-Ölüm karşısında Osman oğullarının her biri ya kendi yaptırdığı camiye ya babasının türbesine sığınmıştır. Avrupa hükümdarlarının aksine Osmanlı hanedan üyeleri toplu bir mezardan adeta kaçmışlardır. Herkesin hesap gününde yalnız olacağını düşünmüş olmalılar. (50-51)
-Osmanlı yazılı edebiyatında en çok nüshası olan, yani medreselilerin ve okuryazarların en çok kopya ettiği ve kahvehanelerde anlatılan menkıbe kendisine "veli" denilen Mahmut Paşa'nın hayatını konu edinendir. Paşanın idamı çeşitli gruplar tarafından tepkiyle karşılandı ve onu yücelten, siyasal iktidarı yani padişahı ve etrafını da bu vesileyle yeren menkıbe, çeşitlemeler halinde dilden dile dolaştı. (51-52)
-İlk defa 17.yüzyılın ortalarında, Derviş Paşadan itibaren bugünkü Bab-ı Ali, sadrazamın konağı ve resmi ofisi olarak devamlı kullanılmaya başlandı. O zaman bina ahşaptı. Ahşap devrin kalıntısı olarak, Gülhane Parkına doğru Alay köşkü caddesi üzerindeki kapının halen ahşap kaplama olduğu görülür. (71-72)
-Oysa Sultan II. Mahmud devri ulemasından kazasker Kethüdazade Arif Efendi kalender meşrep, Türk musikisi kadar Batı müziğine de düşkün bir adamdı. Bu tutkusundan dolayı Beyoğlu kiliselerine messa dinlemeye gidip, papazlarla da ahbaplık ettiğinden, softaların hışmına uğradı. Yeniçerilik kaldırıldığında, onu da "Bektaşi, zındık" diye suçlayıp, sürdürmek istemişler, zor kurtulmuştu. (101)
-Aristokrasinin kurumlaşmadığı imparatorlukta, mavi kan geleneğini tek sürdüren grup olan Fenerliler, Avrupa ile ticari-kültürel bağları da en iyi koruyabilen kasttı. (128)
-Osmanlı İmparatorluğundaki Alman etkisinin gelişimini bence üç aşamada ele almak mümkün. İlki Prusyalı subay Moltke’nin (sonra Alman genelkurmay başkanı)Türkiye’deki danışmanlık yıllarıdır. Genç subay II.Mahmud dönemini anlatan nefis bir eser de bıraktı. “Türkiye Mektupları” aslında bir Prusya subayının o dönemdeki eğitim düzeyinin ve neleri gözleyebildiğinin belgesidir. Moltke’yi okuyup, tanıdıktan sonra, ikinci aşamayı temsil eden Von Der Goltz Paşa’nın niteliklerini anlamak da kolaylaşır. Goltz, bazılarının halen inandığı gibi Türk dostu falan değildi. Ama Türkleri en iyi anlayan ve tanıyan yabancı askeri danışmandı. Alman nüfuzunun Berlin Kongresinden sonraki yükselme döneminde; Osmanlı ordusundaki hocalık yıllarında, özellikle Genç-Türk takımını hayranlığını kazandı. Bunların arasında Enver Paşa ve akranları vardı, ama eski kuşaktan sadrazam ve Harbiye nazırı Mahmud Şevket Paşa da öyleydi. Üçüncü adam ise adeta bu sınırsız Alman etkinliğinin nelere patlayacağını öğreten biriydi; Büyükelçi Baron von Wangenheim. Büyükelçi Osmanlı Devletini savaşa sokanların başında gelir. Ama savaş başlayınca kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldıran hükümeti protesto etti ve kendisinden hiç hoşlanmayan yetenekli maliye nazırı Cavit Bey’in masasını yumrukladı. Savaşın sıkıntılı havası içinde, devamlı tenkit ve talepleri kendisini sevmeyen Türkleri bezdirmişti. İstanbul, müttefik Alman subaylarının tantanasından, bazen Türk silah arkadaşlarıyla dövüşen Alman neferlerden yaka silkerken; Wangenheim’ın tavr-ı hareketi üstüne tuz biber ekiyordu. Savaş bitmeden İstanbul’da öldü. Kudretli büyükelçi mutantan bir merasimle Tarabya’daki yazlık sefaretin bahçesine gömüldü. Goltz Paşa’da Mezopotamya’da ölmüştü, o da Tarabya’ya gömüldü. Alman kolonisi, Türkiye’deki ilk ünlü Alman askeri danışmanının,, Mareşal Moltke’nin heykelini de oraya diktiler. (149-150)
Hil Yayınları, 1987 basım, 2.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder