08 Mayıs 2025

İSTANBUL ESTETİĞİ – ÇELİK GÜLERSOY

-Frankfurt’ta Goethe’nin evini geziyorsunuz. Gezdiğiniz yapı, Alman dâhinin kullandığı ev değil. Onun kaşı-gözü aynı bir kardeşi. Eskisi savaşta yok olmuş. Şimdiki yağmur oluğuna kadar aynı olarak yeniden yapılmış. Yugoslavlar, Bulgarlar Türk eserlerini sistematik olarak ortadan kaldırırken, 2.savaştan sonra turizm çıkarları gerektirince yani Batılı turist bu cins özellikleri arayınca, bu defa milyonlar dökerek Türk mahallelerini ihya ettiler. Evinden kaldırım taşına kadar, doğulu görünümler yarattılar; Sırp evi, Bulgar evi diye lanse ediyorlar. (35)

-İstanbul geleneğinde ve eski yerleşiminde, dümdüz giden “cetvel gibi cadde” yoktur. Bu özellik, kuşku yok ki, göçerlik karakterli yerleşim ve oturma yapısından ileri gelir. Klasik Roma-Helenistik kent tipinin yolu olan bulvar; Doğu kentlerine ve dolayısıyla onların kraliçesi olan İstanbul’a yabancıdır. Bizans’tan bu görünümde caddeleri miras alan Osmanlı İstanbul’u, bir kuşak geçer geçmez, onların iki kenarını hatta ortasını tahta evlerle doldurmakta gecikmemişti. İyi yapmıştı, kötü yapmıştı ayrı bahistir. Ama görürüz ki, sonuçta yeni İstanbul güzelliğinin kıvamını bulduğu 18.yy’da şehirde doğru bir yol kalmamıştır. Bayezid’den Ayasofya’ya uzanan Roma caddesinin ortasında bir sıra tahta ev yer almıştı. 16.yy Alman gezgini Dennsehwam vaktiyle bir meydanın ortasındaki anıt olan Çemberli Taşın kitabesini okuyabilmek üzere yanına yaklaşamadığını, çünkü tüm çevresinin sütuna yaslandırılmış ahşap evlerle doldurulmuş olduğunu yazar. (49)

-1913’de bugünkü Karaköy köprüsü Alman Mam firmasına yaptırılıp yerine takıldığı zaman Servet-i Fünun yazarı, şehirdeki bu tek “bulvar”ın açıklığına ve o zamanki ölçülere göre hava limanına benzeyen serbestliğine bakarak, hayran olur, demir parmaklıklardan birine yaslanarak bir sigara tellendirir ve içi yana yana Tanrıya dua eder:” Allahım ne olur, bu şehrin her caddesini bir gün böyle görmek nasip et” (2.dipnot / 5 Nisan 1328/1912 tarihli Servet-i Fünun’da Ahmet İhsan imzalı ‘İstanbul Postası’ baş makalesi) (51) Nitekim 1940 Lütfi Kırdar, 1956 Adnan Menderes imarlarında ilk düşünülen şey, hiçbir yere ayrıcalık tanımadan, güldür güldür asfalt bulvarların açılması olmuştur. (52)

-Evlerin oturuşu, suratları ve konumu konusunda önemli bir nokta da, köşeye gelen, sonuncu ya da birinci evin durumuydu. Burada mutlaka bir “final” mimarisi olurdu. Yola bakan birisi açıklamasız anlardı ki, bu yapıyla bir sokak bitmekte veya başlamaktadır. Köşe ev, bir “temsilci” olduğunun bilinci içinde, arkasındaki dizi evlerin bir habercisi pozisyonunda yerini değerlendiren ve herhalde geleni karşılayan ve selamlayan bir görüşün sahibi olurdu. (58)

-Servi yalnız Müslüman mezarlıklarına özgü olup, Ermeni ve Yahudilerin aynı yöntemi benimsemeleri yasaklanmıştır. (100)

-İstanbul’un içinde bir alay boşluklar ve şehrin bütün çevresi, bahçesi ve bostanlıktı. Çok değil 30 yıl öncesine kadar. Anadolu yakası, ılımlı iklimi dolayısıyla üzümcülüğe en fazla elveren ortamı oluşturuyordu. O yüzden bağların çoğu, Üsküdar’dan, Kadıköy’den öteye uzanan yazlık semtlerde bulunurdu. Çavuş üzümünün en iyisinin, bugünkü Boğaz Köprüsünün hemen üst başında bulunan bir semtte yetiştiğine, günümüz insanını inandırmak güçtür. Bereket ki o semtin adı, imdadıma yetişir, Bağlarbaşı. (105)

-1875-1883 arasında kurmay subaylar tarafından hazırlanıp tam bitirilememiş bir İstanbul haritası, şehrin içinde kiminin adını da verdiği irili ufaklı yüzden fazla bostan gösteriyor. (23.dipnot / Ekrem Hakkı Ayverdi, 19.Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958) Reşat Ekrem Koçu da 1918’de Necip Bey’in İstanbul rehberindeki büyük haritasından, bostanları seçerek bir kroki çizdirmiştir. Burda da Aksaray’dan ötesi bostanlarla dolu olarak gözüküyor. (24.dipnot/ Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, VI, sf. 2971-2972) (106)

-İstanbul içinde ve kenarlarında yer alan eski yeşil alanların bir özelliği de Batı etkisi başlamadan önceki zamanlarda, bitki örtüsü ve yeşillik zenginliğinin epeyce bir doğal karakter göstermesi, çok planlı, geometrik düzenlemelerden uzak kalması ve kategorik yeni cinslere, türlere göre ayrılmış bahçe anlayışının bulunmaması idi. Bunlarla şunu demek istiyorum: Çiçek süslemeciliğine dayanan sefa bahçeleri, ağaçlık ve koruluklarla ve fonksiyonel karakterli sebze ve meyveciliklerle iç içe yer alırdı. Topkapı Sarayı gibi, şehrin en süslü evinin yamaçları bile, en ender çiçek bahçeleri kadar, zerzevat ve yemiş tarlaları ile de çevrili idi. (25.dipnot/ Gönül Aslanoğlu Evyapan – Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle İstanbul Bahçeleri, ODTÜ, 1972, sf.19) (108)

Güzel Sanatlar Matbaası, 1983 basım, İstanbul.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...