda, Ankara, 2004 basım, sf:121-122) Hz. Ömer’in sözünün Türkçesini Osman Nuri Ergin’den alalım: “Yemin ederim ki, Allah’ın hükümet kuvvetiyle men ettiği şey Kur’an’ın ayetiyle men’ettiğinden ziyadedir” (O.N.Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun, 1942 basım, sf:155) (156)

-Diğer taraftan Mecdi Efendi’nin allame İsmail Saib Efendi ile Ahmed Amiş Efendi merkezli bir gönül bağı vardı. Onlar, Amiş Efendi çıkışlı pirdaş idiler. (355.dipnot/ O.Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Divanı, 1945, sf:152; Ebu’l-Ula Mardin, Huzur Dersleri, II-III, 1966, sf:1000) Bu kalb-i selim temelli dostluğun, bir adım ötesinde, akl-ı selimde gerçekleşen fikri alışverişlerle farklı bir mecrada yol aldığını söyleyebiliriz. (356.dipnot/ Azmi Bilgin, İsmail Saib Sencer’den istifade eden ilim ve edebiyat adamları arasında Mecdi Efendi’nin ismini de zikretmektedir. TDVİA, XXIII, İstanbul 2001, sf:123) (182-183)

-Edebi faaliyetlerine damgasını vuran hâkim güç ise onun mutasavvıflığıdır. İlk şiirleri, Balıkesir’de, ilk düzyazısı ise, Girid, Hanya’da Hakikat gazetesinde çıkmıştır. Hanya’da iken okuttuğu edebiyat derslerine ilişkin notlarını Risale-i Edebiyye başlıklı bir ciltte toplamış ancak bu çalışması, İstanbul/Aksaray yangınında zayi olmuştur. (234)

-Ahmed Amiş Efendi muhitinde olduğu gibi, bizatihi Mecdi Efendi’nin tesis ettiği tasavvufi muhitinde de kendisine bağlı olanların mizaç farklılıklarını törpüleyebilmesindeki gerçek, onların Hak yolunun takipçisi olmasıdır. Bu bağlama ışık salması bakımından, Tırnobva’da rahle-i tedrisinde bulunduğu Kadızade Ömer Efendi’nin Amiş Efendi’ye söyledikleridir: “…Ahmed! Sen çok ricalle mülaki olursun. Onlarda benim meşrebimi arama. Mesleğimi ara!” Dolayısıyla Mecdi Efendi muhitinin güzideleri olan Muallim Cevdet Bey, Osman Nuri Ergin, Süheyl Ünver ve Raif Yelkenci, elbette onlar da katışıksız birer Hak-dost idiler. Ancak onları kardeş yapan bu gönül bağı, bu defa ilmi Türkçülük çalışmalarında da, birbirlerinin araştırma programlarını destekleyen kardeşler yapmıştı. (244)

-Kuşadalı-Amiş Efendi teceddüt hareketinin esası ise, Kuşadalı İbrahim Efendi'nin 1832'de tekkeleri ilga etmesi ve 1900'lere doğru da Ahmed Amiş Efendi'nin tarikatleri kaldırmasıdır. Amiş Efendi'nin şu sözü önemlidir:"...Biz tarikatları kaldırdık, yerine sohbeti koyduk. Bizim yolumuzu arayanlar sohbette bulunurlar." (4.dipnot/Ahmed Amiş Efendi bu sözü Eşref Ede Efendi'ye söylemiş. Eşref Efendi de Süheyl Ünver'e nakletmiş. Ben, bu sözü Ünver'in tasnif edilmemiş notlarında buldum/Gülbün Mesara Arşivi) (251)

-Amiş Efendi'nin üç şeyhe hizmet ettiğini kaydetmiştik. Bu zevat, Tırnova'da Kadızade Ömer Efendi, İstanbul Fatih Zeyrek'te Bosnevi Mehmed Hammami Tevfik Efendi ve İstanbul Fatih'te, Fatih Türbedarı Niğdeli Bekir Efendi'dir. Amiş Efendi, Ömer Efendi'den hilafet, Bekir Efendi'den de hilafet ve türbedarlık görevini devralmıştır. (258)

-Amiş Efendi'nin çok daraltılmış bir tasavvufi sohbet muhiti ile bunun dışında gelip-gidenin oluşturduğu, havasa açık bir halka daha vardı. Bizim tesbitimiz, 1910-1920 arasındaki hareketliliğe ışık salmaktır. Bunun dışında konar-göçer misali çok kişi Amiş Efendi'yi türbeye gelip görmüşlerdir. Bu arada kalıcı olanlar var mıdır? "Havasü'l-havass"takileri biliyoruz. "Havass" halkasındaki isimler de çoktur. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bu isimler: İsmail Fenni Ertuğrul Bey, Bursalı Mehmed Tahir Bey, Maarif Nazırı Emrullah Efendi, İsmail Saib Sencer Efendi, Miralay Sadık Bey, Eşref Ede Efendi, Evranoszade Sami Bey'dir. Elbette bu liste tamlıktan uzaktır. Bir diğer isim, Hasan Nevres Onbaşı Bey, Amiş Efendi'nin kelam-ı alilerinden en fazla nakleden kişidir. Amiş Efendi ona, belki de asker kökenli olduğu için 'onbaşı' dermiş. Nevres Bey de, soyadı kanunuyla birlikte, Onbaşı soyadını almıştır. Ali Canib Yöntem Bey'i zikrediyorum: "...Annemin teyzesi Hamide Hanım'ın evi Fatih'te Emir Buhari civarında idi. Oğlu Hasan Nevres Bey, Harbiye Mektebi'nde Fransızca hocası idi...İşte bu Nevres Bey, Amiş Efendi'ye müntesip idi" (89.dipnot/A.C.Yöntem, "Yakın Tarihimizde Bilinmesi Gereken 'İki'", Yakın Tarihimiz, Sayı:28, 1962, sayfa:55)Asıl zor olan "havas" derecesinin üstüne çıkanların "havasü'l-havass"ın konumudur. Bu cümleden olarak, Amiş Efendi'nin damadı Fatih dersiamlarından Rusçuklu Hasan Sabri Efendi için söyledikleridir: "...Ha Hasan, ha ben!", "..Şeyh değildir ama şeyh vekilidir." Bu isme torunu Avniye Baban Hanım'ın eşi Müderris Babanzade Ahmed Naim Bey'i ve Amiş Efendi'nin "Kuşadalı'nın Gülleri" olarak tesmiye ettiği Maraşlı Ahmed Tahir Memiş, Kırşehirli Hüseyin Avni Konukman ve Yozgatlı Yusuf Bahri Nefesli Efendileri de dâhil etmek gerekiyor. Bu üç isim, Amiş Efendi'nin kendisinden sonrası için işaretlediği isimler olmaktadır. Sadece, yukarıda halife olarak zikredilen bu üç ismin dışında, bir sonraki çizgide yer alacak olan diğer üç kişiyi de, kayıtlı olarak, tespit edebiliyoruz. (280-281)

-Amiş Efendi'nin en daraltılmış alanda, "havasü'l-havass" da yer alan üç halifesini zikretmeliyiz. Bunlar; Kayserili Mehmed Efendi, Mehmed Şemseddin Paşa ve Abdülaziz Mecdi Efendi'dir. (282)

-105.dipnot/ Naim Bey, Amiş Efendi'nin vefatı sonrasında kimseye bağlanmadı. Ancak Kayserili Mehmed Efendi'ye teveccühü vardı. Mecdi Efendi'nin ziyaretine giderdi. Cenaze namazını Mecdi Efendi kıldırdı. (289)

-Bizim araştırmalarımıza göre; Amiş Efendi'nin üç halifesi vardır. Bunlardan ilki, zat halifesi olan Kayseri-Yeşilhisarlı Mehmed Efendi (111.dipnot/Mehmed Efendi, Kayseri'nin Yeşilhisar kazasının Keşlik köyünde, 1864 yılında dünyaya geldi. Kardeşi İbrahim Etem Efendi ile İstanbul'a gitti ve Sultan II.Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nda hizmetli olarak çalıştı. Gördüğü bir rüya üzerine Fatih Türbesi'ni ziyaret etti ve orada rüyasını Türbedar Amiş Efendi'ye anlattı. İntisabı bu yolla gerçekleşti. Sultan'ın 31 Mart 1909 Hadisesi sonrası tahttan indirilmesiyle birlikte Saray'dan ayrıldı. Amiş Efendi'nin vefatına değin türbedar vekili olarak Fatih Türbesi'nde hizmet verdi. Kendisinin türbedarlık görevi, 3 Mart 1924'te sona erdi. Fatma Hanım'la evli olan Mehmed Efendi'nin Emine Sözen Hanım isminde bir kerimesi vardı. Damadı Feyzi Sözen Bey de Amiş Efendi muhitinin içindeydi.) diğer ikisi ise sıfat halifeleri olan Mehmed Şemseddin Paşa ile Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Efendi'dir. (290-291)

-Amiş Efendi'nin vefatıyla, bu ortamın insanları, 1920 Mayıs'ından 1921 Mayıs'ına değin bir belirsizlik yaşadılar. 1921 yılında Şemseddin Paşa'nın vefatıyla durum netleşti; bu defa da, ikili bir bölünme yaşandı. Kimileri, Türbedar Kayserili Mehmed Efendi etrafında kenetlendiler, kimileri de Abdülaziz Mecdi Efendi'yi bir mürşid olarak kabul ettiler. Hatta birbirini rahatsız etmeyen bir kırılmadan rahatlıkla bahsedebiliriz. Mecdi Efendi, kendi gönül Kâbe’sini Hak âşıklarına açtı. (314-315)

-Amiş Efendi'nin vefatı sonrasında, 1920-1921 yılları arasında, bu dolu bir yıllık geçiş döneminde, tedrici kümeleşmeler olsa bile, tarafların birinden diğerini ilzam ettiği bir durum olmadı. Kendi arzu ve iradesiyle, Kayserili Mehmed Efendi'ye yönelen üç isimden rahatlıkla bahsedebiliriz. Bunlar, Maraşlı Ahmed Tahir, Kırşehirli Hüseyin Avni ve Yozgatlı Yusuf Bahri Efendiler idi. Mecdi Efendi etrafında da bildik isimler vardı. Daha ilginci, iki taraf arasında birbirleriyle görüşen isimler, Maraşlı Ahmed Tahir Memiş Efendi ile Süheyl Ünver Bey idi. (178.dipnot/ Süheyl Bey'in Maraşlı Ahmed Tahir Efendi ile yakınlıkları Efendi'nin 1954 yılındaki vefatına değin sürdü. Diğer taraftan Süheyl Bey, Yusuf Bahri Efendi için:"Görüşemedim, şöhretini duydum" demişti. Bu şöhret ne idi, soramadım. Dedemin ismini bilmesinin kaynağı da, ya Maraşlı Tahir Efendi ya Dr.Cevat Yarar Beyi ya da bizatihi Mecdi Efendi olabilirdi. Süheyl Bey, sohbetlerinden birinde beni tezhip öğrencilerine göstererek dedi ki: "Bu zatın babası (dedem Yusuf Bahri Efendi) ile benim babam (Mustafa Enver Bey) bu asrın başının ekabiranındandırlar. Dostluğumuz çok eski, o günlerden başlıyor. (Ahmed Güner Sayar, A.Süheyl Ünver'le Sohbetler, İstanbul, 2021 basım, sf:512). Bir sohbetimizde de şunları söylemişti: "Sizin babanız, evliya bir insan. Ne bahtiyarlık ki, onlarla pirdaş oldum. O da benim babam." (A.g.e, sf:531). Yusuf Bahri Efendi sırlı bir insandı. Evde ma-aile hayatımızda, iki kızı babalarını bilmezlerdi. Amiş Efendi- Mehmed Efendi çevresinden görüştüğü kimseler, Amiş Efendi'nin damadı Rusçuklu Hasan Sabri Efendi, kerimesi Ayşe Serinken ve torunu Avniye Baban Hanımlarla, damadı Babanzade Naim Bey'di. Mehmed Efendi'nin kerimesi Emine Hanım ile damadı Feyzi Bey'i ziyaretle Göztepe'deki evlerine giderdi. Süheyl Bey, sohbetlerimizin birinde Tahir Efendi'ye dair şunları söyledi: "O, ne Tahir Efendi idi. Bir tane"(a.g.e, sf:277), "Tahir Efendi'yi severim. Mecdi Efendi'ye gelirdi. Bu zatı sevme nedenlerimden biri de budur." (a.g.e, sf:453), "Oooo! Ahmed Tahir Efendi. Muazzam adam. Yerine kimseyi bırakmadı." (A.g.e, sf:514). Süheyl Ünver'in notlarında ve sohbetlerinde Kırşehirli Hüseyin Avni Efendi'ye dair bir bahis geçmemiştir.) (317-318)

-Mecdi Efendi'nin sohbetlerinin takipçileri arasında, Ahmed Amiş Efendi'nin ilk kuşağından gelen Babanzade'nin dışında hiç kimseyi bilmiyoruz. (318)

-Mecdi Efendi, kendisinden feyz almak için sohbetine koşamlara, daha ilk aşamada, beş temel nasihatta bulunurdu. Bunlar: "Yalan söylememek, içki içmemek, kumar oynamamak, ketum olmak ve nefsine yapılmasını istemediği şeyi başkasına yapmamak." (330)

-Önce, vahdet-i vücud/vahdet-i şühud ayrımına ilişkin Mecdi Efendi'nin düşüncelerini aktaralım. Diyor ki: "...İmam Rabbani, seyr-ı sülûkunu tamamlamamıştır. Yani, uruc etmiş, nüzul edememiştir. Esasen Nakşiler, bu meseleyi (vahdet-i vücudu) anlayamamışlardır. Bazı salik, vahdet-i şühud mertebesine uruc ederken uğrar, bazısı nüzul ederken. Sırr-ı zat mertebesi vahdet-i vücud mertebesidir. Gerek uructa, gerek nüzulde olan vahdet-i şühud mertebeleridir, sırr-ı zattan öte mertebelerdir. Vahdet-i şühud, alem-i melekuttadır ve sıfat mertebesindedir. Şuhudât isneyni icab ettirir. Yani bir şahit ve bir de meşhut lazımdır." (E.Memişoğlu, Fatih Sertürbedarı Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinden ve Abdülaziz Mecdi Tolun Bey'den Hatıralar ve Rivayetler, Ankara, 2004, sayfa:2-3) Elbette vahdet-i vücud doktrinine bağlılık, Mecdi Efendi'yi bir başka ayırıma daha götürecektir. Onun irade-i cüz'iyye/irade-i külliye ayırımında, irade-i cüz'iyyenin reddini savunması tabii bir sonuçtur. (343)

-275.dipnot/Mecdi Efendi diyor ki: "Bazen aklıma su içmek gelince, İmam Hüseyin aklıma geliyor, içmiyorum. Ben, Yezid'e lanet ederim. Tecelliyatta lanet etmek de vardır. Şimdi de ne lanet adam imiş. Ben, Yezid'in imanına bilsem kail değilim" (Ahmed Süheyl Ünver, Sohbetname-i Mecdi, 1922, Ahmed Güner Sayar Arşivi) (351-52)

-Ergin'den sonra Mecdi Efendi çevresinin en gözde müridi Süheyl Ünver'dir. Onun gösterdiği hürmet ve sadakat, şiirlerine, mektuplarına ve düz yazılarına yansımıştır. Bir diğer isim Sahhaf Raif Yelkenci'dir. Onun Mecdi Efendi ile yol alan sohbetler kervanına katıldığı tarih 1924 yılındadır. Raif Efendi'nin 1941 yılı ağustos ayına değin bu toplantılara Mecdi Efendi'nin saadethanesinde katıldığını biliyoruz. (373)

-Sadece, akan zamanda, dolu yirmi yıl içinde, Bayezid Soğanağa'da Mecdi Efendi'den kopmayan, sohbetlerinin tiryakisi olup elek üzerinde kalan ihvan'ın sayısı sekiz-on kadardır. Onların içinden de kayda değer iki kişi çıkmıştır. Bu iki isim, Mecdi Efendi'nin sözlerini, şiirlerini toplamışlar, sohbetlerini ve anılarını kaydetmişlerdir. Hiçbir iz bırakmadan sohbetlerin lezzeti ile mest ü müdam olanlar da vardır. Bu zevat kimlerdir, onları bilmiyoruz. (374)

-Osman Nuri Bey’in Efendi’ye bağlılığı müsellemdir. Bu toplamalar dışında Mecdi Efendi ile birebir sohbeti olmuştur. Buna mektuplaşmalarını da katmak gerekir. Ancak, şu ana değin ne sohbetlerinin içeriğine, ne de mektuplaşmalarına dair bilgi verilerine sahip değiliz. Diğer taraftan, hilafeti varsa, buna dair de herhangi bir malumatımız yoktur. Osman Nuri Bey, sessiz ve sırlı bir insan olarak yaşadığı görülüyor. Kendisi, son derece müeddeb bir insan olarak, ilmi çalışmalarını ağırbaşlılıkla sürdürmüş ve Türk kültür hayatına katkıda bulunan ciddi eserler hazırlamıştır. Bir ara not olarak ifade edelim ki, Osman Ergin’le Süheyl Ünver, canberaberi iki dost ve her ikisinin de velud birer yazar olmalarına rağmen, bilinçli olarak, Mecdi Efendi çevresine dair bir bilgi vermediklerini de kaydedelim. (458.dipnot/Osman Nuri Ergin’in, 1941’de yayınlanan A.Süheyl Ünver Bibliyografyası’nda Ünver’in mistik dünyasına dair bir cümle yazmıştı: ”Sofiyane bir gazeli mevcuddur.” (sf:9) Süheyl Ünver’in bir divan oluşturacak çapta tasavvufi gazellerinin olduğunu O.N.Ergin’in bilmemesi düşünülebilir mi? Diğer taraftan, Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin’in vefatı üzerine kaleme aldığı nekroloji yazısında (A.S.Ünver, “Osman Ergin’in Arkasından”, Hür Vatan, 24 Temmuz 1961) bu bağlantıya, Mecdi Efendi’nin etrafındaki buluşmalara iç yer vermemesi, onun da suskunluğunu sürdürdüğünün bir başka işareti olsa gerektir.) Osman Nuri Bey’in de sırlı bir Melami olduğu, dava ve iddia sahibi olarak ortalıklarda görünmediği anlaşılıyor. (434)

-Süheyl Bey, elbette mevcut bilgi verilerinden gelen ışıkla, Mecdi Efendi’nin yerini alacak, ona halef olacak bir kimseydi. (439)

-Süheyl Ünver, ayrıca, Cumhuriyet’le birlikte, kanunların inananla inanmayanı eşit kabul eden laisizmi içselleştirmişti. Bütün bunların içinde ve üstünde kendisinin bir hayat programı vardı. Çok çalışkandı. Başına adam toplayıp, lüzumsuz konuşmalarla zaman kaybına ve bu programının bozulmasına rıza göstermezdi. (449)

-“…Peygamberimiz, hayat programında muvaffak oldu mu? Hayır. Peygamberimiz’in programını Muaviye bozdu….Bu hayvanlar aleminde, kendinizi kurtarmaya bakın, içinize dönün…Sizlerle teselli buldum. Sizler benim talihim oldunuz. Benim talihim de sizin oldu. Bütün bunlar mi tarafillah” (A.G.Sayar, A.Süheyl Ünver’le Sohbetler, 2021 basım, sf:488) (461)

Ötüken Yayınları, 2024 basım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...