-Köklü bir aileye mensup olarak 1286/1876 tarihinde Beylerbeyi'nde doğan Hüseyin Kazım Kadri, Trabzon valilerinden Kadri Bey'in oğludur.
-Hüseyin Kazım, Tevfik Fikret'le beraber II.Meşrutiyet'in ilanından evvel İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne girmişlerdir. Yine bu dönemlerde Hüseyin Kazım'ın masonluğa girdiği anlaşılmaktadır.
-İsmail Kara'ya göre 19. ve 20.asırdaki Müslüman aydınların mason oluşlarının gerekçesi "uluslararası bir güvenlik alanı bulabilme arayışlarının bir neticesidir."
-Selanik valiliğinden istifa ettikten sonra İstanbul'da Hüseyin Kazım'ın Ali Ekrem'e söylediği sözler Rumeli'deki durumu izaha muhtaç olmayacak derecede acı ve ağır bir dille meydana koymaktadır: "Rumeli gidiyor Ekrem. Rumeli elimizden çıkıyor. Rumeli'yi gaip etmek de Devlet-i Osmaniyye'nin inkırazı demektir. Tacını başına geçirdiğimiz, tahtından yerlere attığımız Abdülhamid'in 33 sene muhafaza ettiği koca mülkü, muazzam bir saltanatı, 5-10 türedi herif, burnunun ucunu görmez, memleketi bilmez, komitacılıktan başka bir şey düşünmez, 5-10 serseri 3-5 sene içinde yiyecekler, mahvedecekler. Akıbet pek yakındır. Gözlerimle görmüş kadar eminim vatan parçalanacak. Türkler kendi memleketlerinde kundura boyacılığıyla, hamallıkla bile yaşayamayacaklar..." (Yıl 1912)
-Hüseyin Kazım hava değişimi için gittiği Tarsus'ta 17 Ocak 1934'te ölmüştür.
-Necip Fazıl'ın ifadeleriyle "gerçekten içli ve kafalı, halis Osmanlı tipi ve beyefendisi" olan Hüseyin Kazım diplomasını kendi üniversitesinden almıştır.
-Hüseyin Kazım hem Türkçü hem İslamcıdır.
-Zamanın din anlayışı ve pratikleriyle ilk dönem Müslümanlarının (selef) yaşayışları arasında derin farklar (bidat) olduğu mülahazasıyla Müslümanların dini inanç ve pratiklerine tenkitçi bir tavırla yaklaşmış, dolayısıyla onun dini ağırlıklı telifatındaki ana unsuru sahih/saf İslam'ın bugüne nasıl taşınabileceğine dair yoğun çabalar oluşturmuştur.
-Hüseyin Kazım Kadri, Asr-ı Saadeti müteakip başlayan devreyi "menşe-i fesad" olarak addetmektedir. Zira ona göre bu dönemle birlikte başlayan siyasi ihtilaflar İslam aleminde şiddetli ve uzun inkılaplar doğurmuştur.
-Hüseyin Kazım baş gösteren Ali b. Ebi Talip ile Muaviye çekişmesini ve Farisi kültürün İslam'a sızmasını İslam tarihindeki büyük ve esaslı kırılmalardan biri olarak telakki eder.
-İlk Şiilerin düşünce yapısıyla Mu'tezili düşünce arasında tam bir çatışma vardır. Şii düşüncenin Mu'tezili düşünceye evrilmesi , imamlardan sonraki döneme (gaybet dönemi) rastlar.
-Hüseyin Kazım'a göre kendilerini müçtehid olarak addeden ve dini bir siyaset takibiyle mezheplerin tam manasıyla teşekkülü için gayret göstererek Müslümanlığın parçalanmasına sebep olan Abbasiler'in musallat ettiği bir diğer bela ise Yunan filozoflarının kitaplarını Arapçaya tercüme yoluyla ihtilafların boyutlarını genişletmeleridir.
-Hüseyin Kazım'a göre kelam İslam aleminde problem teşkil eden belli başlı unsurlardan biridir.
-Hüseyin Kazım kelamcılar arasında Nasır Tusi, Şemseddin İsfahani, Sadi Şirazi, Fahreddin Razi, Gazali, Mevlana, Taftazani ve emsali büyük mütefekkirler bulunduğunun inkar edilemeyeceğini ifade etmektedir. Ancak onlar da bütün kudretlerine, hüsn-i niyetlerine rağmen dini ve akideyi tamamıyla anlayamamışlardır. Zira onların mücadeleleri dinden ziyade felsefeye taalluk eder. Halbuki dinle felsefe ve imani akideler ile akli nazariyeler arasında bir münasebetin olabilmesi mümkün değildir.
-Hüseyin Kazım kelamın akli sahada İslam'a içeriden ve dışarıdan vuku bulan tenkitleri bertaraf ederek dini akideleri aklen izah ve ispat kastıyla Yunan felsefe ve mantıkından istidlaller ortaya çıktığını itiraf etmekle beraber itikadi meselelerde şiddetle din imamlarının meslekleri olan selefiliğe taraftar olduğunu vurguluyor.
-Bütün bunlardan sonra yapılması gereken hususlarla ilgili Hüseyin Kazım'ın tavrı çok keskin ve yaşadığı devrin ruhuna uygundur. Bütün mezhepler ilga edilerek yegane mezhep olan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya yani ashab ve tabiine göre imani akideler tespit edilmelidir.
-Modernleşme döneminde, pratiği öne çıkarmak gayesine matuf olarak nazariyata karşı kendini gösteren ciddi suretteki husumet Hüseyin Kazım'ın tavrında da görülmektedir. Diğer cihetten Hüseyin Kazım'ın kelam tasavvurunun bütününde Hanbelilikten gelen unsurların mutlak denecek tesiri vardır. Onun bağlı olduğu selef geleneğini, özellikle de bu geleneğin tasavvuf-kelam-felsefe arasında sentez arayışlarının yoğun olduğu bir dönemde ortaya çıkan İbn Teymiyye'yle başlayan dönemini göz önüne alırsak onun kelam ve tasavvuf karşıtlığının sebebi anlaşılabilir. Zira "selef" Asr-ı Saadet'e dönüşte bid'at ve hurafenin ta kendisi olarak telakki ettiği kelami gelenekten ayırmayı zaruri addeder. Tüm bu sebeplerden dolayı Hüseyin Kazım, son devrin hususiyetleri içinde İslam'ı içinden tanzim etmenin ancak kelamı paranteze almakla mümkün olabileceğini müdafaa etmektedir. Hüseyin Kazım'ın kelamı mahkum ederken gösterdiği sebep ve tavırlar, rasyonalizme yaklaşan bir çizgiye tekabül eder.
-İslam modernistleriyle paralel görüşlere sahip olan Hüseyin Kazım'a göre, tasavvuf bir zühd hareketi şeklinde başlamış olmasına rağmen daha sonraları ilk asırların kelamiyyatından, Acemlerin "ahz-ı sâr" fikriyle sebebiyet verdiği mezhep ihtilaflarından hissedar olarak kendine has bir yöntem geliştirerek keşf ve şûhud ile ledünni sırlara ulaşabileceğini iddia etmiştir.
-Hüseyin Kazım'a göre Kur'an-ı Kerim'in kendi nokta-i nazarından değil de herhangi bir fikir ve mesleğe göre özellikle de sufilere göre yapılan tefsiri, Müslümanlığın şekil ve mahiyetini değiştirmiştir.
-Hüseyin Kazım bu bağlamda durduğu/durulması gereken yeri vurgular. Müslümanlıkta Kur'an ve sünnet doğru yolu bulmak için yeterlidir. Marifet, şeriat ve tarikat Kur'an'da gösterilmiştir. O halde "Müslümanlığı teşettüt-i efkardan sıyanet için bütün tarikatlerin ortadan kaldırılması gerekir."
-"Şeyh-i Ekber"e muhabbet beslediğini ifade ederek gizli bir mutasavvıf olduğunu beyan etmesine, aynı dönemdeki Abdullah Cevdet gibi Mevlana'nın Mesnevi'sini başucu kitabı addetmesine rağmen Hüseyin Kazım'ın tasavvufu bu şekilde ele alarak, tenkide tabi tutuşu, hurafe ve bidatlerden arındırılmış daha saf ve sahih bir İslam'a ulaşma arzusuna bağlanabileceği gibi, onun tenkidlerini modernleşme ve batılılaşma vakıasının tabii bir neticesi olarak da değerlendirmek mümkündür.
-Hüseyin Kazım içtihad üzerinde ehemmiyetle durur. Zira nazari ve içtimai şeriatın en mühim meselesi içtihaddır.
-"Garb alemi aklın tekamülünü takiben içtihad peşinde koşarak, hak ve hakikate ulaşmaya çabalarken şark medreseleri 'müteahhirin-i ulema' 7-8 asır evvelki adamların kitablarında bildirdikleri şeylerle yetinerek dini tecdide lüzum görmemişler, 'ismi var cismi yok itikadlardan, mezheplerden' bahisler ederek, gereksiz lafzi münakaşalarla dinin içtimai faydalarını Müslümanların akli, içtimai ve ahlaki açıdan tekamül etmelerini temin etmeye esas teşkil edecek unsurlarını feda eylemişlerdir." Hüseyin Kazım
-"İmam Ahmed b. Hanbel (r.a)'in dediği gibi; dinde Allah ile Resulünden başka herkesin sözü redd veya kabul olunabilir. Allah ile Resulünden başkasının reylerini vahiy gibi kabul ederek, Müslümanlığı 5-10 kimsenin içtihad ve kıyaslarıyla sınırlamak, tüm zaman ve mekanlara şamil addetmek dinin mahiyetini inkâr ederek fikri parçalamak, insana burnundan ötesini göstermemek demektir ki, küfür ve isyandan başka bir şey değildir." Hüseyin Kazım
-Yaşanılan dünyada İslam'ın hayata hakim olmasının ancak tedcitle mümkün olabileceğini düşünen Hüseyin Kazım'ın tecdit anlayışına göre; İslam'ın değişmeyen sabit ögelerini koruyabilmek için itikadi ve imani meselelerde selefi bir tavır takınılarak akla hiç yer vermemeli, nakil ön plana çıkarılmalıdır. Hüseyin Kazım düşüncelerinin değişmeyen mihverini, hudutlarının kesin çizgilerle sınırlandırmaya müsait bir yapı arz etmesinden dolayı Hanbeliliğim/Vahhabilerin algıladığı tarzda bir itikad tasavvuruna hasrederek, zemine bu düşünce yapısını yerleştirir. Vahhabilerle mutabık olan bu taraf onun tecdit anlayışının "mutlak"ını dolayısıyla İslam'i zeminden kopmadığının garantisini oluşturmaktadır. Değişime kapalı olan bu muayyen itikadi çerçeve sayesinde, içtimai sahada olabildiğine serbest bir düşünce yapısı oluşturmanın imkanları yoklanır.
-Hüseyin Kazım'ın bidat anlayışı, itikadi hususlarda Vahhabilikle sonuna kadar mutabakat arz ederken içtimai hususlarda Vehhabilikten derin bir farklılık gösterir. Zira Vahhabiler uygulamalarında içtimai ve itikadi sahalarda bir ayrım yapmamışlar ve bu ili alanı bir ve aynı telakki etmişlerdir. Hüseyin Kazım ise İslam tasavvurunu modernleştirerek muasır hale getirmenin usulünü içtimai sahayı dinden müstakil hale getirerek genişletebilmekle mümkün olabileceğinin farkındadır. Dolayısıyla muasırı olan pek çok düşünür gibi Müslümanların geri kalmasını İslam'dan ayrılmalarına bağlayan Hüseyin Kazım'ın bidat anlayışında, yenilenmeye, tecdit anlayışına ilişkin temayüllerinin önünü kesebilecek, hızını yavaşlatabilecek hususlar bidat çerçevesinde değerlendirilerek kendi "tecdit" anlayışına uygun bir tavrın altyapısı hazırlanmaktadır.
-Hüseyin Kazım, Allah'ı Hanbeliliğin büyük tesiri altında ve muayyen hadler çerçevesinde idrak ederek ele alıyor. Onun bütün bir felsefi ve kelami geleneğe meydan okuyarak vurguladığı, üzerinde düşünülemez sahalardan bir tanesi bu, yani Allah tasavvurudur. Allah'ın bu şekilde algılanması, hiç şüphesiz içtimai hayatın mahrekinin değişmesine de sebep teşkil etmiştir. Bu tasavvurda Allah, itikadi bir alana hapsedilerek, içtimai alan neredeyse dinden müstakil bir saha haline dönüştürülmektedir.
-İbn Teymiyye ve Vehhabilerin düşünceleri İslam modernistleriyle mukayese edildiğinde, modernistlerin "Asr- Saadet"e, kaynakalra dönüşü esasında, metodik anlamda İbn Teymiyye'ye bir dönüştür. Bu bağlamda modern İslam düşüncesinde bu hadisenin idrakinde olarak tavır ortaya koyan tek isim Fazlurrahman'dır. Fazlurrahman'ın zaviyesinden İslam düşünce geleneğinde İslam'ın ruhuna nüfuz eden tek isim İbn Teymiyye'dir. (İslam'da İhya ve Islah Hareketleri)
-Osmanlı Devleti'nin Selef'in algılamış olduğu tarzda değil de asırlar boyu gelişmiş olduğu şekliyle Sünni İslam inancını muhafaza etmeye çalışmasından ve Avrupalılaşma yönünde reformlara girişmesinden dolayı Vehhabilerin egemen güç olan Osmanlı topraklarına saldırısının gerekçesinin dini olduğu iddia edilse de bu ancak zahiri boyut itibariyle hakikate muvafık addedilebilir. Vehhabilerin uyanış hareketinin sadece dinle sınırlı olduğu iddialarının aksine hadisenin hakiki veçhesi bunun tam tersidir. Nitekim Vehhabilerin dini tadilat yapmaktan ziyade Osmanlıların hakimiyetini Arap yarımadasından kaldırmak gayesini güttüklerini Yusuf Akçura ifade ediyor.
-Tevessül konusunu bir problem olarak ele alıp ilk defa inceleyen İbn Teymiyye'dir. Zira İbn Teymiyye'nin tevhid telakkisi, zaruri olarak tevessül hadisesini onun indinde problemlerle malul hale getirmektedir.
-İbn Teymiyye ve Vehhabiler tarihi İslam'ın şefaat tasavvurunu, şefaatin halkta tezahür eden tarafını, sınırlarını belirleyerek meydana koydukları tevhid telakkisiyle uzaktan yakından alakalı olmadığı iddiasıyla toptancı bir bakış açısıyla mahkum etmişlerdir.
-Bid'at kelimesi Vehhabilerin İslam tasavvurunda içtimai sahayı yok sayan bir şekle dönüştürülmüştür. Vehhabilerin yaşanan hayat karşısında tıkanmalarına sebep olan belli başlı hususlardan birisi budur. İçtihadı savunarak, tarihi İslam'ın ötesine gitmeyi müdafaa etmekte bu durumda sadece yaşanan hayatı mahkum etmekten ileri geçmemektedir. Vehhabilerin bu tavrı, böyle bir şeyi hedeflememelerine rağmen, semeresini İslam modernistlerinde vermiştir. İslam modernistleri ise İbn Teymiyye ve Vehhabilikten hareketle içtihadı, İslam'ın tarihi tecrübesini mahkum ederek mevcut durumu dini açıdan meşrulaştırmak için kullanmışlardır.
-Vehhabiler diğer düşüncelerinde olduğu gibi İbn Teymiyye'nin tasavvufa karşı bakış açısını daraltarak, tasavvufun neredeyse bütünün mahkum edecek bir derekeye düşürmüşlerdir. İslam'ı kendi realitelerine ve hayatlarına hapseden Vahhabilerin hakim vasıfları ve İslam'ın tarih içerisinde vücut bulan tarafına yaklaşımları en sağlam ve en sahih surette bu mevzudaki yıkıcı tavırlarında görülebilir. Cemiyete nizam verme amacıyla meydana çıkan bir hareketin, insani idrakin bütün ihtiyaçlarına kefil olarak toplum hayatına ideal bir nizam verecek unsurlarla yüklü olan tasavvufa toptan karşı çıkmalarını başka türlü izah kabil değildir.
-Kemal Karpat'a göre bütün uyanış hareketleri sufi kökenlidir. Bunun tek istisnası Vehhabilerdir.
-Arabistan'daki Vehhabilik, Osmanlı'ya karşı siyasi bir isyan hareketi olduğu için tecdit ve ıslah hareketi şeklinde lanse edilip ön plana çıkarılırken, Hind-Pakistan alt kıtasında "Vahhabi" olarak tavsif edilenlerin İngilizlere karşı çıktığı için modernistlerde devreye sokularak (Seyyid Ahmed Han) tam tersi bir şekilde değerlendirilmiştir.
-Cevdet Paşa'ya göre Vehhabilik mahza siyasi bir harekettir.
-Cevdet Paşa, Vehhabiliğin yayılışını; temellerini "kan bağı, intisap ve dini heyecanın oluşturduğu İbn Haldun'un 'asabiyye'sini asabiyet şekline dönüştürerek" açıklar.
-Osmanlı arşiv kaynakları Vehhabileri "Harici" olarak nitelendirmeye hususi bir ehemmiyet vermektedir. Hatta padişah II.Mahmud'un iradesiyle Bağdat ve Şam valilerinden Vehhabi kelimesini "Harici Suud" şeklinde tashih etmeleri istenmiştir.
-Cevdet Paşa ile Hüseyin Kazım'ın Vehhabilik tasavvurundaki en mühim fark şudur: Osmanlı arşiv kaynaklarıyla mutabık bir surette Vehhabiliği Harici güruhunun yıllar sonra tekrar "tuğyanı" olarak değerlendiren Cevdet Paşa, her şeyden önce Vehhabiliği siyasi bir problem olarak ele alır. Vehhabiliği dini bir hadise gibi ele alan Hüseyin Kazım ise hadisenin siyasi tarafına bazen sadece değinip geçer, bazen de satır aralarında işaret eder.
-Muhakkak olan bir şey varsa oda Hüseyin Kazım'ın ve İslamcıların savunduğu düşüncelerin teorik olarak Vehhabilerle örtüştüğü hususudur. Hüseyin Kazım'ın tarihte İslam'la hayat arasında münasebet kurulamadığını vurgulayarak, bütün bir geleneği mahkûm eden telakkisi; Vehhabilerin tarihi İslam'ın bidat ocağı olduğu iddiası ile kaynaklara avdet edilmesini müdafaa etmelerinde bu durum gayet sarih ve vazıh bir şekilde görülebilir. Nitekim bu durumun fakrında olan Kazan Tatarları arasındaki tecdid hareketinin mühim mümessillerinden olan Musa Carullah aşikâr bir şekilde Vehhabiliğe hayrandır.
-Hüseyin Kazım, İslamcılık hareketinde ilk defa Vehhabiliğe uzanabilecek, Vehhabilikle örtüştürülebilecek tarafları olduğunu göstermiştir. İslam tasavvuru bir tarafıyla İslamcılığın devamı olsa da Vehhabiliğe sahip çıkması onun en bariz farklarındandır.
Dergah Yayınları, 2017 basım, 1.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder