09 Mayıs 2025

ÇÜRÜMENİN KİTABI - EMİL MİCHEL CİORAN

-Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik: eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı. Mevcudiyetimizin ufaklığın tn açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak, kendi boyutlanna karşı körleşmektir... (13)

-Bir ilahı yıkmak zahmetsiz bir iş değildir: Onu yükseltmek ve ona tapmak için gereken kadar zaman lazımdır bu iş için. Zira onun maddi simgesini yok etmek kâfi gelmez, basit bir şeydir bu; ilahın ruhtaki kökleri yok edilmelidir. Geçmişin tasfiye elduğu batış devirlerine gözleri yalnızca boşlukla kamaşabilen insanların önünde- bakışlarını çeviren kişinin, bir uygarlığın ölümü denilen o büyük sanat karşısında acıma duymaması elde midir? (23)

-Eski kuşkucular ve Fransız ahlakçılan müstesna bırakılırsa, teorileri gizlice ya da alenen insana biçim vermeye yönelmeyen tek bir düşünce adamı anmak zor olur. Ama insan olduğu gibi sürüp gitmiştir; merakına teklif edilen, ateşliliğine ve aklına sunulan asil ilkelerin geçit törenini izlemiş olmasına rağmen ... Tabiatta bütün varlıkların kendi yerleri varken, insan, metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat'ın içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde tuhaf kaçan bir yarattk olmayı sürdürmektedir. Tarihe muteber bir hedef bulan hiç kimse çıkmamıştır; ama herkes bir öneride bulunmuştur ve bu o kadar birbirinden ayrı ve acaip bir hedef bolJuğudur ki ereklik fikri geçersizleşmiş ve zihnin ucuz bir ma h gibi yitip gitmiştir. (33)

-Günlerin aza bı içinde ilerlememiz, bunların seyrini acılarım ız dışında hiçbir Şeyin durduramamasındandır; ötekilerin acaları bize, izah edilebilir ya da aşılması mümkün görünür: Yeteri kadar irade, cesaret ya da zihin açıklıklan olmadığı için acı çektiklerine inanırız. Kendimizinki hariç her acı, bize meşru ya da gülünçlük derecesinde anlaşılır gö1ünür; böyle olmasa, duygularımızın değişkenliği içinde tek sabit şey matem olurdu. Fakat yalnızca kendimizin matemini tutarız. Eğer etrafımızda sürünen sonsuz sayıdaki can çekişmeyi, birer gizli ölüm olan bütün hayatları sevip anlayabilseydik, acı çeken varlık sayısında kalp gerekirdi bize. Ve geçmiş üzüntülerimizin tamamını mevcudunda bulunduran, mucizevi bir şekilde güncel bir hafızamız olsaydı, böyle bir yükün altında çökerdik. Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayflıklarıyla mümkündür. (34)

-Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji, şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile dinamik bir nitelik taşır: Geçmişi zorlamak istenir; geri dönüşsüz olan şeye itiraz etmek, geriye doğru hareket etmek istenir. Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı, anın imkânsız olmasıdır; bu imkânsızlık da nostaljinin ta kendisidir. (39)

-Kendini ortadan kaldırmayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, zehirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi, aşağılık bir kürek mahkûmudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucan... Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasaklayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlarımız buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de kaışı çakar. Bu karşıtilk ruhumuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir. (45)

-Metafizik yeteneği olan insanlara canavarlardan da ender rastlanır -hâlbuki her insan bu yeteneğin unsurlarını potansiyel olarak içinde taşır. (54)

-Kant'ta artık hiçbir insani zayıflığı, hüznün hiçbir hakiki vurgusunu göremez hale geldiğim an felsefeden yüz çevirdim; Kant'ta ve bütün filozoflarda...Müzikle, mistik pratiklerle ve şiirle karşılaştırıldığında, felsefi faaliyet, sadece utangaçlarla ılımlıların gözünde itibarı olan şaibeli bir derinlikle ve azalmış bir canlılıkla ilgilidir. Hem zaten felsefe gayri şahsi endişe, kansız fikirlere sığınma, hayatın baştan çıkarıcı taşkınlığından kaçanların yoludur. Hemen hemen bütün filozofların sonu iyi olmuştur: İşte felsefeye karşı baş gerekçe. Sokrates'in sonu bile hiç trajik değildir: Bir yanlış anlamadır; bir pedagogun sonudur ve eğer Nietzsche deliliğe gömüldüyse, şair ve mütefekkir olacaktır bu: Akıl yürütmelerinin değil vecdlerinin kefaretini ödemiştir. (56)

-Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek denir. Filozofların özgünlüğü, terimler icat etmekten ibarettir. Dünyaya karşı takınılacak üç veya dört tavır-bir o kadar da ölme biçimi-olduğuna göre, bunları çeşitlendiren ve çoğaltan nüanslar, yalnızca her tür metafizik kavrayıştan yoksun olan sözcük seçimine bağlıdır. (58)

-Korkmak, devamlı olarak kendini düşünmek ve şeyleri nesnel bir akış içinde tahayyül edememektir. Dehşet hissi, her şeyin size karşı geldiği hissi, hiçbir tehlikenin alakasız olmadığı bir dünya anlayışını gerektirir. Abartılı bir öznelliğin kurbanı olan korkak, diğer insanlardan ziyade kendini, saldırgan olayların hedefi zanneder. Bu hatası onu cesurla bir araya getirir; onun tam zıt noktasında olan cesur, kendine hiçbir yerde silah işlemeyeceğini sanır. İkisi de kendine hayran bir bilincin en uç noktasına varmışlardır: Birine karşı her şey fesat tasarlamaktadır, diğeri için her şey lehtedir. (82)

-Ateşli bir kafa yapısına sahip birini mi gördünüz? Emin olun ki sonunda kurbanı olursunuz... Kendi doğrularına inananlar -insanların hafızasında iz bırakan yegâne kimseler- arkalarında da cesetlerle dolu bir yeryüzü bırakırlar. (84)

-Sistemler ve batıl inançlar görüp geçirmiş otan, fakat hala dünyanın yollarında sebat eden filozof, en az dogmatik olan yaratığın sergilediği kaldırım kuşkuculuğunu taklit etmelidir: Hayat kadınınkini. O her şeyden kopmuş ve herkese açıktır; müşterinin asabı ve fikirlerini benimser, her vesilede tutum ve çehre değiştirir, ilgisizliğinden ötürü hüzünlü veya neşeli olmaya hazırdır; ticari bir tasayla, iniltilerini esirgemez; üzerindeki samimi komşusunun oynaşmalanna, aydınlanmış ve sahte bir bakış yöneltir -ve zihne, bilgelerinkiyle yarışan bir davranış örneği sunar. İnsanlar ve kendisi hakkında kanaati olmamak: Toplum gibi felsefenin de kenarında yer alan gezici zihin açıklığı akademisinin, fuhuşun yüksek öğretisi budur. Kızları örnek alarak yorgun tebessümde uzmanlaştığı zaman; onun gözünde bütün insanlar yalnızca müşteri, dünya kadınlarının da tıpkı yoldaşının vücudunu satması gibi, burukluğunu sattığı pazar olduğu zaman, her şeyi kabul eden ve her şeyi reddeden düşünür, "bildiğim her şeyi kızların okulunda öğrendim" diye haykırmalıdır. (89)

-Felsefede ilerleyenler, sadece sözlerini yarıda kesenler, sınırlılığı ve endişenin makul bir safhasındaki rahatlığı kabul edenlerdir. (89)

-Hakiki mümini deliden ayırt etmek güçtür; fakat onun deliliği yasaldır, kabul görür; sapıtmaları her nevi imandan arınmış olsaydı, sonu tımarhane olurdu. Fakat bu sapıtmalar Tanrı'nın güvencesi ve meşruiyeti altındadır. Yaratıcı ‘ya hitap eden bir sofunun çalımı yanında, bir fatihin gururu bile soluk kalır...(97)

-Zekânın cesareti ve kendi olma gözü pekliği, filozofların okulundan ziyade şairlerin okulunda öğrenilir. (110)

-Ne zaman ki bütün bir halk, nadir hisler için farklı derecelerde fırsat kollar; ne zaman ki zevk incelikleriyle reflekslerini zora sokar, o zaman o halk, uğursuz bir üstünlük düzeyine ulaşmış olur. Gerileme, bilincin etkisi altında murdar olmuş içgüdüden başka bir şey değildir. Nitekim bir insan topluluğunun varoluşunda gastronominin önemi ne kadar belirtilse azdır. Bilinçli yemek yeme eylemi, bir aşırı incelik olgusudur; barbar ise beslenir. Zihinsel ve dini seçmecilik, duyusal ustalık, estetizm - bilgiç bir güzel yemek yeme saplantısı- aynı zihniyetin farklı işaretleridir. (120)

-Doğrularımız atalarımızınkilerden daha değerli değildir. Onların mitoslarının ve simgelerinin yerine kavramlar koymuş olmakla kendimizi ilerlemiş zannederiz; ama bu mitoslar ve simgeler, bizim kavramlarımızdan daha az şey ifade etmezler. (149)

-Aynı anda hem doğru hem saçma olmayan hiçbir görüş, sistem ve inanç yoktur; bu durum o görüşe katılmamıza ya da ondan kopmamıza bağlıdır. (151)

-Müzik sadece Beethoven'dan beri insanlara hitap etmektedir: Ondan önce sadece Tanrı'yla konuşmuştur. (157)

-Zihni uyanık tutmak için sadece kahve, hastalık, uykusuzluk ya da ölüm saplantısı yoktur; sefalet de en az bunlar kadar katkıda bulunur: Tıpkı ebediyet dehşeti gibi yarın dehşeti de aynen metafizik ürküntüler gibi para sıkıntıları da istirahati ve kişinin kendini bırakmasını mümkün kılmaz. Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir. Bu ödlekliğin bedelini pahalıya öderiz. İnsanlara bağlı olarak, dilencilik kabiliyeti olmadan yaşamak! (171)

-Bir din kendini dışlayan doğruları hoş gördüğü zaman tükenir; artık adına öldürülmeyen bir tanrı da gerçekten ölmüş demektir. (176)

Metis Yayınları, 2018 basım, 5.baskı, Çeviren: Haldun Bayrı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...