-Nihayet Şeyh İsmail Bursevi Te’vilatı Necmiye’den naklen der ki, hakikatin ilminde kemal bulmak hususunda tasavvufun dört mertebesi vardır:
1)Nefsi bilmek, nefsin hastalığını idrak etmek ve tedavi etmek. Hem de İslam nazarında güzel edep ve ahlak ile terbiye etmektir.
2)Allah’ı bilmek. Kemal sıfatları ile vasıflamayı ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmakla yüceliğini idrak etmektir.
3)Dünyanın hangi cephede faydalı ve hangi cephede zararlı olduğunu bilmektir.
4)Ahireti bilmek, ahirette sevap ve azaba inanmak ile kendini azabtan muhafaza edip sevabı kendine müstehak etmektir. Birinci kemaliyete nazaran tasavvuf ilmine ilm-i mareifet-i nefs; ikinci kemaliyete nazaran ilm-i marifet; üçüncü kemaliyete nazaran ilm-i firari illallah tezhib-i ahlak ve teskiyeyi nefs; dördüncü kemaliyete nazaran ilm-i ahiret diye tasavvuf ilmini isimlendirmişlerdir. Anlaşıldı ki ehl-i taklidin imanı ehl-i istidlalin imanından, ehl-i istidlalin imanı ehl-i yakinin imanından, ehl-i yakinin imanı da ehl-i şuhut ve ehl-i ayan’ın imanından eksiktir. Şuhut ve ayan mertebesine ulaşıncaya kadar usulden sonra delile ihtiyaç kalmaz. Bu kemaliyetleri elde edebilmek için bu derecelerden geçebilmek için kâmil bir mürşidin eliyle yetişmek gerekir. Mücadele, şeytan ve nefsin tuzağı burada bitmiş olur. Salik, vesvese edici insan ve şeytanlardan insanın göğsüne vesvese edenlerin şerrinden emin olur. Zira cin, nefs ve şeytan vesvese verenlerdir.(35-36)
-Vahdet’ül vücud’un zuhuru aklın dışındadır. Akıl durağı bu meşrebdir. Ancak Rabbani cezbeler cve sarahi keşiflerden başka buna yol yoktur. Bu meşrebde Şeyh’ül Ekber gibi zatlara hulul ve ittihadı isnad etmek iftiradır. Abdulvehhab eş-Şarani (k.s) kitabında der ki; “Hulul ve ittihadı o’na isnad eden iftira eder” (el-Yevakut ve’l-Cevahir, Cilt:1, Sf:63) (39)
-Kur’an hem akli hem nakli delildir. Her akıl ve ilmin mürşididir. Kur’an-ı Kerim hiçbir şeye alet değildir. Belki akıl ve aklın aletleri O’nunla şereflenmiştir. Sadece ölülere okunur bir kitap değildir, diri olanların kitabıdır. Kalbi diri, ruhu temiz kimsenin ölüsüne okunur ise o ölü sağ iken O’na inandığı için Kur’an onun azabını hafifleştirir. Kur’an ruha şifadır. Maddi imkânsızlıkta da Kur’an’ın şahsı maneviyesi, okuyan insana yetişir. Her kim ki O’na sarılırsa kurtulur, kurtulduğu gibi de ruhi bunaltı anında yok olur. Kur’an’ın okunması ferahlık verir. Kur’an’ı öğrenmemezlikte hiçbir kimseye mazeret yoktur. Acaba Kur’an yazısını bilmeyen insan mıdır? Kendi kitabını bilmeyenin yerini her insanın vicdanına havale. (49-50)
-Ayetler kendi nazmı şerifleri dışında okunamaz. Arabca indiği için Arabca okunması şarttır. Ve indiği nazımla okumak ibadettir. Bunun içindir ki Mushaf-ı Şerif’in nazmına tayin edilmiş kitap, abdestsiz ele alınmaz. Tercümeye gelince, Kur’an olmadığından abdestsiz alınabilir veya alınamaz diye ihtilaflıdır. İmam-ı Azam Rahimehullahu Teala’ya isnad olunan “Arabcadan aciz olan kimsenin tercüme olarak kıraatı caizdir ve okunabilir” (27.dipnot / Menar ve Şerhleri, İnb-i Ferişt ve İbn-i Ayni, sf:9 ; Mi’rat sf:17-19) sözüne gelince İmam Ebu Hanife bu sözden rücu etmiştir. “İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e nisbet edilen kavl daha kuvvetlidir. Kur’an, Arabca nazmına mahsus Asrf-ı Saadetten şimdiye kadar Mushaflarda tayin edilmiş iki kab arasındaki nazmın ismidir. Hatta bu nazmın dışında Arabca bile olsa ona Kur’an denilemez. Bunun içindir ki fukahalar –dua ve zikir Arabca kelimelerine mahsustur (Kur’an Mushaflarda tayin edilmiş elfaz-ı şerifedir) dediler. (28.dipnot / İbn Abidin, sf:483-486) (56-57)
-Yani Şer-i Şerif’in anlamı mana ve neticelerini hakkı ile bilmeye firaset denilir. (67)
-Fasık olmayan Allah-u Teâlâ’nın mekrinden emin olmaz. (78)
-Evliya kerameti sevmez, çünkü keramet Allah-u Teâlâ’dan başka masivadır. Masivayı sevmek ayrılıktır. Allah masivayı yaptığı için değil, Allah-u Teâlâ’yı Allah olduğu için sever. Çocuk, anası ona süt verdiği için sever yahut anne olduğu için sever. Evliya da Allah-u Teâlâ’yı Allah olduğu için sever. Yoksa Allahu Teâlâ kerameti bahşettiği için değil. (80)
-Tevhid konusunda ehl-i İslam arasında ihtilaf yoktur. Zira her mümin Feyyad-ı Mutlak’ın vücuduba, vücuduna, birliğine inanır. Her mü’min fıtri imanın kabiliyeti ile “Huvallahu Ehad” demekle bu üç kelimeye inandıktan sonra diliyle ikrar eder. Bunu ikrar etmekle üç büyük zarardan kurtulmuştur. “Hüve” tevhid-i zatı; “Allah” tevhid-i sıfatı; “Ehad” tevhid-i fiiliyi bildirir. Bunu kalben tasdik, dil ile ikrar eden zat kalbinden şirki, küfrü, nifakı tamamen yok eder. Put mesafesinde olan şirk, küfür ve nifakı kalben yok etmekle mü’min, imanı tahkiki makamında olan üç büyük hasletle de elde eder. İhlas, ihsan ve muhabbet bu üç haslettir. Mümin, ihlas ile şirki, ihsan ile küfrü, muhabbet ile nifakı kalbinde yok etmekle Halıkına hakiki bir kul olur. Normal kemaliyet makamı da budur. İhlas suresinde Halık’ımız zat itibariyle en batın, sıfat itibariyle en zahir olduğu için kendi zatına işareten Hüve, sıfatına işareten Allah, fiiline işareten Ehad buyurmuştur.”Huvallah” kelime-i Tayyibelerle mümin insanın iki makamına işaret etmekle, Ehad kelime-i tayyibesiyle de Ashab-ı Şimal’in üç mertebesinin reddine işaret etmiştir. Çünkü insanın makamı üçe ayrılır:
1)İnsanı kâmil-i ekmel makamıdır ki, itikat amel ve ahlak olarak kemaliyeti elde etmiştir.
2)İmanı kâmil amelde yahut ahlakında noksan olan insan makamıdır.
3)İnsanı münkirdir ki üç kısma ayrılır: Küfür, Nifak, Şirk çukurlarıdır. Birinci makama işaret “Hüveé, ikinci makama işaret “Allah”, üçüncü makama red olarak da “Ehad” kelime-i Tayyibeleri işaret edilmiştir. (92-93)
-Küfür mertebesi; küfür de dört kısımdır:
1) Dil ve kalb ile Allah Celle Celaluhu’nun zatını yahut sıfatını, yahut fiilini yahut peygamber veya getirdiği İslam dinine inanmamaktır. Bu kısım inkarda bulunan tevhidden bir şey bilmez ve inanmaz bunlara vaaz da tesir etmez. “Şu muhakkak ki küfr edenleri inzar etsen de onlarca bir, kendilerine inzar etmesen de inanmazlar” (Bakara Suresi, 6.ayet – Hasan Basri Çantay, cilt:1, sf:14)
2) Kalb ile Allah Celle Celaluhuyu yahut peygamberleri yahut İslam dinini bilipte dil ile ikrar etmemektir. İblisin küfrü gibi.
3) Kalb ile bilmek, dil ile ikrar etmekle beraber tevhidi kabul etmemektir. Ebu Talib’in küfrü gibi.
4) Dil ile ikrar etmek, kalb ile inkar etmek mertebesidir. Münafıkın imanı gibi.
Bu dördü de şirk gibi af olunmayan küfürdür. Birinciye inkar, ikinciye cühud, üçüncüye inad, dördüncüye nifak denilir. Bunlardan aşağı günah işlemeye fısk denilir. Fıska da mecaz olarak küfr denilmiştir. Mesela; tevhidi kalben tasdik dil ile ikrar eden, nübüvveti de tasdik ve ikrar eden, nübüvveti de tasdik ve ikrar eden lakin büyük günahları da işleyen kimselere fasık denilmiştir. Bu fasık sıfatına hakiki mana olarak fısk, mecaz olarak da küfr denilmiştir. Bu küfrün manası küfrani nimettir. (85.dipnot / Fahri Razi cilt:4, sf:159. Kenarında Ebusuud, sf:100- Umdfetü’l-Kari, cilt:1, sf:233-234) (97-98)
-Alaküllihal mü’min kalbini küfrü mutlaktan “Hüve”, şirki mutlaktan “Allah”, mutlak nifaktan da “Ehad” Kelime-i Tayyibeleriyle temizler. (102)
-Gayblere ve harikulade şeylere ittila peygamberler içinde, veliler ve Allahu Teâlâ’yı tanıyan, Allah Teâlâ’ya kulluk eden filozoflar için de mümkindir. (109)
-İnsanı kemale erdiren imanın mahsulü akli kuvvettir. Aklın sağında nakli sahih (ilim) solunda fiil-i cemil kanar olmak üzere insanı esfel-i safilinden alay-i iliyyi’ne yükseltir. Aklıselimden daima iyilik, nefsi emmareden daima kötülük gelir. İmanın mahsulü yirmi dört, küfrün mahsulü de yirmi dört ruhi ahlakı meydana getirir. İmanın mahsulünden meydana gelen ruhi ahlaklar şunlardır: Say, gayret, teenni, metanet, ilim, fikr-i sahih, hürriyet, ismet, vakar, ihlas, tevazu, sıdk, nezafet, kanaat, hilm, cesaret, iktisat, hayâ, uyanıklık (bazı yerlerde de hatalardan göz kapatmak) , sufuvvet, gıpta, müdara, intizam ve beşarettir. Nefsi emmare ise bunların zıtlarını meydana getirir. Bu iki mahsulü birbirinden fark edemiyen kimse tevhidin nimetini ve küfrün ızdırabını fark edemez. Dolayısıyle zikirden ve ibadetten zevk alamaz. Vehbi kuvvetine mağlub olur, çeşitli yasakların yapılmasına başvurur. Bütün hayatı bocalamayla geçer. Şimdilik tevhidin semere ve mahsulünden bahsetmekle kendimizi çirkin ahlaklardan temizleyip güzel ahlakla ahlaklanmaya hazırlayalım. Umulur ki bu sayede zikir ve ibadetin zevkiyle şereflenelim. (119)
-Dünya işlerimizde gayretli olduğumuz gibi dinimizde gayretli olmalıyız. Dilimizle zikir ederiz, kulağımızla Kur’an, hadis dinleriz. Gayretli olduğumuzdan da azalarımızla günah işlememeliyiz. Çünkü abdest ve namazda azalarımızı manevi kirden yıkarken tekrar manevi kirlerle mülevves etmemeliyiz. Azaları üzerinde gayretli olmıyan manevi pisliklere bulaşmıştır. Manevi kirlere ruhumuzu bulaştırdığımız müddetçe ibadet etsek bile ibadetten uzaklaşırız. Manevi kirden temizlenmek dilimizle istiğfar ile bedenimizle bilfiil günahları terk etmekledir. İşte bu gayretin adı tövbedir. (133.dipnot / İmam Şarani, Letaifu’l- Minen ve Ahlak, cilt:2, sf:113) Gayretin şartı işlerimizde acele etmemek, bataetin şartı da teenni olmaktır. (123)
-Beş şeyde acele teenni gibidir: fakirleri yedirmek, ölünün teçhizi, bakirenin evlendirilmesi, borcun verilmesi, günahlardan tövbe etmekten başka her şeyde acelecilik şeytandandır. (134.dipnot / Menavi, Feyzü’l-Kadir c:3, sf:277 – Acluni, Keşfu’l Hefa, c:1, sf:296) (124)
-Maddi ve manevi zihnin dışındaki varlığa vakıf olmak ve gereğince amel etmek ilimdir. İlim insanı yükseltir, cehil hayvanlaşmaya sevk eder. Bunun için akıllı bir düşman akılsız bir dosttan daha iyidir denilmiştir. İnsanın ruhu insanı daima sa’ye, gayrete, teenniye, metanete, ilme sevk eder. Cehaletten atalete, betaete, aceleciliğe vesveseye sevk eder. Bunun için hükema “Cahil dirilerin ölüsüdür” demişlerdir. “Âlim ve müteallim (öğretici ve öğrenci) hayırda müsavidir. Diğer insanlarda hayır yoktur” (148.dipnot / Keşful Hafa, c:2, sf:66) Öğretici ve öğrenci ilmin neşrine yardımcıdırlar. Din ve dünyanın nizamı da ilimle devam etmektedir. İlmin en hayırlısı da onunla amel edilen ilimdir. (131)
-Evvela zikri irade eden kimse, bilfiil günahlardan tövbe ve istiğfar eder. Sonra kalbini kötü vesveselerden, nefsin konuşmalarından tasfiye eder. Dil ile 25 sefer “Esağfirullah” söyler. Rasulullah üzerine “Salavat” çeker. Besmele ve âmin ile bir Fatiha okur. Üç İhlas, birer Kuleuzü okur. Elini kaldırıp, hamd ve salat ile dua eder. Bunların sevabını Hz. Rasulü Ekrem, diğer enbiya ve Resulü Kiramın al ve ashabına 4 imamın müfessirlerin, muhaddislerin, muhakkıkin-i sofiyenin bil husus tarikat-ı Nakşiyenin sadatı kiramlarından birincisi Ebu Bekir-i Sıddık, sonuncusu efendimiz ve mürşidimiz Şeyh Abdulgafur Abbasinin ruhuna varıncaya kadar silsileyi mürettebenin ervah-ı şeriflerine bağışlar. Yarabbi! Ebubekir Sıddıktan Şeyhimize kadar olan sadatların feyz ve bereketlerini üstümüze yağdır. Mağfiret ve muhabbetini bize nasib eyle diye dua eder. (149-150)
-Irzını muhafaza etmeyenler dinin hükümlerinden de anlamazlar. (174)
-Evliyanın feyzinden faydalanmak isteyen ve Evliya’yı kendi yardımına hizmetçi etmek isteyen onlara inanıp her başladığı işte “Destur ya Eshabe’l-vakt” deyup onlara Kur’an-ı Kerim’den Fatiha ve İhlas hediye etsin. Kavmin büyüğü kavmin hizmetçisidir. Allahu Teala bizleri evliyanın feyzinden mahrum etmesin zira onlara imanımız sonsuzdur. (174)
-Bil cümle peygamberlere mucize olan her ne olursa olsun evliyaya keramet olarak vukuu bulması mümkündür. İkisinin arasındaki fark şudur: Peygamberler kendilerine iman etmeye davet eder, evliya ise peygamberlere iman etmeye davet eder. (179)
-Evliya ve âlimleri sevmek demek onların ardınca gitmek demektir, ama az ama çok. Evet, bu zamanda beş vakit namaz kılmak, helal lokma ve doğru dile sahip olupta Salihleri, evliya ilmiyle amil olan inkâr etmiyen irşad olunmuştur. (185)
-Kul kelimesinde peygamber olanlar ve diğer salih kullar müşterektirler. Allahu Teâlâ’nın seçtiği peygamberlere melekler indiği gibi, istikametini doğrultan salih müminlere de ilhamı bildirmek için melekler indirir ki, peygamberlerin vahyinden ve hadislerinden anladıklarını diğer müminlere bildirsinler. (189)
-Feyzül Kadir müellifi İmam-ı Subki’den naklen: Şöyle demiştir, Allahu Teâlâ’ya yaklaşmak için peygamberleri vesile kılmak (teşeffu ve istiane)yi selef ve haleften hiçbir kimse inkâr etmemiştir. Ta ki, İbn Teymiyye gelinceye kadar. O ise Hak yolundan ayrılıp şefaat ve vasıtayı, medet beklemeyi inkâr etmiştir. Nihayet ondan evvelki âlimlerden bu iddiayı edenler görülmemiştir.(216.dipnot / Feyzul Kadir, cilt:2, sf:135) Şehabeddin Seyyid Mahmud Alusi tefsirinde; İbn Teymiyye ve arkasında gidenlerin haksız olduklarını belli etmiştir. Oğlu veya torunu Cileulayneyn kitabının sahibi ve mezkûr tefsirin musahhihi, tefsirin sahibinin İbni Teymiyye’nin kitaplarına vakıf olmadığını iddia etmiştir. Seyyid Mahmud Şükrü’de son zamanlarda Vahabilerin fikirlerini takviye etmiştir. Tefsirin sahibi Şahabeddin Hazretleri aynı tefsirde İmam-ı Subki’nin İbn Teymiyye’ye karşı fazla hakaret yaptığını kayıt ettikten sonra 128.sahifesinde tefessülde hiçbir beis olmadığını kayıt etmektedir.(217.dipnot/ Alusi, Ruhul Meani, cilt:6, sf:126) Tefsirin sahibi mutlak vesileyi inkâr etmemiştir. Mevlana Halid Bağdadi K.S’nin halifesi nasıl vesileyi inkâr eder. El hak Seyyid Mahmud Şükrü, Şeyh Yusuf Nebhani’nin dediği gibi, Vehhabilere yardımcı olduğu gibi bir de bu mübarek tefsirin sahibine leke getirmiştir. (192-193)
-Şefaat manasında gerek hadis ve gerek tasavvuf kitabları ve gerekse ehli kelam, selefi salihin, halefi tabiin ittifakla dört kelime kullanmışlardır. Bu dört kelimenin manalarına da vesişle ve şefaat diye tabir ederler.
1)İstianet: Yardım, taleb etmek manasındadır.
2)İstiğaset: Medet istemek ve medet beklemek demektir.
3)Vesile: Vasıta demektir ki onunla başkaya takarrub ve yakın olmakdır. Vasıl, talib, rağbet edici demektir.
4)Teveccüh: Yüzünü başkaya döndürmek demektir. Tevcih demek lügat hususunda yüz yöneltmek, ıslah olarak göndermek ve yöneltmek demektir. Bu dört kelimenin manalarını içine alan, içinde kuşatan şefaat kelimesidir. Şefaat demek; dilemek, esirgemek, göndermek, işi yapmak için diğerini vasıta kılmak demektir. Salih kimseye yapışmak ve yanaşmak istişfadır. İstişfa, istemek ve başkasını vasıta etmektir. Şeriat diliyle şefaat, vesile, istiğase, teveccüh ve istiane aynı manalarda kullanılmıştır. (197)
-Zamanın değişmesiyle şer’i hükümlerin değişmesi inkar olunmaz sözüne gelince, adeta mebni olan hükümlerdir. İbadete ve şeriate mebni olan hüküm değildir. Mecellenin otuz dokuzuncu maddesinde buna misal verilmiştir. Geceleyin camilerin kapılarını kapatmak gibi. (211)
-Muhammed Emin el-Kürdi, İmam Malik (r.a)den naklen şöyle der: Her kim ki, şeriatı tutup, tarikatı terkederse o fasıktır. Ve her kim ki, tarikatı tutup şeriatı terk ederse o hakikate ulaşmıştır. (252.dipnot / Tenvirul Kulub, sf:408) (218)
Yayınevi yok, Ankara, 1978 basım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder