-Bu bakımdan Peygambere dayandırılan “En hayırlı kuşak benim kuşağım, sonra bunu izleyen, sonra onu izleyen” şeklindeki hadis etrafında dolaştırılan şüphelere hak vermemek elde değildir. Çünkü eğer bu sözün gerçekten hadis olduğunu kabul edecek olursak, Fazlurrahman’ın dediği gibi mantıklı olarak, yönetimin saltanata dönüştüğü, binlerce masum insanların haksız yere öldürüldüğü ve hatta ödeyecekleri vergi azalır endişesiyle Hristiyanlara Müslüman olma hakkının bile verilmediği bir Emevi dönemini dahi, bundan sonraki tarih gelişmesinde insanların aşamayacağı sonucuna varmamız gerekecektir. Oysa bu tür bir düşünce, tarihi gelişmeyle uyuşmadığı gibi, Kur’an’ın ruhuna da tümüyle aykırıdır. Muhtemelen bu tür hadisler, kabile duygularının yine her şeyin önüne geçtiği Emeviler döneminde, yönetimin meşrulaştırılması ve Emevi hanedanının halk gözünde sevimli gösterilmesi için sultanların profesyonel muhaddisleri tarafından üretilip yaygınlaştırılmışlardır. (43-44)
-İlmi çalışma alanında M.Kemal’in tavsiye ve direktifleri ile başlayan Ahmed Hamdi Yazır’ın tefsiri ile Kamil Miras ve Ahmed Naim’in tercümesini tamamladıkları Buhari’nin Tecrid-i Sarih’i dışında önemli bir çalışma yoktur. Aynı kategoriye Mehmed Vehbi Efendi’nin tefsiri, Hasan Basri Çantay’ın açıklamalı meal çalışması ile Ömer Nasuhi’nin tefsir ve fıkıhla ilgili çalışmaları da eklenebilir. Ancak bunlar da sadece akademik araştırmayı hedef edindiklerinden, bir toplumu kendi yerli-İslami kültürüne götürmek için gerekli olan çabalardan uzaktı. Buna rağmen koskoca Cumhuriyet tarihi içinde bu parmakla sayılabilen çalışmalar, günümüze kadar önemli yararlar sağlamaya devam etmişlerdir. (64-65)
-19.yy modernist akımları günümüz İslam düşüncesine iki olumsuz miras bıraktı, bunlardan biri; İslami düşüncenin anlatım tekniğinde Batılı olan bir takım kavramların “ödünç” alınıp kullanılması; bir diğeri de İslam’ı her dönemin hâkim düşüncesine benzetme çabası. Bu iki önemli ve temelde tümüyle yanlış olan olgunun, günümüze kadar etkilerini gösterdiklerini ve muhtemelen yakın gelecekte de etkili olmaya devam edeceklerini söylemek mümkündür. (75)
-Bu deneysel bilimlerin kaynağını Kur’an’da arama çabası, İslam’ın “akla, bilime, maddi kalkınmaya ve toplumun medeni gelişmesine engel değil destekleyici ve yardımcı olan din” tezinin ve tümüyle edilgen bir İslam anlayışının türemesine yol açmakla kalmamış 1970’li yıllardan sonra ortaya çıkan Müslüman grupların politik isteklerini de etkilemiştir. Bu politik istekler dikkatle analiz edildiğinde, Batılı yaşama tarzının vazgeçilmez unsuru olan “maddi kalkınma ve bunun gerçekleşmesi için sanayileşme” olgusunun ana hedefler arasına konulduğu görülmektedir. Ancak bu olgunun ortaya konulması ile 19.yy’da modernistlerce algılanması arasında büyük bir ‘benzerlik’ vardır. 19.yy’ın sonlarına doğru, Batı’nın maddi kalkınma modeli ve tekniği teklif edilirken, geleneklerin, ahlakın ve manevi değerlerin korunması gerektiği, bu alanda Batı’ya benzemenin büyük bir hata olacağı ısrarla vurgulanıyordu. 1970 sonrası sanayileşme talepleri yanında “ahlak ve maneviyat” unsuruna da büyük bir önem verilmesi, bir gelenek içinde sürüp gelen söz konusu benzerliği göstermektedir. (78-79)
-Aydın’ın görevi, Ali Şeriati’nin dediği gibi peygamber görevinin bir türevidir. Aydın da, peygamber gibi tevhid mesajının ve çağının bilgisiyle daraltılmış olarak, kendi toplumunun önüne düşmeli ve yol göstermelidir. Peygamberin tarif ettiği gibi, “Bilginler, peygamberlerin mirasçılarıdır” (92-93)
-Batılı olmayan bütün toplumlarda en önemli düşünce faaliyetlerinin sanat ve edebiyat alanında yürütülmekte olması tesadüfi olamaz. Çünkü bu ülkelerde sanat ve edebiyata yükletilen işlev, Batılı düşünceleri, Batılı yaşama tarzını genç kuşaklara sevdirerek aktarmak, bütün bir toplumu Batı’ya aptalca özendirmektir. Türkiye gibi oldukça hızlı bir Batılılaşma süreci yaşamakta olan bir ülkede de, ta başından bu yana liberal ve Marksist aydın kesimlerin yalnızca sanat ve edebiyat alanında önemli çalışmalar ortaya koymaları ancak bununla açıklanabilir. 200 yıldır felsefe, tarih, iktisat, sosyoloji, psikoloji, dil ve siyasal düşüncelerinde hangi yerli araştırmaların yapıldığı sorulduğunda bol miktarda çeviriden başka parmakla sayılacak kadar bile eser gösterebilmek mümkün değildir. Her sene milyonlarca lira ve akıl almaz insan potansiyelini harcayan üniversiteler, akademiler, yüksekokul ve enstitüler, şabloncu yöntemler ve Batılı çevirilerle Batılı bilimi üretmektedir. Kendi ülkesinin iktisat tarihini yazamamış bir kürsüde sanayileşmiş toplumların karşılaştıkları sorunların çözümü bilim olarak okutulmaktaysa ve bunun içinde milyonlarca lira harcanmaktaysa, o ülkede doğal olarak yalnızca iyi yabancı dil bilen başarılı çevirmenler ve sanatçılar yetişir. (101-102)
-Aydın, yalnızca kendisinin üretmediği bilgiyi hazır bularak çekici bir anlatımla kitleye aktaran bir sınıf değil ama toplumun bütün maddi ve kültürel hayatını en derinden etkileyen ve yönlendiren temel bilgileri adeta uzmanlık derecesinde edinen ve sosyal yapı içinde yeniden üreten öncü bir topluluktur. Yani aydın aynı zamanda bilgin ve fakihtir de. (112)
-Emperyalizm 19. yüzyılda mal, 20.yüzyılda ise sermaye ihracına dayalı uluslararası bir olgunun adıdır. (186)
Burhan Yayınları, 1983 basım, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder