-Babaları niçin bu çocukları kendileri gibi yetiştirmemişti? Niçin onlar gibi ehl-i tarik olamadılar? Mesela alternatif bir ev medresesi yerine, niçin modern okullarda okudular? Dedeleri iç odalarda yaptıkları hatme-i hacegana niçin onları almadı? Rahleleri, alfabeleri, tekkeleri, ayinleri ellerinden alınmış mağdur dedeler, niçin torunlarına bir intikam duygusunu geçirmedi de onları yeni düzene itaatkâr vatanperverler yapmaya uğraştı? Bir tercih eşiğine gelen babaları, niçin eski dünyayı değil de yenisini tercih etti? (14)
-“Yirminci yüzyılda bir veli” olan Ahmed el-Alavi Hazretleri, “Kibirliden rahatsız olan da kibirlidir”der. Aynı şey. Kibirlinin kibri o hususiyete olan aşinalığımızla belirginlik kazanır. Bizde eğer kibrin esamesi okunmuyor olsaydı, kibirlideki kibri tanıyamazdık. Daha doğrusu tanısak bile o kibir bizde bir gerilime yol açmaz, belki merhamete yol açardı. (16)
-Rahmetli babam Mehmed Zahid Kotku Efendi’nin evlatlarındandı. Ona yüksek bir muhabbet ve hürmet duyardı. (24)
-Kıyamet koparken fidan dikebilecek bir metanetin sahibi olabilmek ancak kıyameti çoktan kopmuş olanlar için geçerlidir. (49) Hadis-i Şerif bize her halükarda (kıyamet koparken bile) dünyevi işlerimizi aynı ritim ve iştiyakla yapmayı sürdürmeye değil, fidan dikmeyi namaz kılmak haline getirmiş. Sadece fidan dikmeyi değil, her “sıradan”, “gündelik”, “dünyalık” işini namaza çevirmiş bir kimsenin ruh seviyesine davet ediyor. Dünyevi işin olmadığı bir seviye bu. (50)
-Aslında tövbe bu hayatın bir prova olmaktan ziyade bütünüyle hakiki olduğunu bize duyurmak için vardır. Tevbe bir hatayı işaretlemek, onu önemsemek, onu telafi etmektir. (57)
-Ortalama bir modern bireyin yalnızlıktan anladığı, kendisiyle hakikaten baş başa kalmasına izin vermeyen çeldiricilerin saldırısı karşısında savunmasız kalmaktan ibaret. (65)
“Yüce Rabbim gökten yağdırıyor, biz aşağı da süpüremiyoruz” rahmetli büyük yengemin sözü.(81)
-Bir Müslüman, Allah’ın yardımını ve vermesi beklenen bereketi hesaba katmadan sadece ya da ağırlıklı olarak kendi gücü ve müktesebatına dayanarak yine Allah rızası için bir iş yapamaz. Yaptığı işi Allah rızası için yaptığını var sayabilir ama Müslümanca eylemenin temellerini atan tevekkülün ve teslimiyetin reddi üzerine bina edilmesi sebebiyle aslında o iş daha temelden yamuktur. Kestirmeden söyleyelim, bereketsizdir. (92)
-Dini sembollerin özünü yitirmesi şekilciliği ve giderek putperestliği doğurur. Buna mukabil özün sembolsüz bırakılması da özü erişilmez kılar. (101)
-Gelenek en sekülerlerimizin, en mopdernlerimizin dahi mesleki bir yetkinliğe dikkat çekmek gerektiğinde başvurmak zorunda kaldıkları bir yapıdır. Bu başvuru, loncaya kabul ediliş, silsile, kemalat kazanma, icazet gibi geleneksel mesleki ve sülûki unsurlara açık ya da örtülü atıflarla biçimlenir. Çünkü burası bir İslam yurdudur. (102)
-Arifler, “Edebin, ekmekteki un, ibadetinse ekmekteki tuz gibi olsun” demişler. İbadeti yerine getirmekle yetinmek değil, ibadeti ondan daha yoğun ve çok olan bir edebin içinde eritmek anlamına gelir bu. (118)
-Müslüman gününün akşamla bittiğini babalarımız bilirdi. Yatsıyla birlikte de ertesi günün gecesi başlamış olurdu. Bu sebeple Perşembe gecelerine Cuma geceleri derlerdi. Bu Perşembeler, Cumalara dahildi. Bu sebeple, yani tam da Cuma geceleri olmaları hasebiyle haklı bir özenle karşılanırlar, ev düzenini eni konu bir değişikliğe zorlarlardı. (123) Evin içinde mayalanmayan bir İslamı meydanlarda, camilerde tutmuş görmeyi beklemek beyhudedir. Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine karşı yapılan modernist terbiyesizliklerin temel siyaseti, sıradan Müslümanın sade dünyasında ona yol gösteren seremonik “uygulamalar”ın tasfiyesini içeriyor. Bu uygulamalar, sünnet-i seniyye’de kökleşmiş oradan uç veren uygulamalardır. (125)
-Ramazanın bize verdiği fırsat sayesinde dini bütünüyle toplumsal bir şema ve örgü içinde telakki etmekten, onu mesela bir tür milli kültür olarak tasavvur etmekten kurtulabiliriz. (137)
-1 Eylül 1919 tarihine kadar 161 syı çıkan, uzun ömürlü bir tasavvufi süreli yayın olan Ceride-i Sufiyye’nin düzenli yazarları arasında Mevlevi Şeyhi Ahmet Remzi dede, Şazeliyye’den icazetli İzmirli İsmail Hakkı, Nakşi şeyhi Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretlerinin halifelerinden Mustafa Fevzi Efendi, Melami halifesi Bursalı Mehmet Tahir Bey, Uşşaki şeyhi Hüseyin Vassaf Efendi gibi isimler bulunmaktadır.(141)
-Batı İslam dünyasının yıldız isimlerinden biri olan Ahmed Zerruk Hazretleri “cevap soruya göre değil, sorana göre verilir” der. (151)
-Allah Teâla kudretini aşikâr göstermek yerine, onu makul yani insan aklına yaklaştırılmış bir anlam çerçevesi içinde, yine bir süreç dâhilinde gerçekleştirir. Bu hikmet anlamına gelir. Kudret, açıklamaya ihtiyaç duymamaya işaret ederken; hikmet açıklamayı mümkün kılmak demektir.(159)
Ketebe Yayınları, 2019 basım, 5.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder