09 Mayıs 2025

ÇAĞDAŞ DÜNYADA İSLAMİ DURUŞ - EBUBEKİR SİFİL

-Modern İslam düşüncesinin en bariz vasfının ‘tepkisellik’ olduğunu söyleyebiliriz. Bu tez, ilk bakışta tartışmalı görünebilir. Ancak İslam dünyasında bu yaklaşımın temsilcileri olarak öne çıkan isimlerin çalışmalarına baktığımız zaman orijinal bir duruştan ziyade ‘’yanlış bulma’’ gayretinin daha baskın bir tavır olarak belirdiğini müşahade ediyoruz. Bir başka deyişle, bizdeki modernist yaklaşımın geçmiş ulemanın nadiren metedolojik, ama ağırlıklı olarak tikel konulara ilişkin söylediklerini ve yazdıkların, çoğu zaman enteresan bir şekilde yine ‘klasik’ olarak adlandırılan eser ve kişilere dayanarak yanlışlamaya çalıştığını görmekteyiz.

-Modern İslam düşüncesi için aslolan ‘’murad-ı ilahi’’ değildir. Bu düşünce için aslolan, modernitenin taleplerine azami ölçüde cevap veren bir hayat tarzını yakalayabilmek için dinden ne kadar istifade edilebileceğidir.

-Ezanın Türkçe okutturulması fikrini ilk ortaya atan, Türk modernleşmesinin fikir babalarından Ziya Gökalp’tir.

-Fazlur Rahman’a göre başlangıçtan beri mevcut ve geçerli olan sünnet kesin bir anlam ifade etmemektedir; nicelik olarak sınırlıdır ve insan hayatını detaylı olarak kesin bir şekilde düzenlememiştir. Sünnet kavramı Hz.Peygamber (s.a.v) döneminden sonra, sadece bizzat Hz.Peygamber (s.a.v)’in sünnetini değil, aynı zamanda Nebevi Sünnetin yorumlarını da içermiştir. Sünneti oluşturan muhtevanın büyük kısmı ya İslam öncesi Arabi uygulamaların bir devamı, yâda bizzat ilk dönem Müslümanlarının özümseme ve istidlal yoluyla ortaya koydukları düşünsel faaliyetin sonucudur.

-Bir hadis ilk dönemlerde amele konu olmamışsa bu onun ya mensuh veya zayıf olduğunu gösterir. Dolayısıyla bir hadis amele konu olmamışsa onun hemen uydurma olduğunu söylemek doğru olmadığı gibi müçtehit imamların tutumuna da uygunluk arz etmez. Ebu Yusuf’un ‘’şaz’’ dediği hadis türü de büyük ölçüde budur.

-Ebu Hanife, yaygın kanaatin aksine kıyası en az kullanan müçtehit imamlardandır. Öyle ki o dört kıyas çeşidi içinde sadece birisini (kıyas-ı müessir) kabul eder ve kullanır, diğerlerini – kıyas-ı münasip, kıyas-ı şebeh, kıyas-ı tard – ise hüccet kabul etmez. Hatta Hanefiler kıyas-ı münasip ve kıyas-ı şebeh’in batıl olduğu üzerinde görüş birliği etmişlerdir. Buna mukabil İmam Şafii mezkûr kıyas türlerinin hepsini hüccet kabul eder ve özellikle de kıyas-ı şebeh’i çokca kullanır.

-Bir sözün hem ahlaki, hem de fikri bir değer ifade etmesi, ona ahlaki özelliğinden ziyade fıkhi özelliği sebebiyle bağlayıcılık vasfı kazandırır. Bu da onun diğer fıkhi hadislerle aynı bağlamda ele alınması zorunluluğunu doğurur. Bu demektir ki, bu “söz”de de fıkhi hadislerin kabulü için öngörülen şartlar aranacaktır. Eğer bu şartları taşıyorsa kabul, taşımıyorsa reddedilecektir.

-Fazlurrahman; Her ne kadar geçmişteki atalarımızın “yaşayan sünneti” Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin ilk dönemlerde cemaat içinde gerçekleştirdiği faaliyetlerin sağlıklı ve başarılı bir yorumu, bizler için dersler içerse de kesinlikle aynen tekrarlanamaz. Çünkü tarih, toplumlar ve yapıları söz konusu olunca asla tekrarlanmaz.

-Hz.Peygamber(s.a.v): ‘’Hain erkek ve kadının, zina eden erkek ve kadını ve mümin kardeşine kin tutan kimsenin şahitliği caiz değildir’’

-Kur’an’dan anladığımız odur ki, inanmanın ve inkarın olduğu gibi, anlamanın, akletmenin ve düşünmenin merkezi de kalptir. Kur’an’a göre kalpleri mühürlü olanlar akledemezler.

-Eğer ortada, kendi varlık ve hayat tasavvurunuzun üzerine ve kendi dinamiklerinizden hareketle ortaya koyduğunuz otantik bir bilim felsefeniz ve onun somut yansımaları yoksa ithal ettiğiniz şey, adı ne olursa olsun gerçekte bir ‘hastalık’tır. Zira eğer şu an ki içerik ve formları itibariyle bu bilim ve teknolojilerin doğasında kişiyi ahlaki erdemlerin zirvesine taşıyacak ve Allah’a ulaştıracak bir ‘yücelik’ ve ‘saygınlık’ bulunsaydı, onlara kaynaklık, üreticilik ve tacirlik yapan Batı’nın bugün bir ‘erdemli insanlar coğrafyası’ olması gerekirdi değil mi?

-“La ile nefy-i vücud etse bir münkir

Reh-i isbata girer, ayrılamaz ‘illa’dan

Hak iken daire-i kevn-i muhit-i mutlak

Yine Mevla’ya döner, yüz çeviren Mevla’dan”

-Hz. Ömer(r.a) zamanında deprem olduğu zaman (ki kaynakların zikrettiğine göre İslam’da yaşanan ilk deprem hadisesi budur) Hz. Ömer(r.a) irad ettiği hutbede insanların ihdas ettiği bidatleri dile getirmiş ve olayı buna bağlamıştır.

-Müslümanlar kendi kardeşlerinin kabahat ve yanlışlarını gözlerinde büyütmek ve bundan yeni yeni parçalanmalar üretmek yerine, kardeşlerinin ayıp ve kusurlarını örterek, toplumsal hayatı kara bir örtü gibi bürümüş olan münkerlere engel olmanın yolunu aramalıdırlar.

-Allah Teâlâ’dan başka kadim varlık(lar) bulunduğunu kabul etmek, Allah Teâlâ’nın Kıdem ve Halık( yaratıcı, yoktan var edici) sıfatlarına halel getirir. Çünkü o zaman gök ve arş gibi varlıklar, bir yaratıcıya muhtaç olmaksızın, tıpkı, Allah Teâlâ gibi varlığı zorunlu, yani vacib’ül- vücüd varlıklar olacaklardır. Bu ise ‘varlıklarda bir yaratıcıya muhtaç değildir’ demektir.

-‘’Biz bir kimsenin küfre girdiğini söylediğimiz zaman, onun, kişiyi dinden çıkaran bir söz söylediğini anlatmak isteriz. Onu söyleyenin kâfir olduğuna kesin bir şekilde hükmetmeyiz. Çünkü söz konusu kişinin tövbe etmesi ve amel defterinin hayırla mühürlenmesi ihtimali bahis konusudur. Bizim buradaki amacımız, Müslümanları böylesi bir sözü söylemekten ve onu kendisine örnek ve önder ittihaz etmekten sakındırmak için o kelimenin küfür olduğunu ortaya koymaktır’’ Zahid el-Kevseri

Rıhle Kitap, 2014 basım, 2.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...