22 Mayıs 2025

BAŞI SINUKLAR İÇİN KILAVUZ – KEMAL SAYAR

-Sevdiğimiz bir başkasıyla tamlık arayışı, bizim yetersiz, eksik olduğumuz ve sevgiyi tek başımıza üretemeyeceğimiz düşüncesine yaslanıyor. Sevecek birini aramak yerine, neden kendimizi daha çok sevilmeye değer kılmıyoruz? Almak istediğimizden daha fazlasını vermeye neden talip değiliz? (18)

-Çocukluğun yaraları ihlal ve ihmal ile şekilleniyor. İhlal, çocuğun sınırlarını tecavüz ederek ona karşı koyamayacağı bir şiddetle örselemek. İhmal onu görmezden gelmek, varlığını teyit etmemek. Ona dünyada sevilebileceği bir alan açmamak. Sevilen, sevmeyi de öğrenir. (30)

-Başımıza gelen ne olursa olsun, sonunda bizi ıstırabın döşeğine yatıran, bizim onları nasıl hikaye ettiğimizdir. (31)

-Açık zihinli olmak kendimizi başkalarında görebilme yeteneği kadar, başkalarını kendi halleri içinde görebilmeyi de gerektirir. (38)

-Başka gönüllere misafir olabildiğimiz kadar, kendi ruhumuzda evimizdeyiz. (38)

-Depresyondaki birini dinlediğinizde dehşet, ümitsizlik ve suçluluk, kesif karanlığıyla odayı doldurur. En derinlerde duyguyu hissetmek yoktur, duygu tarafından uyuşturulmak vardır. Dünyaya karşı mutlak bir kayıtsızlık ve uyuşma. Bir zırh iner ve sizin geçmişinizle bugününüz arasındaki bağlantıyı koparır. Bir zırh iner ve sizin hayatla bağınızı söker atar. İnsanın kendisinden sevdiklerine bir yol bulmasını bir kenara bırakır, kendi hakikatine yabancılaşır insan. (39-40)

-Çünkü bir vaiz olarak konuşmak demek ben senden ahlaken daha üst bir konumdayım, bir yetkeyim ve bana boyun eğmen gerek demektir. (70)

-Tevazu bir özsaygı meselesi. Kendine değer veren kişi başkalarını daha kolay takdir eder, cesaretlendirir. (77)

-Mütevazı insan tevazu sahibi olduğunu iddia etmez. Tevazuya riayet edilmez, kendiliğinden olur, doğallıkla, bir suyun akışı, yağmurun yağışı gibi. “Tevazu gösterdiğinin farkındaysan kibirden kurtulamadın” der Ataullah İskenderi. (78)

-Aslında yetersiz kişiler yalan söylemiyor, sadece kendilerine duydukları yersiz güven nedeniyle, bilgi gibi hissettikleri bir şeye fazlaca güveniyor. (89)

-Arkadaşlığın dip akıntısında anlayış ve merhamet vardır. Uzun süren tüm arkadaşlık ilişkileri, karşılıklı affedişe dayalıdır. Hoşgörü ve anlayış olmaksızın bütün arkadaşlıklar ölür. Arkadaşlık tılsımı değdiğinde, kötü bir evlilik kurtulabilir, mesleki bir kıskançlık saygınlık kazanabilir, kavgalı bir baba oğul birbirini daha iyi anlayabilir. (98)

-Başkalarına anlatamayacağım şeyleri, dostlarıma anlatırım, onlarında kendi sırlarını benimle paylaşmalarını beklerim. Birbirimize içimizi dökerek öteki nezdinde kırılgan hale geliriz ki bu da aramızda bir güven bağının kurulmasını sağlar. Güven bağı yakınlığı tesis eder. Tanışıklıktan dostluğa uzanan yol kendini açabilmenin derinlik ve genişliğiyle olur. Önce bir kişi kendini açma riskini alır ve sonra karşısındakinden de aynısını bekler. Birbirimize sırlarımızı karşılıklı olarak emanet etmeden güven bağı tesis olmaz. (101)

-Âşıklar yüz yüze resmedilir dostlar yan yana. (102)

-İşin tuhafı şu ki insanın kendisine duyduğu aşırı sevda, modern toplum tarafından kışkırtılıyor. İlişkiye karşı bir savuma olarak narsisizm, “kazanan hak eder” mantığını ve “altta kalanın canı çıksın” acımasızlığını meşrulaştırıyor. Böyle bir toplumda empati ve dayanışma artık eskimiş sözcüklerdir. Her birimizin görevi tez elden girişimci olmak ve evvelemirde kendi benliklerimizi pazarlamaktır. (106)

-Kimliklerimizi ve hayatlarımızı son yönelimlere göre tasarlanıp sunulacak markalara dönüştürmek ve böylece pazara sunmak istiyoruz. (114)

-Mükemmeliyetçilik bir kişilik özelliğidir. Bu özellikler sizi olduğunuz kişi yapan istikrarlı vasıflardır ve genetik olarak aktarılabildiği gibi ödül, ceza veya modellemeyle de öğrenilebilir. Mükemmeliyetçiler işlerini kendilerinin bildiği gibi yapılmamasından büyük rahatsızlık duyar. Depresyon, endişe, sosyal endişe, öfke, obsesif kompulsif davranışlar, yeme bozuklukları mükemmeliyetçilikle ortaya çıkar. (124)

-Eyleme geçmek için düşüncelerinin değişmesini, mükemmel olmasını bekleme. Önce eyleme geç sonra düşüncelerini değiştir. (124)

-Mükemmeliyetçinin zihni insanı suça boğar. “-meli, -malı”ların bekçiliğini yaptığı yüksek güvenlikli bir hapishanedir. Sonuçların kendisine bir mutluluk getirmeyeceğini de bilse, mükemmeliyetçi kişi didinmek için didinir. “Şunu istiyorum”un yerini “şunu yapmalıyım” alır. Mükemmeliyetçi, bir şevk buhranı içindedir. Coşkunun yerini doğruculuk, hevesin yerini yükümlülük almıştır. Yaşamak ancak yapmaktan ibarettir ve ona sürekli bir şeyler eklemediğimiz sürece heba edilmiştir. (126)

-Hataları büyümek ve öğrenmek için bir fırsat olarak görmek yerini, onları yeterince iyi olmamanın kanıtı saymak ve en ufak tökezlemede bile kendine aşırı sert eleştiride bulunmak mükemmeliyetçilerin özelliği. Ne yapsalar kendilerini tam anlamıyla başarmış hissetmezler, dolayısıyla bir türlü rahatlamazlar. Öz değerleri başarıya odaklanmıştır. Başkalarında da yüksek standartlar bekledikleri için ilişkileri kolayca bozulur. Başaramayacakları işlere girişmez, bundan kaçarlar. (127)

-Özellikle çocuk yetiştirirken hatalara odaklanmak, çocuğun kendisi için “ben değersizim” şeklinde düşünmesine yol açar. (128)

-Genç erişkinlerdeki yaygın ruhsal rahatsızlıklar mevcut “kültürel vurgu”nun sosyal ilişkiler, toplum veya yeterlilik gibi içsel hedeflerden dışsal hedeflere (para, statü, görüntü) yönelmesiyle ilişkili. Çocuklarda endişe bozukluğunun yaygınlaşması da düşük toplumsal bağlılık ve yüksek tehdit algısına bağlı görünüyor. (131)

-Etrafında sürekli bozulma gören insanın kendi nefsiyle bir meselesi vardır; başkalarında sürekli bir samimiyetsizlik arayan kişi haddi zatında kendi karanlığından saklanmaktadır. Kâinat oluş ve bozuluş üzerinedir madem, olgun kişi başkasının günahlarının peşine düşmez. Olgun insan, hem kendisinde hem başkasında yükselmenin imkânlarını gözler. (138)

-Geviş getiren ineklerin mutluluğu lazım değil bize, acı çekebilen insanın huzursuzluğu lazım. (148)

-Bizim modern ölüm tecrübemizi etkileyen önemli değişikliklerden biri, ölümün “toplumdan kurumlara taşınmış olmasıdır” artık. Bundan böyle evde değil hastanede ölüyoruz, sevdiklerimizin duaları ve sevecenliğiyle değil, doktorların umutsuz bakışları altında öte âleme uğurlanıyoruz. (154)

-Yaşlanmak hayata yeni katmanlar, yeni sayfalar eklemek değil, olan katmanları azaltacak öze ulaşmaktır. (184)

-Tasavvufta nefs, tutkuların Allah’a uzanan yolda tedip ve tanzim edildiği bir mevzidir. Nefsin, ide karşılık gelebilecek nefs-i emmareden, egoya karşılık gelebilecek nefs-i levvame (kendini kınayan nefs) ve nihayet süper egoya denk gelen nefs-i mutmainneye (huzur ve tatmin içindeki nefs) çıkarılması istenir. (198)

-Özür, kurbanın haklı olduğunu teslim etmekle, onu kötülüğe maruz kaldığı edilgen bir rolden çıkarıp, bağışlayıp bağışlamamaya karar vereceği etkin bir role yükseltir. (207)

-Oyuncak kutusuna giren her oyuncak, eskinin değerini azaltır. Hızlı eskitme kültüründe de evladiyelik bir şey kalmaz, dolayısıyla da hatıra aktarılamaz. (216)

-“Günümüzde bizi korkutan mahremiyetimize ihanet edilmesi ya da onun ihlal edilmesi olasılığı değil, bunun tam tersidir: Mahremiyetten çıkışın önünün kapatılması –mahremiyet alanı, artık bir hapsedilme alanı oldu” diyor Bauman. “Sevilmeme korkusu” öylesine içimize işlemiş ki, sürekli dışarıda bizi beğenecek bir bakış arıyoruz. Hâlbuki eskiler “kem gözden” sakınırdı. Başkasının göz ve tecessüsünden korumamız gereken iç sınırlarımız, hayat alanlarımız var. Hayâ büyük bir muhafızdır. İnsana aleniyet üzerinden özgürlük vaat edenler, onu yeni iletişim teknolojileriyle seyirlik ve suiistimal edilebilir bir nesneye dönüştürüyor. Her türlü arzu ve duygusu güdülebilir/yönlendirilebilir bir otomat. Oysa özgürlüğün yolu, mahremin ve sınırların korunmasından geçiyor. (219-220)

-İnternet teknolojisi açıkça “modern” olarak görülen bir deneyim boyutunu, yani insanın beklentileriyle deneyimleri arasındaki uyuşmazlığı körüklüyor. Moderniteyi biçimlendiren şeyin gerçeklikle iştiyak arasında gitgide büyüyen mesafe olduğu öne sürülmüştür. İdeal benliklerimizle gerçek benliklerimiz arasındaki yarık da büyüyor. İdeal benliklerimizi yansıttığımız bir mecra olarak sosyal medya ortamları bizi ideal benliğin yolunun şeffaflaşmaktan, mahremiyeti terk etmekten geçtiğine ikna ediyor. Sonuna kadar aleniyet ve çıplaklık. (224)

-Modernin iç savaşı, kendisinden en yüksek düzeyde verimi almak üzerinedir. (232)

-İki kişi dünyayı değiştirebilir. İki kişinin gerçek bir sohbete tutuşması, geleceğin elinde tuttuğu imkânlara birlikte hazır olması demektir. Yani bu konuşma bana ve sana çok şey katabilir, biz bu konuşma sayesinde eskisinden daha farklı insanlar olarak buradan ayrılabiliriz. Bir buluşma imkânı olarak psikoterapinin Batılı kapitalist değerlerin yeniden üretildiği ve mevcut halin parlatıldığı bir çabuk tamir seansı olması, onun içinde taşıdığı devrimci potansiyeli heba eder. İki kişi sahici bir buluşmayla dünyayı değiştirebilir. Aydınlanma pozitivizminin her şeyi intizama sokmak isteyen isterik bilincini uzaklaştıralım kendimizden. (234)

-Kendimizi gizliden gizliye suçladığımız şeylere tepki veririz en çok. Başkalarında tahammül edemediğimiz şey, çoğu zaman, kendimizde tahammül edemediğimiz şeydir. Her şikâyetin ardında bir rica vardır. (244)

-Modern toplumda iş ve aile temel tatmin kaynakları olarak öne çıktığında, birindeki mutsuzluk kolaylıkla diğerine de tercüme edilebilir hale geldi. Boşanma ve bekâr yaşama oranları arttıkça “başarılı bir evlilik” insanlar için gurur kaynağı olmaya başladı. Günümüzde evlilik, ilahi bir buyruk doğrultusunda hayatı tanzim etmeyi değil, modern toplumları kemiren güvensizlik ve yalnızlığı iyileştirmeyi vaat etmektedir. (252-53)

-Evlilik terapisti Gottman çiftleri yıllarca izledikten sonra boşanmayla sonuçlanan evlilik etkileşimlerini dört ana başlık altında özetlemiştir: Çatışma zamanlarında eşlerin birbirine karşı gösterdiği dört temel olumsuz tutum, yani “dört atlı” şunlar: Aşağılama, eleştiri, savunmacılık veya duvar örme. Bu dört atlı bir bakıma narsistik kişiliğin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar sevdikleri kişiye şimdi saldıran veya onlardan uzaklaşan eşler, genellikle kendi ihtiyaçlarının artık karşılanmamasından mustariptir. Biz her zaman değişiyoruz ve aşk da aynı kalmıyor. Gerçekte evlilikler, her kişi kendi kimlik ve gayesini geliştirebildiğinde daha uzun ömürlü olabiliyor. Sıcak yuva, her bireyin kendisini rahatlıkla ifade edebildiği ve yaşama hünerini serbestçe keşfedebildiği bir yerdir. (260)

-İlişkide mevcut olan, canlılığını devam ettiren ve her neyse ondan istifade etmemiz lazım. Dış dünyadaki ve iç âlemimizdeki huzur kaynaklarımızı çoğaltmamız da evlilik bağı üzerindeki gerilimi düşürecektir. (261)

-Çevrimiçi kaldığımız her dakika bir başkasının yüzünden çalınmış bir dakikadır ve empati melekemizi dumura uğratır. Bir topluluk içinde olmaktan bir topluluk duygusuna sahip olmaya geçiyoruz. (273)

Kapı Yayınları, 2019 basım, 1.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...