-Eski İstanbul Ramazanı bu davulun sesi ile karşılandı. Şeyhülislam kapısında İstanbul kadısının önünde yüksek bir yerden yahut bir minareden ilk defa hilali gören bir gözcü bu gözlemini iki şahit önünde ispat eder, ondan sonra Ramazan ilan olunurdu. (17)
-On bir ayın sultanı Ramazan’ın gelişi sonsuz bir beşaret, uhrevi bir huzur olduğu kadar, istibdat devrinin geceleri kadar sinsi, sakıncalı akışı içinde on bir ayda bir kere gelen bir eğlence ve hafifleme ayı idi de (19)
-Benim çocukluğumda ve gençliğimde, camilerin avlularında kadınların bir mesire yerinde dolaşır gibi-hem de âşıkları ile kol kola- dolaştıklarını hiç hatırlamıyorum. Böyle bir şey yoktu. (22)
-O zamanlar orta halli ailelerde bile, akşama iftara kaç misafirin geleceği bilinemediği için tencere tencere bol yemekler pişirilir artan yemekler ertesi gün fukaraya dağıtılırdı. (29)
-Babam yılda birkaç kere, beni Hazret-i Halid’i ziyaret etmek üzere Eyüp Sultan’a götürürdü. Doğduğum zaman beni o büyük zatın maneviyatına bağlamışlar, ismimi de Halit koymuşlar. (44) Annem, babam, teyzem, kardeşim Maide, yengem, büyük amcalarım ve dedem, hepsi Eyüp Sultan Camii ve türbesinin yukarısındaki tepede, bir asırlık mezarlıkta yatıyorlar. (45)
-Eski İstanbul’da, Ramazanın on beşi padişahın ve teşrifata dâhil olanların Topkapı sarayında Hırka-i Şerif’i ziyaret ettikleri gündü. 2.Abdülhamid, bir suikasta uğramak korkusu ile bu ziyarete Yıldız Sarayından Dolmabahçe Sarayına inip oradan bir deniz vasıtasıyla Sarayburnu’na çıkmak suretiyle giderdi. Bu esnada, denizin köprü ve Sarayburnu arasından kayıklar ve Boğaziçi vapurları uzaklaştırılır, vapurlar iskelelerde bekler ve denizde zabıta tarafından sıkı bir kontrol yapılırdı. Buna rağmen Padişah’ın Galata Köprüsü tarafından geleceği söylentileri etrafa yayılır, köprü sabahtan başlanarak temizlenirdi, kumlanırdı. Fakat halkın aşağı yukarı her yıl tekrarlanan bu komediye inanmadığı da muhakkaktı. Tuhafı budur. Demek ki köprüde toplanışları bir toplum ihtiyacı idi.(48)
-Yaşmak ve ferace daha benim doğduğum 1891’de İstanbul sokaklarında tarihe karışmıştı sanırım. Ben, gördüğümü hatırlamıyorum. (49)
-Halk şairlerinin bir kısmını teşkil eden manici ve destancıların kahveleri Saraçhane başında, Unkapanı’nda, Çeşme Meydanı’nda, Firuz ağa, Kasımpaşa ve Üsküdar’da kurulmuş. Esasen 1876’dan 1909 yılına kadar İstanbul’da bir saz şairi loncası olduğu da biliniyor. Bu loncalara kol da denilirdi. Saz çaldıkları kahvelerin adına çalgılı kahve veya semai kahveleri denildiği gibi.(74)
Dergâh Yayınları, 2014 basım,1.baskı. (İlk baskı İnkılap Kitabevi 1968)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder