-Freud için melankoli, akamete uğramış, gereğince tutulamamış, ruhu arındıramamış bir yas. Öleni bir türlü bırakamamak, ölümün bir tür inkârı. Melankolik birey bilinçdışı bir surette sürekli kaybedilen kişiyle özdeşim kurar. Böylece sanki ölen kişiyi kaybetmemiş gibi yaşamaya ve sürekli geçmişi tekrar etmeye başlar. Diğer insanlarda kaybedilmiş kişinin bir ikizini arar. Melankolik, bu anlamda geçmişin türbedarıdır. (23)
-Herkes kendi gerçekliğini inşa ediyor. Aynı olaya bakıyoruz, ayrı şeyleri görüyoruz. Gerçeklik herkesin kendi belleğinden süzülüp gelerek kurduğu, inşa ettiği bir şey. Beklenti ve inançlarımızla, bizden sadır olmasının daha doğru olacağını, düşündüğümüz kelimelerle, belleğimizle ve hayallerimizle kurduğumuz bir şey gerçeklik. Birbirine bakan aynalar gibi, gerçek nerede başlıyor, görüntü nerede bitiyor; ayırmak zor. (35-36)
-Tüketim toplumu yavaşlama kabiliyetimizi köreltiyor. Oysa daha az ihtiyaç duyan insanlar olabilsek, yepyeni bir özgürlük biçimiyle de tanışmış olacaktık. Modern bireyin en yaygın korkuları; başarısızlık korkusu, sıradan olma korkusu, bir hiç olma korkusu. İnsana anlam ve istikrar hissi veren değerlerin parçalandığı, her şeyin satılığa çıkarıldığı bir çağda az olacak bir yer bulmak da zorlaşıyor. İşlerimize yapışıyor ve orayı kendimize bir sığınak kılıyoruz. Modern toplum Nazi çalışma kamplarının o bildik sloganını tekrar ediyor: Arbeit Macht Frei. (Çalışmak Özgürleştirir) Oysa gerçekte düşünmek ve hissetmek için, aylaklığa, kâinatı bir huzur duygusuyla seyredebileceğimiz uzun saatlere ihtiyacımız var. (39)
-İyimser bir tutuma sahip olan insanlarda belirgin özelliklerde bir tanesi, bu kişilerin kendi duygusal ihtiyaçlarının daha fazla farkında olmaları ve hayatın getirdiği olumsuzluklara takılıp kalmamaları. (50)
-Acımak içinde bir hor görü, bir kibir, bir lütufkarlık barındırıyor. Başkasına acıdığımızda, kendimizi bir üst konuma yerleştirmiş oluyoruz. Kendine acımak ise insanın nefsine yapacağı büyük kötülüklerden birisi. Üstelik bir tuzak. Kişi yaralarını teşhir etmek için kurban kimliğine bürünmekle en çok kendisini kandırır. Ruh sağlığının önemli bileşenlerinden birisi, insanın kendisine acımayı karakterinin asli unsuru yapmaması ve sahip oldukları için şükran duyabilmesidir. (59)
-Etrafımızda ıstırap çeken insanlarla nasıl ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne derece açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne ölçüde sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Merhamet bizi ıstırap çeken insana götürür. Ancak onunla etrafımızda dönüp dolaşan acıyı dindirecek takati buluruz. (71)
-Televizyon, modern diyetler, arzuların kamçılanması ve çocuklardaki başarma ihtiyacı, aşırı uyarılmayı ve dopamin sistemlerini tetikliyor. Bu şartlar altında olgunlaşan beyinler daha huzursuz oluyor ve endişe, öfke, hayal kırıklığı gibi duygulara daha hassas hale geliyor. Çocukların eğitimi kendilerine dünyada bir yer açma, bireysel statü ve başarı elde etme gibi konular etrafında şekilleniyor ve özgüven duygusunu merkeze yerleştiriyor. Bu da benmerkezci, kendine sevdalı, sosyal rütbeyi önemseyen gençlerin yetişmesine zemin hazırlıyor. (78-79)
-Kendimizi algılamamız ne kadar olumsuz ise o kadar kolay âşık oluruz. Kendisinde bir şeylerin eksik olduğunu hisseden kişi, eksik nitelikleri seveceği kişide arar. Âşık olduğunda gerçekleşmemiş fantezi ve düşlerini sevgiliye yansıtır. Sevgiliyle birleşmek bize emniyet ve huzur verir. (109)
-Araştırmacılar beynimizin ön lobunun nesiller geçtikçe daha geç olgunlaştığını bildiriyor. Nörobiyolojik araştırmalar insan beyninin değerler, ahlak, duygu ve diğer kişilik özellikleriyle ilgili ön lobunun kişi 20-25 yaşına gelene dek aktif olarak gelişimini sürdürdüğünü gösteriyor. Frontal lobun giderek daha geç olgunlaşıyor olması, gençlerin günümüzde son yenilik ve değişimleri daha kolay içe almalarını ve benimsemelerini sağlıyor. Kültürlerin birbirinin içine geçtiği, birbirine nüfuz edip karıştığı bir zamanda bu durum gençlerin dışarıdan değiştirilen kültürel ögeleri kolayca kabullenmesine yarıyor. Böylece gençlerle akrabaları arasındaki fark büyüyor. Modern yetiştirme usulleri ve eğitimin uzaması da bireylerin geçmiş çağlardaki gibi erişkin sosyal rolüne tez elden ulaşmalarını örtüyor. Bu gecikme, beyin gelişimini tamamlayan genlerin etkinlik ve dışavurumunu geciktiriyor. Böylece sosyal sonuçlar beynin gelişimsel yoğrulabilirlik süresini uzatıyor ve gençlerin yerel ortamlarında karşılarına çıkan yabancı kültür özelliklerini benimseyebilmelerine imkân veriyor. Bu özellikler sayesinde gençler, olumlu veya olumsuz yönde pek çok değişimin taşıyıcısı olabiliyor. (124)
-Günümüzde modernliğin mütbariz vasfı olarak tecelli eden zaman-mekan sıkışmasının şahikasını, bilgisayar üzerinden iletişim oluşturuyor. Nete bağlanmak suretiyle aramızdaki coğrafi uzaklık yok olur. Uzak yerler ve siber aleme gömülü gizli kaynaklarla kurduğumuz o birdenbire ilişki, bize zamanı aştığımız duygusunu verir. Net üzerinde herkes burada ve şimdi de yer alır. Net, bizi çocukluğun o kadir-i mutlaklık fantezisine geri götürür. Herşey kontrolümüz altındadır, bilgimiz dahilindedir ve biz ölümsüzüzdür. Dijital dünya bize, çağırdığımızda gelecek bir bilgi yığını sunar. İnsanlığın ürettiği tüm bilgiyi kontrol edebilme ihtimali bizi baştan çıkarır. Gerçek hayatta olmayan bir kontrol duygusu bilgisayar başında elde edilir. (134)
-Ölüme bir anlam duygusuyla donanmış olarak bakabilmek, hayatı bir kere daha ama bu kez daha az yanlışla yaşamak demektir. (153)
-Ortaçağ Katolik kilisesinin manevi yozlaşmanın nedeni ve ruhsal gelişimin engeli olarak gördüğü yedi ölümcül günah, günümüz Batı dünyasında bir anlam kaymasına uğramış görünüyor. Lewis Mumford'un yarım asır önce tespit ettiği üzere, geçmişin yedi temel günahı, bugünün yedi temel erdemidir. Kibir artık benlik saygısı ve bireysellik adını almıştır, tamahkarlık materyalizm olarak yeniden tanımlanmış, öfke rekabetçilik olarak yüceltilmiştir. Şehvet artık cinsellik ve cinsel çekiciliktir, haset inisiyatif alabilme halidir. Tembellik eğlence, oburluk "iyi hayat" olmuştur. Eğer bu yedi günah Batı toplumlarında açıkça belenip teşvik edilmeseydi bugün bu toplumların belirleyici vasfı olan kitle tüketimi mümkün olmayacaktı. (164)
-Küreselleşme ölçeklerin, hızın ve bilme biçimlerinin değişiminden ibaret. (167)
Timaş Yayınları, 2015 basım, 10.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder