-Şerif Mardin’in tarikatın Şamanist köklerini durmadan yoklayan, Nakşibendilik ve Şamanizmi aynileştirerek birbirinin yerine ikame eden anlayışı, Türkiye’de laiklik ilkesine dayalı bir ulus devlet kurulurken, laik bir geçmiş kurgulamak ihtiyacıyla Selçuklu-Osmanlı dönemi paranteze alınarak İslam öncesi geçmişe müracaat etme tarzında kendini gösteren tavırla da mutabıktır. (52.dipnot/ Nuray Mert, “Osmanlı laiktir laik kalacak”, Türkiye Günlüğü, sayı:58, 1999, sf:36) Bu tavır en iyi ifadesini Ziya Gökalp’in şu satırlarında bulur: “Başka milletler, asri medeniyete girmek için mazilerinden uzaklaşmaya mecburdurlar. Hâlbuki Türklerin asri medeniyete girmeleri için yalnız eski mazilerine dönüp bakmaları kâfidir.”( 53.dipnot/Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, sf:155-156) Şamanizmle Nakşiliği birbirleri içerisinde eriten Mardin için Nakşilik ciddi bir özden mahrum olan Şamanizme batıni bir boyut kazandırarak ona yeni bir istikamet tayini yapar. Tarikat bu şekilde İslam’a doğru bir gelişim sergilese de modern hayatla karşılaşan yönünde çok iyi görüleceği üzere Şamanizme dönme potansiyelini bünyesinde taşır. Nakşiliğe eski Türk inançları çerçevesinde bir zemin arayan Mardin’in bir tarafını daima Şamanizme verdiği Nakşilikle tarikatın tarihi cephesini ve ledünni membaı bambaşka bir hüviyettedir. Onun tarikata ilişkin bu tasavvuru kendisinin, şeriata en fazla sadık kalan ve riayet eden tarikat Nakşiliktir tarzında ifade edilebilecek Nakşilik anlayışıyla da çelişir. Böylece Şerif Mardin tarikatı hem Sünniliğin güvencesi hem de Şamanizm taşıyıcısı olarak görür. Geleneğin ise bu noktada herhangi bir tereddüdü yoktur. Hanefilikle Nakşilik arasındaki tabii irtibata dikkat çeker. (54.dipnot/Taşköprizade, eş-Şakaik, sf:104, Thk:A.S.Fırat, İstanbul, 1405/1985) Osmanlılarla onlara muhalif olan Erdebiliyye/Safevi taifesinin gözünde Nakşi olmak Sünni olmaktır. (55.dipnot/Evliya Çelebi Seyahatnamesi, IV, 200, Haz:Heyet, İstanbul, 2001) (39-40)
-Şeriatın uygulanmasına ehemmiyet vermede Vahhabilikle Nakşibendiler birbirinden farklı olmasalar da mezheplere bağlılığı terk etmeyi savunan Vahhabilerin aksine Nakşiler klasik manada taklitte ısrar ederler. Vahhabiler bugüne kadar hükmünü yürüten dört klasik mezhebi Hanbelilerin hadis anlayışı zemininde biçimlendirmek isterler. (29.dipnot/Massignon, İslam’ın Mistik Şehidi Hallac-ı Mansur’un Çilesi, sf:113, Ankara, 2006) Sirhindi’nin hayatını idrak ettiği devredeki dini eklektisizme yönelttiği siyasi içerikli tepkiyle Muhammed b. Abdülvehhab’ın Osmanlı-İslam toplumunu ve devletini karşısına almasını mukayese etmek zannedildiği kadar kolay değildir. Her iki ismin siyasi çizgileri ve duruşları oldukça farklıdır; Sirhindi’nin Hindistan’daki çoğulcu ortama karşı mücadelesiyle Vehhabilerin İslam’ın temsilcisi olan Osmanlı’ya kafa tutan, dahası ayrılık hislerini besleyen tavırları birbirine irca edilemez. Halidi-Nakşibendiler Osmanlı Devletini devamlı desteklerken, Vahhabiler bu iradeye karşı sürekli isyan eder. Batı’da Vahhabi hareketinin hararetle bir tecdid girişimi olarak görülmesi de bu noktayla irtibatlıdır. Tarihle hiçbir İslami oluşum, Batılılar tarafından böylesine müspet bir değerlendirmeye mazhar ol(a)mamıştır. Burada şunu da gözden kaçırmamak lazımdır: İngilizler Hindistan’da sömürgeci güce karşı ayaklananları Vehhabilik yaftasıyla mahkûm ederken Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı ayaklananları bu sefer Vehhabi olarak hararetle savunmaktadırlar. (59)
-Sirhindi’nin siyasi endişeleri olmakla birlikte, bunlar onun Nakşibendiliğe intisabından öncedir. Şerif Mardin’in imalarının aksine onun tasavvufi yönü siyasi ve sosyal boyuttan önce gelir. Nakşilik tarih boyunca devletin ve toplumun tabii bir uzvu olduğu için hükümdarlar, istikrarın bu tip zümrelerle kayıtlı olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmazlar, devamlı olarak bunu genişletip, derinleştirecek adımlar atarlar. Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer’in, Yusuf Hamedani’yle (ö.535/1140)(57.dipnot/ Gucduvani, Risale-i Sahabiyye, Naşir: Said Nefisi, İran 1953) veya Emir Timur’un Emir Külal’le irtibat kurması bu cümledendir. (65)
-Müceddidilik Anadolu’da yayılmadan önce zaten genişleyerek ve derinleşerek mevcudiyetini sürdüren bir Nakşilik olduğuna göre söz konusu tarikat, bir kez daha aynı köklerden beslenen iki iklimi birleştirir. Bir başka ifadeyle Nakşilik Osmanlı’ya zamanında ne tür ihtiyaçlar çerçevesinde dahil olduysa bu döneminde de Müceddidilik aşağı yukarı aynı ihtiyaçlara binaen dahil olur. Şeyh Halid’in manevi önderi konumundaki Gulam Ali’nin şeyhi olan ve Sirhindi’den sonra tarikata yön veren Mirza Mazhar Can-ı Canan’dan edindiği düşüncelerin başlıca hususiyetleri Mevlana Halid’le bir kez daha gündeme gelir: Hayatın her alanında tavizsiz bir şeriat vurgusu, Şiilere karşı hasmane bir tavır ve Hristiyan dünyaya karşı amansız bir düşmanlık. (75)
-Nakşilikte hâkim olan, hep öteki ekseninde tanımlanabilecek bir duruştur. Bu öteki Sirhindi’de Hinduzim iken; Halid ve Kotku’da Hristiyan Batıdır. Halid’den daha fazla yol ve imkâna sahip olan Kotku, Halid’le Sirhindi’nin tavrına Nursi’nin içtimai ve iktisadi problemleri çözmeye çalışan tavrını ekler ve devlet karşısında müspet bir duruş sergileyerek kendine mahsus bir çevre oluşturur. Burada, hakiki çehresini şüphesiz modern hayatın yoğurduğu eğitimli kişilerin Kotku’nun çevresine girmesine büyük tesiri vardır. Nakşiliğe geleneğinden farklı bir renk veren bu isimler için birinci dereceden ehemmiyetli olan husus, Nakşilğin bir siyasi faaliyet için elzem olan yaygın ağıdır. Karakterini siyasetin belirlemesi, ahlaki muhtevanın tasfiyesini de beraberinde getirir. Siyasete yeni değerler getirse de, netice itibariyle Nakşilik dönüşüm yaşar. Böylece siyasete teslim olan bu Nakşilikle İslami potansiyelin içi boşalır. Bunda en etkili sebep ise bu duruma müsaade eden ve imkân veren Cumhuriyet sistemidir. Bu yönüyle Nakşiliğin mevcut durumu Kemalizmin bir başarısı olarak görülebilir. (110)
Dergah Yayınları, 2015 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder