-Modern demokrasiler, bireyi temel alan bireysel hak ve özgürlükleri klasik liberal felsefenin bilinen sınırlarını genişleterek ve bir yönüyle yeniden tanımlayarak devletin politik ve hukuki zemini haline getirmektedirler.
-Türk modernleşmesi tabiatı gereği antidemokratiktir. Zira ne Batılı demokrasilere itimadı vardır ne İslamiyet’in referans çizdiği müzakereci siyasete hayat hakkı tanımaktadır.
-Hatta hatırlanacağı üzere, ilk yerli otomobil olarak piyasaya sürülen “Anadol otomobilleri”nin kaportalarını inekler yiyordu.
-28 Şubat sürecinde CHP Genel Başkanı Baykal: “Ordu, en büyük sivil toplum kuruluşudur”
-Devlete baskıcı tabiatı veren, güç sahiplerinin baskıcı tutkularını devletin sebebi hikmeti haline getirmeleridir.
-Eğer bir ülkede, bir veya iki partinin toplam oyları bir türlü iktidar olmaya yetmiyorsa ve bu birkaç seçim dönemi devam ediyorsa bu aslında toplumun siyasi parçalanmışlığına değil, sistematik olarak siyasete dışarıdan yapılan müdahalelere işaret etmektedir.
-Sol, insani değerlere olan “teorik” yatkınlığı, sınırsız sermaye biriktirme ve kazanç elde etme tutkusu yüzünden sermaye sınıflarına karşı mesafeli davranması ve en önemlisi “sosyal devlet” perspektifi dolayısıyla şehirlerin varoşlarında sıkışık bir şekilde yaşayan kitlelerin koruyucu siyasetine sahip olacağına, pozitivist çerçevesi ve otoriter modernleştirici zihniyeti yüzünden halka karşı bir aydın despotizmini esas almıştır.
-Süleyman Demirel, biraz da Özal’a özenerek benzer bir işe kalkıştı. (Özal; Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın kemiklerini bulundukları yerden Topkapı’da bir anıt mezara nakletmişti) ve çok yanlış bir şahsiyetin kemiklerini ta Tacikistan’dan İstanbul’a naklettirdi. Demirel’in her sözünde ve icraatında derin hikmet arayan bazı saf Müslümanlar, Enver Paşa’nın kemiklerinin Türkiye’ye naklettirilmesinde de bir hikmet aradılar.
-3 Eylül 1994 günü bazı dostlarla birlikte yemek yediğimiz Korkut Özal, yemekteki 8-9 kişiye şunları söylemişti: “Ağabeyim rahmetli Özal vefatından önce bana siyasi hayatında üç hata yaptığını söylemişti. Bunlardan biri Mesut Yılmaz’ı parti başkanı yapmak, ikincisi Semra Özal’ı İstanbul il başkanlığına getirmek, üçüncüsü de 1987’de referanduma gitmek”
-İslami talep ve duyarlılıkların söz konusu olduğu her durumda sağ ve sol kendi aralarında geçmişte var olan anlaşmazlığı asgariye indirmeye çalışırlar.
-Devletin öncelikleri temel alındığında kendisinin ve partisinin reflekslerine uygun olarak bir televizyon konuşmasında Nesrin Ünal: “ Ya başımı açıp devletin önceliklerine önem verecektim ya da inancıma sarılıp başörtülü kalacaktım. Devletin bekasını tercih ettim” dedi.
-Nur kökenli cemaatin Msp’den kopmasına yol açan önemli faktör, CHP ile kurulan koalisyon hükümetinin sol kesimleri de içine alan genel bir af çıkarması ki, Nur talebeleri komünistlerin affedilmesinden ise, biz Medrese-i Yusufiye’de (hapishanede) yatmaya razıyız diyorlar, kendilerini de kapsamına alacakken affa karşı çıkıyorlardı.
-Entelektüellerden, yazar ve araştırmacılardan hiçbir şekilde fikir sorma, çalışmalarına müracaat etme gibi bir geleneğin olmaması, Milli Görüş hareketini diğer önemli zaaflarından biriydi.
-Kur’an ve Sünnet’in genel anlatımından, Peygamber Efendimiz(sav)in izlediği siretten şu önemli husus anlaşılıyor. Bir yerde Müslümanlar, eğer yeni bir sosyal ve siyasal hareket başlatmak durumunda iseler, devlete konu olan hedef kitleye, neye niçin inandıklarını, dünyayı nasıl yorumladıklarını, var olandan farklı ne türden hayat biçimlerini önerdiklerini ve özellikle başkalarıyla hangi hukuki temelde bir arada yaşamayı tasarladıklarını açık-seçik anlatmak zorundadırlar. İslam dini, bu konuların hiçbirinde insanları belirsizlikler içinde bırakmaz.
-1991’de RP-MHP-IDP arasında yapılan seçim ittifakı, basit bir siyasi ittifakın ötesinde bir projenin parçasıydı. Bu sayede Kürtler ve Kürt hareketiyle İslam arasındaki ilişki koparılmak istendi ki bu PKK’nın gelişmesini sağladı.
-Bütün gözlemciler Pkk’ya güç katan en önemli faktörün, MHP ile seçim ittifakına giren RP’nin Güneydoğu’da boşalttığı siyasi ve sosyal zemin üzerinde neşvünema bulduğunu teyit etmektedir.
-RP sosyal tabanı itibariyle “bir çevre” hareketiydi. RP’nin merkeze taşımak istediği toplumsal güçlerin gerçek rakipleri merkez sağ ve merkez sol partilerden hiçbirisi değil, doğrudan merkezin kendisiydi.
-Batılılaşma soyut bir ideoloji değil, Türkiye’nin içine girdiği “kalkınma projesinin” hangi sosyal kesimler eliyle yürütüleceği konusundaki tartışmanın omurgasını teşkil etmektedir.
-Cumhuriyetçiler, kalkınmanın batılılaşma doğrultusunda özel bir sınıfın devlet eliyle yetiştirilmesiyle mümkün olabileceğini düşündüklerinden, ülkenin maddi kaynaklarını münhasıran batılılaşmayı benimseyen kesimlere transfer ettiler ve bunun adına “devletçilik” dediler.
-Engin Ardıç (Star, 12 Mayıs 1999) hiç lafı eveleyip gevelemeden “Türkiye’nin sıcak bir çatışmaya doğru gittiğini, silahların laik kesimin elinde olduğunu ve kendisinin de onların safında yer aldığını” yazıyordu.
-Mesai saatlerinin iftar vaktine göre düzenlenmesi karşısında solun yetiştirdiği en iyi kafa Murat Belge şunları yazdı: “Ramazan’da iftar için resmi mesaiyi erken bitirmek üzere girişilmiş manevralardan başlayalım. Bu ‘laikliğin antidemokratik bir uygulama biçiminin düzeltilmesi’ falan değil düpedüz laik işleyişi rafa kaldıran bir girişim. Özel teşebbüs ne yaparsa yapsın –zaten yapıyor- ama resmi mesainin iftara göre ayarlanması ‘dini devlet’e kadar gidecek yolu açar” – Radikal, 3 Şubat 1997
-Müslümanlar Türkiye’de bir tecrübe yaşıyor. Görünürdeki hareket noktaları ve meşruiyetleri İslam’a, formlarının büyük bir bölümü geleneğe, niyet ve amaçları ise modernliğe dayanmaktadır.
-Bankalar Birliğinin verdiği bilgilere göre 1999 yılında TMSF’ye devredilen 8 bankadan 7’sinin toplam zararı 4.7 milyar dolardı. (2.5 katrilyon lira)
Çıra Yayınları, 2009 basım, 1.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder