09 Mayıs 2025

KİMBİLİR - ENGİN GEÇTAN

-Beden dili insanın iradesi dışında belirlenir. İç dünyalarıyla temas sağlayabilen insanlar, kendilerini beden dilleriyle de ifade etmekte olduklarını fark edebilirler, ama her zaman değil. Şartlanmalarımız böyle bir hafifliği sürekli yaşamamıza izin vermez. Bu sözüme mistisizme gönül vermiş bazı okuyucularım itiraz edebilirler. Ama bende onlara mistik bağlarının ne kadarının gönülden ne kadarının düşünce düzeyinden kaynaklandığından nasıl emin olabildiklerini sorarak karşılık vermek isterim. Mistisizme giden yolun kolay bulunabileceğine inanmıyorum, insanın bunu kendine ısmarlayabileceğine de. Evrenin sınırsızlığıyla bütünleşmemizin yoluna çıkan şartlanmalarımız, bir yaşam süresinde tümüyle arınamayacağımız kadar genetik kodlarımıza işlenmemiş olsaydı, mistik bağlar kurabildiğine inanan bazı insanlar sürekli mistik jargondan söz edip dururlar mıydı? Az önce söylediklerimin mistisizmi bir kenara atıver anlamına gelmediğinin anlaşılmış olduğunu umuyorum. İtirazım bunun ısmarlanmaya çalışılmasına ve bir araç olarak kullanılmak istenmesine. (34-35)

-Kadın-erkek ilişkilerinde sorun yaşandığında bazen şöyle bir şey anlatılır: "Sabahın dördüne kadar konuştuk ve pek çok konuda uzlaştık." Bir süre sonra sorunlar yeniden yaşanmaya başlanır. Çünkü duygu yükü içeren sorunlar, kavramların ardına gizlenerek yapılan müzakerelerle çözümlenemez. Ola ki müzakereyle başlayan beraberlik, kortekslerin programlarından özgürleşip, duyguların yüreklice yaşanabilmesine zemin oluştursun. Tabii böyle bir durumda müzakere de müzakere olmaktan çıkacağından, tarafların birbirinin yüreğine ulaşabilmeleri mümkün olabilir. Çünkü zaten ilişkilerdeki sorunlar ilişkisizlikten kaynaklanır. (47-48)

-İnsanın ancak ana-babasını kendi dünyaları olan ayrı varlıklar olarak görmeyi başarabildiğinde gerçek anlamda yetişkin sayılabileceğini düşünüyorum. Bunu başarabilmenin kolay olmadığını bilerek. Çünkü her insanın bir önceki kuşaktan bazı alacakları tahsil edilemeden kalıyor. Var da vermiyor diye direndikçe, olmadığı için verememiş olduklarını göremiyoruz. Ana babaların da ana babaları olduğunu düşünmek, ileri yaşlarda bile sürüp giden beklentilerimizin, onlarla ve dünyayla olan ilişkilerimizde yol açtığı açmazların hafiflemesine bazen yardımcı olabiliyor. Hatta o zaman bizim onlardan beklediğimiz şeyleri bazen onların da bizden beklediğini görebiliyoruz. (55)

-Görüntü olarak izlediğimiz olayların duygusal dünyamıza etkileri yazılı olarak bize ulaşan haberlerden çok farklı. Video imgeleri sol yarı kürenin dil, düşünce ve mantığa yönelik alanlarının yanından geçip giderek doğrudan sağ beyin yarıküresine ulaşıyor. Dolayısıyla, neredeyse her akşam en azından bir ceset görüntüsüyle karşılaşıyor olmamızın duygusal dünyamıza etkileri televizyon habercilerinin düşünemeyeceği kadar karmaşık ve kalıcı izler bırakabilir nitelikte. (75)

-Geleneksel ailede çocuk anne-babasının doyurulmamış çocukluk ihtiyaçlarına hizmet etmekle görevlendirilir; böylece kendi çocukluk hakları gasp edilmiş olurdu. Kendisi otorite konumuna gelene dek. Geleneksel ailede çocuktan kendisine bir bardak su getirmesini istemek ana-babanın tartışılmaz hakkıydı. 1970'lerde kuşaklardır süregelen bu örüntü ciddi bir sarsıntı geçirdi ve kimin kime su getirmesi gerektiği konusunda genç toplum adeta iki uç kampa ayrıldı. Otorite imgelerine yönelik kızgınlıkların bilinç düzeyine çıkmasına izin veremedikleri için onları tapınma derecesinde yüceltme eğiliminde olanlar ve otoriteyi simgeleyen herşeye karşı çıkan ama sloganlara kilitlenip istediklerini anlaşılır bir biçimde tanımlayamayan tepkiciler. Sonra da özerk bireylerin yetişmesine elverişli bir toplum yapısının çatlamasının doğal sonucu olarak yaşanan yıkıcılık ve saldırganlık. (91-92)

-Persona, tiyatro oyuncularının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına gelir. Jung bu sözcüğü, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması anlamında kullanmıştır. Bir başka deyişle, persona toplumun onayını sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı ya da takındığı maskedir. Böyle bir maske insanın yaşamını sürdürebilmesi için zorunludur. Çünkü toplum bunu talep eder. İnsanlarla iyi geçinmeye çalışmamızı, hoşlanmadığımız kişilerle birlikteyken bu duygumuzu belli etmememizi sağlar. Dolayısıyla insanın çıkarlarını korumasına ve biçimsel başarıya ulaşmasına yardımcı olur. İnsanlar özellikle çalışma yaşamında bu maskeyi daha sık kullanırlar, akşam eve gidince çıkarırlar. Çoğu insan bu anlamda ikili bir yaşam sürdürür; biri personanın egemenliğindedir, diğeri iç dünyasının ihtiyaçlarını karşılar. Bir insanın birden fazla maskesi olabilir ve bunlar aracılığıyla kendini değişik durumlara uyarlamaya çalışır. Aslında maskelerin varlığı öteden beri bilinen bir olgudur, ama bunların doğuştan var olan arketiplerin bir anlatım biçimi olduğunu tanımlayan kişi Jung olmuştur. Persona kişiliğe sağladığı yararların yanı sıra zararlı da olabilir. Bir insan oynadığı role kendisini çok kaptırır ve egosu bu rolle özdeşleşirse, kişiliğin diğer bölümü bir kenara itilir. Böyle bir durumda, insan kendine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla kişiliğinin az gelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar. Persona ile özdeşleşme sonucu yaşanan duruma şişme denir ve insanın aşağılık duyguları, yalnızlık ve çevresine yabancılaşma duyguları yaşamasına neden olur. (95-96)

-İnsan ilişkileri karşılıklı çabalarla beslenmek ister, ilişki sorumluluğunun gereği, ama bunu sürdürebilenlerin sayısı giderek azalıyor. Yerini, yalnızlığı giderebilme beklentisiyle ya da çocuğun "annesinin etrafta olup olmadığını kontrol etme" ihtiyacında olduğu dönemi hatırlatan güvenlik amaçlı aramalara bırakarak. Bu yüzden aylarca yüzyüze görüşülmeden telefon aracılığıyla sürdürülen ilişkilerin sayısı giderek artmakta. Buna karşılık, gençleşen ve hareketlenen toplumumuzda bir gün birinin gelip kendisine hayat vereceği beklentisinde olan insanları sayısı artık azaldı gibi, eski günlerle kıyaslandığında. Ancak pek çok insan, farkında olarak ya da olmayarak depresyon yaşıyor ve yaşanmakta olan depresyonların önemli bir bölümünün altyapısını narsistik kilitlenmeler oluşturmakta. Farkına varılmadan yaşanan depresyon deyimini kullandım, çünkü günümüzde pek çok insan depresyonu doğrudan değil, maskelenmiş bir biçimde yaşıyor. Depresyonun ayırıcı özelliği olan kronik karamsarlıkla yüzleşmesine izin vermeyecek görüntüler edinerek. (111)

-İnsan kendisine ve çevresine hasar verebilecek davranışlarda bulunduğu fark ve kabul edilebildiğinde, yapılmış olan hatalar deneyime dönüşebiliyor, sağduyuya ulaşma yolunda bize katkıda bulunarak. Kendimize karşı sorumluluğumuzu yadsımaya çalıştığımız ve sürekli savunmada olduğumuz zaman benzer hatalar kısır döngülere dönüşebilen ortamlarda tekrarlanıp duruyor, biçimsel olarak nitelikli bir eğitim almış olsak ta. (121-122)

-Dünyanın bir bölümü olayların denetlenemezliği ve kestirilemezliği içinde savrulma yaşarken, gelişmiş sayılan bir diğer bölümü daha denetlenebilir ve kestirilebilir bir düzene ulaşabilmiş olmanın tek düzeliğinde bunalmaya başlamış gibi. Selye'nin yaklaşık yarım yüzyıl önce tanımladığı "dengeleşim(homeostasis)" ilkesine göre organizmalar sürekli olarak belirli bir dengeye ulaşmaya çalışırlar, ancak ulaşılan denge kalıcı bir duruma dönüşme eğilimi gösterdiğinde, ulaşılmış olan bu dengenin kendisi yeni bir dengesizliğin kaynağı olur. İnsanın, doğadaki en üstün varlık olduğu yanılsamasına kapılarak doğayı denetimine alma çabalarında doğadan kopması sonucu kendi içgüdülerinin cılızlaşmasının yanı sıra doğa dengeleri de bozuldu. Son zamanlarda doğanın bunun intikamını alırcasına giderek daha denetlenemez hale gelmekte olması dengeleşim ilkesini çağrıştırır nitelikte, her şey El-Nino'nu üzerine atılsa bile. (123-124)

Metis Yayınları, 2009 basım, 3.baskı. (İlk baskı 1998)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

OMURGASIZLAŞTIRILMIŞ TÜRKLÜK – TEOMAN DURALI

-Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer. Bu Şia (Xia) hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta...