-Dindarlığın dahi zemininin sarsıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bizatihi dindar olmak veya dindar görünmek insanlara ahlaki bir aidiyet hissi sağlamıyor. Dindarlığın kendisi insanları hayasızlıktan, çalıp çırpmaktan, torpilli ihale alımlarından korumuyor, koruyamıyor. Herkeste, her şeyde bir yersiz yurtsuzluk. Cep telefonlarından mesaj göndererek kandil kutluyoruz. Dinin zahmetsiz versiyonları. (23)
-Başkalarının acısına yüz çevirmeyi öğrendiğimiz gün, toplumumuzun mihenk taşı yerinden oynadı. Ötekini icat ettiğimizde, onunla aramıza kapanması güç bir mesafe koyduğumuzda, başkasının yoksulluğu ve çaresizliği bizde bir tiksinti hissi uyandırmaya başladığında, dünyamız yörüngesinden çıktı. Kollarımızı birbirimizin omzuna atıp ufku birlikte seyretmeyi, ekmeğimizi ve kederlerimizi bölüşmeyi bir geçmiş zaman sapıklığı saydığımızda bir şeyler koptu gitti. (29)
-Kendinize biçtiğiniz hayaller ile hayatın dayattığı gerçekler arasındaki uçurum açıldıkça, o boşluğu keder doldurmaya başlar. (41)
-Oysa biliyoruz ki hayat acıtır; acıtmıyorsa hayat değildir. Bu acıyla sarıp sarmalanır, sürekli onu yeniden yaşar, gelecekten korkar ve geçmişe yazıklanırsan kendini kurbanlaştırmış olursun. Başkaları seni incitir ama ancak sen kendini kurbanlaştırırsın. Ve eğer kendi kurbanlığından zevk almaya başlarsan, bütün hayatını bunun üzerine kurarsın. İnsanın terini, emeğini, var oluşunu katmadığı, kendi ruhuyla yoğurmadığı bir hayat ona bir anlam ve yön duygusu veremez. İnsan ruh sağlığının temelinde yatan şeylerden birisi, seçim yapabilmektir. Hayat zalim görünebilir bize ama önümüzde seçim yapabileceğimiz fırsatlar varsa her zaman, umut da var demektir. Umut ki, insana bağışlanmış en büyük armağandır ve her şey yıkılıp gitse bile umut varsa insan vardır. (48)
-İnsanın ruh sağlığının olmazsa olmaz koşulu olarak çevresine sağladığı uyumu öne süren kavramlaştırmalar, bize hırsızlar toplumunda hırsız, katiller toplumunda katil olmamızı telkin eder gibidir. Oysa insan "az gidilen yol"u seçebilir ve bu da hayatında büyük bir fark doğurabilir. (61)
-İmgenin arsız saltanatı artık bütün bir toplumu böyle yaşamaya zorluyor. Herkesin gösterecek ve görünecek bir şeyi var: kimileri bedenleriyle, ilişkileriyle, sahip olduklarıyla; kimileri de sahip olamadıklarıyla, yani acılarıyla, yoksulluklarıyla, şaşkınlıklarıyla ekrandalar. Kapitalizm önce arzuyu üretiyor, sonra sattığı mallarla onu doyuruyor. Şehirlerde katedral ve caminin merkezi yerini artık ticaret kuleleri aldı. Şehre yaklaşanlar mabedin gölgesiyle değil, paranın kibriyle selamlaşıyor önce. (66)
-Narsistik kişilik bozukluğunun temel tanı ölçütlerinden birisi olan başka insanları kendi çıkarları için istismar etme davranışı günümüz toplumunda kınanmak bir yana övülüyor. Ekonomik sistemin özünde başka insanları bir ürünü almaya ikna eden kişileri ödüllendirmek yatıyor. Şirketlerin dünyasında başarmak; sadakat, adanmışlık, bütünlük ve samimiyet gibi değerlerden daha önemli hale geliyor. Narsizm, "modern zamanların Protestan etiği" olarak küresel yaygınlık kazanıyor. Elektronik medya yüzeysel imgelere yaslanıyor, öz ve derinlik yok sayılıyor. (68)
-Modern insanın temel meselelerinden birisi de, ölümle yüzleşememesi, "ölüm doğrudan bakamaması", dahası onu inkar etmeye yönelmesidir. Bir tür beden oymacılığı olan kozmetik endüstri ve plastik cerrahi, ölümü durdurma saplantısından yemek yemektedirler. Ölümün inkarı giderek hayatın inkarına dönüşmekte, varoluşsal nevroz insan ruhunu yurt edinmektedir. Gaye yokluğu modern tecrübeyle birlikte bir gulyabani gibi insanın yolunu kesmekte, hayat anlık hazların doyurulduğu bir ritüeller dizisi olarak algılanmaktadır. (82)
-Dincileri birleştiren şeylerden biri de, dinin ahlaki doğruları konusundaki vurdumduymazlıklarını biçimsellik alanındaki aşırı vurgularıyla örtmeleridir. İnsan ilişkilerinde faşizan tutumları benimsemekten imtina etmeyenler, işçilerine hak ettiği ücreti vermemek için çırpınanlar, cinsel arayışlarını dini bir kılıfla örtmeye çalışanlar, gayr-i ahlaki olanı nedense hep başkasının üzerinde teşhis eder. Oysa onların kör noktaları, kendi hayatlarının eğri büğrülüğü ve Tanrı karşısındaki samimiyetsizlikeridir. (90-91)
-Toplumlarımız önceki nesillere oranla daha fazla acı çekmiyor ama acıya tahammül artık bir erdem değil. Dolayısıyla gerek ruhsal gerekse de bedensel ıstırap, bir an önce kovulması gereken birer ifrit gibi mütalaa ediliyor. Depresyonun biyokimyasal dili bizi anlamdan ve anlatıdan mahrum bırakıyor. (102)
-İçinde yaşadığımız toplumda Köroğlu'nun mantığı enayilik, Yunus'un pirinden buğday yerine himmet dilemesi ise saflık. Ve artık kimse sokakta veya bir çeşme başında, bir kalp daralmasında yahut bir kalp sıkışma anında Hızır'ı görmüyor. (108)
-Benliğin hayatı tek başına anlamlandırdığı ve insanın duygularına yakınlaşmak suretiyle kendi benliğini bulması gerektiği düşüncesi, "kişisel gelişim" mitinin belkemiğini oluşturuyor. Bir kültürel kurgu olarak kişisel gelişim, benliğin yükselişi sürecinde ortaya çıktı ve özellikle ABD mahreçli popüler psikoloji eliyle yaygınlaştırıldı. Modernitenin yükselişiyle birlikte, benliği diğerlerinden ayırt eden şeye, yani "ben" kimliğine, insanları birbirine bağlayan şeyden, yani "biz" kimliğinden daha fazla önem vermiştir. Kimi yazarların "terapi kültürü", kimilerinin de "terapinin zaferi" olarak isimlendirdiği bu süreç; bize gerçek benliklerimize yakınlaşmamızı, içimizdeki beni keşfedip geliştirmemizi telkin eder. Gerçek benlikleriyle temas eden bireyler aile baskılarının yapay tortularından, sosyal rollerden, başkalarının beklentilerinden özgürleşen kişilerdir. Modern toplumda sağlam, üzerinde anlaşılmış değerler bulmak zordur. Değerler sorumluluklardan haklara doğru bir dönüşüm göstermiş, ahlaki ödevler yasallıkla yön değiştirmiştir. Ahlaki doğru üzerinde güçlü ve kolektif bir inancın olmayışı, kendisini pek çok biçimde ifade eder; Yaygın şüphecilik, ahlaki bir görececiliğin tanınması, kurnaz kural bozucuların takdir görmesi bunlardan birkaçıdır. (124)
-Benlik artık pek çok kişinin ortak bir zihinsel meşguliyeti olmuştur. Popüler kitaplar ve sinema kişinin kendisini anlaması iç doğasını keşfedip geliştirmesi ve kendi tercihlerine göre eylemde bulunması üzerine göndermelerle dolu. Bunlar hazcı eğilimler değil artık; bilakis, neredeyse yeni kutsal yükümlülükler. Kişinin kendi eğilimleri hilafına hareket etmesi yanlış ve uyum bozucu sayılıyor. Benliğin biricikliği yaygın kabul görüyor ve insanları özel, biricik bireyler olarak davranılmaya hakları olduğunu düşünüyor. bu kültürel kurgu bize, özel benliklerimizin derinlerindeki inançları ortaya çıkarmamız gerektiğini telkin ediyor. Günümüzde pek çok insan, davranışlarının meşrulaştırıcı kaynağı olarak kendileri için en iyi olanı ve onlara en fazla kişisel tatmin sağlayanı gösteriyor. Benlikten, daha yüce bir ahlaki otorite olmadığında, benliğin tercihleri kendiliğinden onaylanmış oluyor. Doğru yanlışın, iyi ve kötünün nesnelleştirilebilir ölçüleri olmadığında, benlik ve onun duyguları tek başına bir ahlaki kılavuz haline geliyor. Ahlakilik benliğin emrine giriyor ve neyin doğru neyin yanlış olduğunun karar mercii benliğin ta kendisi oluyor: Size doğru geliyorsa doğrudur. (126-127)
-Çağımızda kaybolan anlamı bireyin kendisinin icat etmesi gerekmekte ve bu yüzdende kişi kendi benliğine yönelmektedir. Ahlakilik her zaman çıkarları denetim altına almayı gerektirir ve erdem, benliği aşmayı vazeder. Oysa günümüzde ahlakilik, hakları ve sorumlulukları öne alan, çıkar üzerine kurulu bir anlayışı; benliği bilme, geliştirme ve açıklama üzerine kurulu bir dizi yeni erdemi ortaya sürmektedir. (129)
-Ruhsal emniyetsizlik hissinin getirip "din"in kenarına bıraktığı kişi, orada ruh için bir "esenlik bildirisi" görmek yerine kendi kesinlik arayışını tatmin edecek ihtiyaçlarını doyuracak bir "meme" arıyor. Gelenekle daimi bir temas halinde bazı doğal dini erdemleri edinmek yerine, dindar hayatın karmaşık sorunları için çabuk bir çözüm, bir kesinlik, bir üstünlük ve kontrol duygusu devşirmek istiyor. Aradığı şey kalb-i selim değil; içindeki yangını söndürmek için maneviyata yönelmiyor, dışarıdaki dünyayı kendi içindeki yangına uydurmanın, dış dünyayı da ateşe vermenin derdinde o. "Modern terörist", adalet ve merhametten hiç nasibini almamış, adil bir savaşı ahlaki ülkü olarak benimseyememiş radikal bir kişidir ve taptığı da haddi zatında kendi egosudur. (178)
-Bir şeyin yokluğunu hissettiğinizde, ondan çok bahsedersiniz. (257)
Kapı Yayınları, 2016 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder