16 Mayıs 2025

İMAJ VE TAKVA – FATMA BARBAROSOĞLU

-Geleneksel insanın hayat tasavvurunda mihenk taşı olan “yalan dünya” imgesi modern insanın bilincinde de var. Fakat dünyanın geçiciliğini hatırlatmaktan ziyade, oyun içinde oyun meşruiyetini artırıcı bir muhtevaya bürünmüş olarak.

-Modern dünyanın diyet listeleri bilimin ölüme çare bulacağı güne kadar beden makinesini dinç ve taze tutma rüyası vaat etmektedir.

-“Gibi olmak” bedenin başkalarıyla mukayese edilerek içine düştüğü mutsuzluk halinden, kostüm, makyaj ve gençlere özgü jest ve mimikler yoluyla teselli edilerek çıkarılmaya çalışılmasıdır.

-Vizyon teknikleri uzaktakini yakınlaştırıp yakındakini uzaklaştırırken dünya küçük bir köy haline gelecek kadar küçüldü; fakat kapı komşusu nasıl yaşadığı bilinmeyecek kadar uzağa düştü.

-İmaj kendisine dışarıdan bakan gözlerin etkisine açık, takva bütün gözlerden kurtulup kalp gözünde saklanacak kadar etkilerden muaf.

-Allah korkusunu kalplerden silmek için uğraş verenler çoğaldıkça ve üstelik onların bu uğraşı başarıya ulaştıkça, sanal korkular ve sanal korkulara râm olarak yaşadığını hissetmeye çalışanların sayısı da artıyor.

-Modern insan bir taraftan kendini ifade edilebileceği en insani özellikleri yitirirken diğer taraftan aslında sadece sembol olan şeylerin varlığını pekiştirerek, önemini artırmaktadır.

-Olduğundan daha zengin görünebilmek için insan daima kazandığından daha fazlasını harcamak durumunda kalmaktadır. Kazandığından fazlasını harcayabilmesi için kredili ve taksitli satışlar modern insana akıl almaz faydalar sağlarken “kanaatkâr” olma hasletini zihinlerden ve gönüllerden silmektedir.

-“Çizgiler bakışları durduramaz. Bunu yapabilmesi için fazla coşkundur; görüşü hem aydınlatır hem karartır, insanın kafasını karıştırır ve anlamı bulanıklaştırır.” Bu son cümle modern insan ile modern öncesi insanı anlamamıza yarayan anahtar kelime hükmünde. Modern insan kafasının karışmasını bir zenginlik, kendi kendinin farkına varmasının müsebbibi sayıyor. Hâlbuki modern öncesi insan için kafasının karışık olması ancak hastalık hali olarak kabul edilebilir bir durum.

-Ölülerle diriler arasındaki ilişkiyi “ölülerin size ihtiyacı yok” noktasından koparmaya kalkanlar yaşayanların, ölümün hatırlattığı sınav korkusuna ihtiyacı olduğunu idrak edemiyorlar.

-M.Kemal kadınların kıyafetini değiştirmeyi düşünürken elit tabakanın bu değişiklikten yana olduğunu bilmektedir. Cumhuriyetin getirdiği kıyafet değişikliğinin yakıcılığı buradadır; Avrupai tarzda giyinmek isteyenlerin isteklerinin tüm toplum için mecburi hale getirilmesi.

-“Köylü milletin efendisidir” diyen M.Kemal kıyafet balolarında köylü kadın kıyafetine bürünen kadınların bile balo icabı başlarını örtmelerine müsamaha göstermez. İffet Halim Oruz, başı açık bir köylü kadın kıyafeti giyişini paşanın takdir ile karşıladığını uzun uzun anlatır.

-Büyük şehirlerin son yıllarda yoğun göç talebiyle karşılaşması neticesinde şehrine esas sahipleriyle (!) şehre sonradan eklemlenenler arasında bir çatışma yaşanmaktadır. Bu çatışmada başörtülüler doğrudan ikinci tarafın üyesi olarak algılanmakta ve sosyal kimliklerine yapılan vurgu, Müslüman gençleri alt sınıfa mensup olmadığını göstermek (ispat etmek) için marka ve gösteriş tüketimine itmektedir. Bu durumda “israfın haram olduğu” ilkesi Müslümanların hayatından gittikçe uzağa düşmektedir.

-Başını örten fakat pantolon-ceket, pantolon-kazak giyen kadının nasıl bir dil ve kimlik ortaya koyduğunu açalım: Başörtüsü ile dini hükümlere riayet ettiğini ifade etmekte, pantolon-kazak giyerek geleneksel kadın imajından kopmak istediğini söylemektedir. Bir başka ifade ile modern kadınların dünyasından, başörtüsü ile koparken pantolon-kazak ile o dünyaya yeniden eklemlenme ihtiyacı duyduğunu hissettirmektedir.

-Başörtüsü yasakları kalksa kim olacağını ve hayatına nasıl devam edeceğini hayatın din ile bağdaşmayan yüzüne karşı nasıl bir duruş geliştireceğini sahi kaç dindar kadın düşünüyor?

-Feminist söylem kadınların ezilmişliğini kadın olmalarına dayandıran argümanları, başörtülü kadınlar arasında da başörtülü kadının maruz kaldığı yasakları, dinin kimliğinden, yani farklı bir hayat tasavvuruna sahip olmasından değil, sadece kadın olmasından kaynaklandığını benimsemeye sevk etmiştir.

-Var olmak için başkalarının ilgisinin şart olduğunu düşünmek yenilgiyi baştan kabul etmektir. Yasaklara karşı koymak üzere ortaya çıkan her hareket özellikle “öteki”nin ilgisinde odaklanmaktadır. Halbuki bu ilgide muhatabını değiştirmeyi planlayan bir bakış vardır.

-8 Mart’a kraldan daha fazla kralcı bir anlayış ile sahip çıkılırken yıllardır ifade edilen “Müslüman kadınlar ve Müslüman erkekler Allah katında eşittir” anlayışından (ki bu ifade Kur’an-ı Kerim’e dayanmaktadır) Müslüman erkekler ile Müslüman kadınların rejim karşısında eşitlenmesi uğruna vazgeçilmiş olunmaktadır.

-Yaşanılmaması gerekenleri yaşamak yetmez, nasıl yaşadığının ifşa edilmesidir şart olan. Günah çıkartmak için günah işlemeye dönüşür eylem. Reklamın kötüsü olmaz ilkesi, yaşananın her yanıyla ifşa edilmesi “dürüstlüğüne” bulanır.

-İtiraf mantığı ile dürüstlüğün tanımı değişmiştir. Dürüstlük yapılmaması gerekenlere riayet prensibinden çıkmış, yaptıklarını itiraf prensibine dönüşmüştür. Dürüstlüğün anlamının bu şekilde değişime uğraması, insanların birbirleriyle olan iletişimsizliğine dayanmaktadır.

-TRT’li günlerde halka açık eğlence programlarında başörtülü tek bir kadın görülmezdi. Ekranın bu tarafından bakanlar “neden orada bir mesture hanım yok?” diye düşünmezdi. Çünkü hem mesture olmak hem de öyle bir programa katılmak ilkesizliğin görüntüye bulaşmış hali olarak algılanırdı.

-Medyanın Müslümanların provokatif bir kimlik içinde algılanmasını sağlamaya yönelik özel bir gayreti var. Mesela Müslümanların isimlerinin altına doğrudan “İslamcı yazar” ibaresi konuyor. Bu nasıl standart anlayış ki, “kapitalist yazar, sosyalist yazar, liberal yazar” diye ibareler koyulmazken Müslümanların isimleri kendini tanımlamadan kurtaramıyor. Yani benim düşüncem niçin metalaştırılıyor ve profesyonel bir meslek gibi takdim ediliyor: “İslamcılık?”

-İslami kesime getirilen her yasak, Müslümanların direncini pekiştirmek yerine modernleşmesini hızlandırıcı bir fonksiyon üstlendi.

Profil Kitap, 2010 basım, 13.baskı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...