09 Mayıs 2025

CANLI TARİHLER 1 – EBUBEKİR HAZIM TEPEYRAN HATIRALARI

*Ebubekir Hazım Tepeyran, Niğde’de cami, hamam ve çeşme gibi hayratı mevcut ve mamur olan Niğdeli Murat Paşa sülalesinden Bekir Beyzade Hasan Efendi’nin oğludur. (1.dipnot/ Murat Paşa, Hicri 1070 senesinde vefat ederek, Paşa Camii adıyla anılan camiinde metfun olduğu gibi evlatlarından ve torunlarından Ali, Abdurrahman, Ömer ve Osman Paşaların mezarları da oradadır.) Miladi 1864’de Niğde’nin Tepeviran denilen semtindeki Yenice mahallesinde doğmuştur. Halk bu mevkie Tepeyran dedikleri için Ebubekir Hazım bu telaffuz şeklini soyadı olarak kabul etmiştir. (7) Muharrirliği Konya’da vilayet gazetesinde başlar ve İzmir’de devam eder. Şiir yazmış, bir hadise yüzünden Türkçe şiire veda ederek kırk yaşından sonra Fransızca şiirler yazmaya başlamış ve bunları sonradan kitap halinde bastırmıştır. “Les fleurs degenerees”(1927) adını taşıyan bu kitabından başka Küçük Paşa (roman, 1910), Eski Şeyler (hikâyeler, 1910), Son İrat (Türkçe ve Arapça idari ve içtimai makaleler), Kar Çiçekleri (Türkçe Şiirler, 1932) adlı eserleri vardır. Ayrıca oğlu hakkında Hasan Hazim isimli bir eseriyle Arapçadan tercüme edilmiş Güzel Sözler adlı müntehebatı, Aşk’ın Zaferi isimli bir romanı müsvedde halindedir. (11)

-Malum olduğu üzere mezarın kenarına kadar ister istemez sürükleyip götürdüğümüz kötü huyların tohumların alelekser beşik etrafında emeklediğimiz günlerden itibaren anadan, babadan gördüğümüz sevgiler ve müsamahalarla canlanmaya başlar. (13)

-Zavallı Türk dili, dün denilebilecek kadar yakın zamanlara değin olduğu veçhile Türk paralariyle Türk toprakları üstünde yapılan Türk vakıfleriyle yaşıyan medreselere hiç giremediği gibi rüşdiyelerde de Arapça ve Acemce derecesine bir itinaya mazhar olamazdı. (22-23)

-Konya Valisi merhum Müşir Mehmet Sait Paşa’nın maarif meclisi katipliği ve vilayet gazetesi muharrirliği ile beni Niğde’den Konya’ya getirdiğini söylemiştim. Valinin reisliği altında toplanan bu mecliste vilayetin, idare, adliye ve maliye erkanıyla Konya merkez livası mutasarrıfı, Mevlana Celaleddin’in postnişini Saffet Çelebi diğer çelebilerin, eşrafın, ulemanın ileri gelenleri, hatta ayan azasından Konya’ya sürgün edilmiş olan İngiliz Ali Bey (maruf Ahmet Rıza’nın babası) da aza sıfatıyla bulundukları için azanın sayısı otuza yakındı. (25)

-Mektupçu, Mehmet Nazım Bey (Selaniğin son valisi) Niğde’den gönderdiğim yazıları, beni teşvik için gazeteye geçirmekte bulunmasından dolayı hakkında gıyaben hürmet ve muhabbetle duygulandığım için daima onun yanında bulunacağımdan pek sevindim. Matbaanın ve gazete nazırı ve manzum ve mensur yazıları eksik olmadığı için gazetenin gerçekten muharriri de o demek olduğundan tabii en ziyade görüleceğini, irfan ve zekâsından faydalanacağım bir zat idi. Nazım Bey, cidden çok sevimli ve necip ruhlu bir insan olduğundan 3 sene kadar süren daimi yakınlıktan zevk aldım ve çok istifade ettim. (26-27)

-Men edildikten 45 yıl sonra şiire başlayışım yeğenim Dr. Hüseyin Nail’in (şimdi Hukuk Fakültesi profesörlerinden) teşvikiyle oldu. (31)

-O zamana kadar Fransızcadan başka dillerden tercüme edilmiş hiçbir kitap okumadığım için Fransız dilini öğrenmeye karar verdim. Çünkü Şemseddin Sami, Ahmet Mithat ve Recaizadenin Fransızcadan tercüme edilmiş eserlerini okumuştum. (39)

-Hayli uzun olan memuriyet hayatımda, Fransız dili de okutulan Mülkiye Mektebi mezunlarından arkadaşlık ettiğim birçok genç kaymakamlar içinde yalnız ikisinden başka Fransızca bilir denilebilecek kimseye rastlamadığımdan hala müessirim. Hangisine sorduysam vakit bulamadıkları cevabını almıştım. Bunların bir kısmı vazifeleri için bilmeleri lazım olan kanun ve nizamları da pek az okumuşlardı. Bir kısmı ise ev ve tavladan vakit ayıramıyorlardı. (39)

-Valinin Abdurrahman Paşa’nın mühürdarlığı, mektupçu kalemi mümeyyizliği, vilayet gazetesi muharrirliği ve bir müddet sonra idadi mektebinin Mecelle ve Mülkiye kanunları hocalığı da ilave edilerek Kastamonu’da 6; mektupçu mümeyyizliği ve mektupçulukla İzmir’de 2; vali muavinliğiyle Edirne’de 2; yani hepsi 10 sene onunla birlikte gece gündüz çalışmakla beraber Fransızca öğrenmeyi de ihmal etmedim. (40)

-Konya’da, Bursa’da arabacılık, şekercilik vesair bazı sanatları, 1879’daki meşum harbde Rus istilasına uğrayan memleketlerimizden hicret eden Türkler ve Tatarlar getirmişlerdi. (43)

-Abdurrahman Paşa yalnız gündüzleri değil geceleri de ezani saat dörde, beşe kadar çalışırdı. Büyük devlet adamlarından tanıdıklarım arasında onun kadar fikir ve zamanını vazifesine hasretmiş bir zata rast gelmedim. Başvekâlette bulunduktan sonra Kastamonu’ya gönderilen Abdurrahman Paşa da benzerlerindeki küskünlükten eser görünmezdi. (47) Paşa’nın kibrinden, azametinden bahsedenler, onun Nakşibendiliğin Halidi koluna mensup bir derviş olduğunu ve hususi halini bilmiyorlardır. (50)

-Cahil deyince koyu ve umumi gibi bir cehalet hadisesi hatırladım. 1305 (1888) Zilkadesinin yirminci gecesi alaturka saat altı sıralarında Kastamonu’nun kenar mahallelerinden birinde bir sarhoşun havaya attığı birkaç el silah halkın uykusuna başına sıçratmış ve ayın kaçı olduğunu düşünemedikten başka gökyüzüne bakmayı bile akıl edemiyenler veya koyda ayı biraz küçülmüş görenler tutuldu sanarak silah atmağa, lenger, tencere kapağı çalmağa başlamışlardı. Bir bir-buçuk saat kadar süren bu cehalet garibesini, Veli Paşa ancak şehrin muhtelif semtlerinde atlı jandarmalar gezdirip: “Ay yirmi günlük olduğu için yarımdır, tutulmamıştır.” Diye bağırtmak suretiyle önleyebilmişti. (54)

-Abdurrahman Paşa ile İngiliz Sait Paşa arasındaki fark, birinin dindar, diğerinin din hususunda mübalatsız olmasından ibarettir. Namusluluk, doğruluk, devlet ve memleketi bilerek zerre kadar zarara sokmamış olmakta bu iki muhterem zat arasında hiçbir fark yoktu. Yalnız Sait Paşa’nın tevazuu hudutsuzdu. (59)

-Kırk elli yıl önce Kastamonu’da ölüleri yalnız gündüz değil geceleri de ekseriyetle tepe sırtlarında ve mail satıhlarında bulunan mezarlıklara meşalelerle gömmek garip bir adetti. Eğer hiçbir yerde görülmeyen bu adet hala bırakılmamışsa adet kadar devamı da bir gariplik teşkil eder. (62-63)

Türkiye Yayınevi, 1944 basım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...