-Diyalog, karşımızdakine kendimizi bütün kalbimizle açmaktır. Tekamül etmiş sevgi iki insanı birleştirir, ama onlar yine de iki ayrı insan olarak kalmaya devam ederler. Bugün yaşadığımız ülkenin kimi insanları, birbirine sağır gibi duruyor, her toplumsal kesim kendisine göre bir "öteki" tanımlıyorsa, müsamahanın toprağına yabancılaşmışız demektir. (28)
-Yazı ne kadar yalnızlaştırıcı ve yalıtıcı ise, söz o kadar toplayıcı ve birleştiricidir. Sözlü kültür geleneğinden gelen toplumlar sadakat ve adanmışlığı erdem sayarlar. Söz, kalpten kalbe çarparak büyür, gücünü etkileşimden ve hemhal oluştan alır. Karşılıklı konuşma ya da sohbet bana ve ona bir "evindelik duygusu" verir; ötekini kendi kalbime buyur etmek beni rahatlatır. O, bana misafir olup beni zenginleştirirken, bende onun misafiri olurum. Ona birşeyler ekleyerek, onun bir parçası olarak bu konuşmadan ayrılırım. Daha önce bu dünyada birbirimiz için bir anlam ifade etmeyen varlıklarımız, artık birbirimizden izler taşır. Kendimizi artık o izle birlikte tanımlar ve dünya serüveninde yalnız olmadığımızı, hayat hikayemizin bir başkasının hayat hikayesiyle buluştuğunu anımsarız. Dille karşılaştıktan sonra bebeğin bilme biçiminin dönüşüme uğraması gibi, biz de dil marifetiyle öteki insana ulaştığımızda, iç dünyamız farklı bir yörüngeye oturur. Sohbet, bu anlamıyla yaşadığımız ülkenin kültür ve tarihinin diri tutulması demektir. Benzer bir şekilde, o kültür ve tarihte sohbet yoluyla bizi diri tutar. (32)
-Kendi benliğinin uğultusu dışındaki tüm seslere kulak tıkayanların, sohbet meclisinde yerleri yoktur. (32-33)
-İnsan, kendisine zarar vermesi muhtemel bir şeyle boğuşurken korkar, ancak bu şey onun tüm varlığını tehdit eder hale geldiğinde kaygıya kapılır. (38)
-Giderek daha çok çocuk ve genç, doğru düzgün bir anne babalık görmeden büyümekte, erişkin hayatında bir saygınlık yerine tutarsız bir boşluk ve kaos görmektedirler. Evin içindeki tartışmayı bitirecek bir saygınlık abidesi olarak baba çoktan kayıplara karışmıştır. Tüketim kapitalizmi Batı kültürünü rehin alarak tamahkarlık ve arzuyu kamçılamıştır. Ebeveynlerin güç ve saygınlığı hasar aldıkça, çocuk ve gençlerin tüketim ideolojisi tarafından kandırılmaları da kolaylaşmıştır. (46)
-Kapitalist pazar ekonomisi savunucularının temel düsturlarından birisi de özgürlük. Ger türlü sadakatsizliğin özgürlük adına kutsandığı bir çağda insan tutunacak bir dal, kök salacağı bir zemin bulamıyor. Özgürlüğün cazibesi duygusal düzeyde bizi aile, toplum veya din gibi yetkelerin getirdiği kısıtlamalardan azat etmesi. İnsanın sadece kendi tatmini peşinde koşmasını öğütleyen bu yaklaşım, kamusal sorumluluk ve iyilik hissinden bizi kurtarmış oluyor. Eğlence, sorumluluğa galip geliyor, eğlence temelli ahlak neredeyse mecburi hale geliyor. Eğlen ya da öl. Eğlenemiyorsan ölüsün demektir. (48-49)
-Nefsinden feragat etmeyi bilmeyen kişi, kemalat dairesinden içeri adım atamaz. Olmak, sabır ister. (51)
-Başka insanları alay konusu edip onları ve kılık kıyafetlerini, değerlerini, yaşam biçimlerini aşağılamak kendi statünüzü onların üstüne çıkarmanıza hizmet eder. Başkasına gülme, başkasıyla gülmeden farklı bir tür saldırganlık nüvesi taşır. Mizahın saldırgan biçimlerde kullanımı grup üyelerini hizaya sokmak ve sürüden ayrılanları engellemek içinde kullanılabilir. Grup dışında kalanın eylem ve tutumları alay konusu yapılarak, grup normlarını pekiştirir. (60)
-Bazı araştırmalar sosyal medyayı çok sık kullanan insanlarda hem kendilerinin hem başkalarının duygularını okuma yeteneğinin azaldığını gösteriyor. (70)
-Dışarıdakileri nasıl tanımladığımız, kendimizi nasıl tanımladığımızı gösterir. Eğer kendi insanlığımızı vurgulamak için bizden farklı olan gayri insani bir sahaya itiyor, kendi değer ve biricikliğimizi onun değersizlik ve sıradanlığında buluyorsak, sahte bir bilince tutulmuşuz demektir. (77)
-Modern şehir kurgusu yalınlığı sefalet olarak isimlendirmektedir. Topraktan evlerde yaşayanlar, bu kurguya göre, yalın bir hayat değil ama sefil bir hayat sürmektedirler. Hayatın karmaşıklaştığı ölçüde arzu edilebilir olduğu yolundaki bu düşünce, şehirleri devasa hapishanelere dönüştürmektedir. (158-159)
-Geçmiş çağlarda insana faydalı bir ömür sürdüğü hissini veren şey, komşularının ve dostlarının o kişi hakkında beslediği olumlu duygulardı. Modern şehrin koşturmaca ve rekabeti öne alan yapısı, insanların özsaygılarını devşirdikleri kaynakları da değiştirmektedir. İnsanlar, saygı duyulmaktansa, kıskanılmayı arzulamaktadırlar. Geçtiğimiz yıllarda sunulan bir reklam "komşuna fark atacaksın" diyordu. Burada şehir hayatının bilinç altını okumak mümkündür. Komşuları birlikte esenlik içinde yaşamak için değil, yarışmak içindir. Ve onlar geçildiği ölçüde biz başarılıyız demektir. (159-160)
-İnsanlar neden televizyon seyreder? Kararan, yoksullaşan hayatlarına bir nebze renk katabilmek için. Eve geldiklerinde edecek bir çift söz bulamadıkları için. Kendi yoksunluklarını, ekrandan taşan mavi ışıkla iyileştirmek istedikleri için. Televizyon insanları eğlendirir, onları ekrandaki kişilere akraba kılar, yarın konuşmak için bir mevzu çıkarır. (186)
-Jean, toplumsal farkları örten, gayr-i resmidir, sınıfınızı ele vermez. Jean, unisextir, kırda da giyilebilir, şehirde de. Toplumsal kategorilerin aşıladığı davranış ve kimlik sınırlarını tanımaz. Bu yönüyle bir özgürlük alametidir. Bu yüzden pek çok jean reklamında özgürlüğe yapılan vurguyla karışılırız. Ancak psikoloji eksenli bir değerlendirme, farklılaşmayı gizleyen bu giysinin kişinin yalnızca kendisi olma özgürlüğüne değil, kendisini gizleme özgürlüğüne de imkân verdiği fikrindedir. Jeanlar öylesine bir sıradanlık zırhına bürünmüşlerdir ki, onları giyenin halet-i ruhiyesini ele vermez, duygularını açığa vurmazlar. (201-202)
-İnsanların bir anne ve bir babadan geldiğini hepimiz bilir ve kabul ederiz. Yeni biyoloji, üre(t)me mekanını laboratuvarlara taşıyarak, anne ve babayı yalnızca sperm ve yumurta vericisi olarak görmemize sebep olmaktadır. Bir çocuk, gerekli materyal mevcut olduğu sürece, suni ortamlarda ve cinsel edim gerçekleşmeksizin de doğabilir. Hatta klonlama tekniği ileride elverirse anne babaya "malzemeci" olarak duyulan ihtiyaç da ortadan kalkacak ve fotokopiye hayli benzer bir yöntemle bir insanın genetik malzemesinden sonsuz sayıda yeni nüsha üretebilecektir. (231-232)
Kapı Yayınları, 2016 basım, 1.baskı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder