- “Süreç – içindeki- özne” yerine tutarlı bir benlik, sosyal inşanın bir ürünü yerine bireyselleşmiş bir benlik varsaymak aslında madde-mana, ruh-beden karşıtlığına oturan Aydınlanmacı Kartezyen düalizmin etkisinde bir okumadır. Birey-toplum düalizmi Kartezyen ideolojinin hâkim olduğu modern zamanlara damgasını vurduğu için, otobiyografilerin toplumsal etkilerden, dış seslerden bağımsız olduğu sadece yazarın bireysel iç sesini yansıttığı düşünülürken, artık ben şuuruna sosyal bir inşa olarak bakılıyor. Erving Goffman insan hayatını tiyatroya benzeterek, bireylerin idealize edilmiş bir ben algısını sunduklarını ve bu imajla çelişen mahrem özelliklerin kuliste saklandığını yazmıştı. O halde aslında bir otobiyografide bulduğumuz tutarlılık bize sunulan bir gösterideki, bir oyundaki gibi yapay bir inşadır. Otobiyografide sunulan benler her zaman toplumsal etkileşimin izlerini taşır. O halde sunulan performanstaki tutarlılık da yazarın niyetinin ağır etkilerini taşıyacaktır. Okurun otobiyografiden beklentisi de budur. Zaten; yazarın kendi geçmişini tutarlı bir şekle büründürmesini karakterle tecrübenin yavaşça iç içe geçmiş bir hikayesini okumak ister.
*Bahar Gökpınar
-Osmanlı mutasarrıfı Esad Asaf Belge’nin kızı ve Türk siyasi tarihinin önemli isimlerinden Burhan Belge’nin kız kardeşi olan Ayşe Leman Hanım (1900-1996) edebiyatımızın realist kalemi ve genç Cumhuriyetin dönüşüm yolundaki gönüllü sürgünzedesi Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun da karısıdır. Bu ilginç kadın hem kendisine hem de eşine ait saç tellerinden sigorta poliçelerine kadar pek çok detayı barındıran tuhaf bir miras bırakmıştır. Ayşe Leman Hanım’ın vefatından sonra bu tereke yeğeni Prof.Dr.Murat Belge’ye intikal etmiştir.
-Cumhuriyetin ilanından birkaç hafta ve Batı ilhamlı Medeni Kanun’un hayatımıza intibakından 3 yıl evvel 6 Ekim 1923’te evlenen Leman Hanım ve Yakup Kadri arasındaki mektuplar kuşku yok ki devrin koşullarını zorlayan mustarip bir aşkın yansımasıdır. Mektuplar 1920’lerin siyaset ve kültür bunalımını yansıtıyor olsa da yazıldığı zamanın izlerine dair keskin emarelerin olduğunu iddia etmek zordur. Zira söz konusu mektupların pek çoğu son derece edebi bir üslupla kaleme alınarak hem Yakup Kadri’nin hem de Leman Hanım’ın bireysel dünyalarını, içinde bulunduğu atmosferden çoğu zaman bağımsız olarak aksettirmektedir.
*Nevin Meriç
-Günlüklerde bulunan toplumsal alan bilgisi olayları, durumların bireyde neden olduğu sonuçları öğrenme imkânı da sağlar. Bir başka ifadeyle ben algısının sosyokültürel temelleri açığa çıkar. Tarihsel bilginin arka plan okumalarında yer alan bireylerin yaşanmışlıklarını, duygu durumlarını, ilişki biçimlerini aşikâr eder. Tarihi bilginin donuk yüzü, günlüklerdeki hayata dair akışlarla canlanır, aktifleşir.
-Günlükle ilgili bu meseleler bağlamında Ahmet Nedim Tör’ün Defter-i Hatırat’ını incelemek ilginç olacaktır. Kızı Hatice Nevhiz’in 1912-1916 yıllarını (doğumundan 3 yaşına kadar ki dönemi) kapsayan defterde, Nevzih’in fiziki ve sosyal gelişimi, hastalıkları, ailenin yaşadığı önemli olaylar yanında yazarın önemli gördüğü dış mekân kayıtları, o günlerde payitahtta yaşanan siyasi, sosyal, kültürel konularda bulunmaktadır. Defter bir babanın kızını merkeze alarak yazdığı bir günlük yazım örneği olarak da dikkat çekicidir. Ahmet Nedim’in günlüğünü ‘Defter-i Hatırat’ olarak isimlendirmesi günlük-hatırat ilişkisindeki iç içe geçişleri ve ince çizgiyi gösterir.
-Ahmet Nedim’in kitabında toplam 112 kayıt vardır. Bunlar 1913 yılında 61, 1914’te 25, 1915’te 21 ve 1916’da ise 5 metin yazar. Zaman geçtikçe günlüklerin azalması ve bir son yazısı olmadan aniden bitmesinde yaşanan dönemin zor şartları, savaşın etkisi, Nevzih’in büyümesi, Ahmet Nedim’in Erzurum’a, Arabistan’a yaptığı uzun seyahatlerin etkisi olmuştur.
-Dönemsel toplumsal izlerin kod haritaları dilde yaşanan eksilmeleri de aşikâr eder. Nitekim günümüzde deyim ve nazımdan uzak nesir yazımı yukarıda söylenenleri doğrular mahiyettedir. Günlüğü incelediğimizde Ahmet Nedim’in 40 küsur farklı benzetme kelimeleri kullandığını görmekteyiz. Bu kullanım biçimi metne derinlik ve zenginlik katarken, ben inşasının sosyokültürel kodlarını da karşımıza çıkarmaktadır. Aynı zamanda birey-aitlik ilişkisinin sosyokültürel verilerini oluşturmaktadır. Metin üzerinden örneklendirmek gerekirse bir uzlaşı zemini bulamadıkları sütnine hakkında ‘perilerimiz barışmamıştı’ diye yazan Ahmet Nedim döneme ait sosyokültürel zemini ve sürekliliği göstermektedir. Günümüzde ise benzer durumunu ‘sizinle bir sinerji oluşturamadık’ sözüyle ifadelendirdiğimizde ise zemindeki kayma ve tarihsel-toplumsal süreklilikteki kırılma açığa çıkar. Bu anlamda dil, sosyokültürel süreçlerin aidiyet ilişkisi içinde devamlılığını sağlayan önemli bir araç olmakla birlikte değişimden etkilenen zihinsel evrilmeleri gözlemleme imkânı da vermektedir.
-Ayrıca günlükte 124 coğrafi mekân, 41 deyim ve tanım bulunmaktadır.
-Sonuç olarak günlük/gündelik hayat ben ilişkisinin ve algısının irdelemeye çalıştığımız bu metin Ahmet Nedim’den bize kadar devam eden bir akışı da göstermektedir. Defterin uç alanları Nevzih, savaş ve gündelik hayattır. Ahmet Nedim bu üç saç ayağı üzerinde sürekli devinim halindedir. Günlük 1916’da biter. Ahmet Nedim Tör (1947), Vedat Nedim Tör (1985) ve Hatice Nevzih Tör (1993) vefat eder ama akış devam etmektedir.
*Hümeyra Bostan
-Afrika tarihi uzmanı Sylvare Diouf, “Amerika’da Köle Müslümanlar” başlıklı eserinde 1703’ten II.Dünya Savaşına kadar Kuzey Amerika’da yaklaşık 6000 köle hikayesi kaydedildiğini yazar.
-Abdurrahman İbrahim 1762 senesinde kendilerine Fulbe diyen Fularilerin kurduğu Futo Colon İslam Devletinin hükümdarı İbrahim Sari’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Sari, Batı Afrika’da bugünkü Gine’nin merkezinde yer alan Futa Colon bölgesinin tamamını kontrolü altına alan, cihat hareketini dini çerçeveden çıkararak yayılmacı siyasi harekete dönüştüren ve bölgedeki köle tacirlerini engellemek üzere mücadele eden bir hükümdardı. Abdurrahman İbrahim ve askerleri Hebalan tarafından yakalandıktan sonra Gambia Nehri’nde Avrupalılara satmak üzere köle ve Afrika mallarının ticaretini yapan Mondingo tacirlerine satıldılar. İbrahim iki şişe barut, birkaç tüfek, sekiz okka tütün ve iki şişe rom karşılığında Avrupalılara satıldı. Haberi alan babası hemen peşlerine takılıp Habaların ülkesini yakıp yıksa da, Sari’nin geldiğini öğrenen köle tacirleri hemen İbrahim, o bölgeden uzağa Mandingo ülkesine doğru götürdüler. Fakat Almami (el-imam) İbrahim Sani, gemi yolculuğu başlayan oğluna yetişemedi. Böylece 1788 senesinde 26 yaşında Abdurrahman İbrahim’in 40 yıl sürecek olan kölelik hayatı başlamış oldu. Prens 1829’da Liberya’da hayatını kaybetti.
*Tuba Nur Saraçoğlu
-Cihet-i vahde görüşü Molla Fenari’nin (ö. 834/1431) Fevaidü’l-Fenariyye isimli eserinin mukaddimesinde görülmektedir. Razi ekolünün Osmanlı’ya taşıyan kişi olarak kabul edilen ve yetiştirdiği talebeler ile ilk dönem Osmanlı düşünce hayatını şekillendiren Molla Fenari, eserine cihet-i vahde görüşünü ele aldığı beş sayfalık bir mukaddime ile başlar burada bir ilmi öğrenen kişinin takip etmesi gereken metodu ortaya koyduktan sonra bunu mantık ilmine uygular ve daha sonra bir mantık eseri olan şerhine geçer. Cihet-i vahde görüşü bir ilmin iç bütünlüğünün nasıl sağlanacağını konu edinmektedir. Fenari’ye göre, çeşitli meselelerden oluşan bir ilmin kesret halinde olan bu meselelerinin vahdette ‘bir’leşmesini sağlayacak bir unsur bulunması gerekmektedir. Bu unsur, o ilmin cihet-i vahdesidir. Ancak bu cihet bilindiği takdirde, üzüm salkımlarının her bir damarının aynı ana damara bağlı oluşu gibi kesret halindeki farklı mevzular bir anlam etrafında birleşirler. İlmin cihet-i vahdesinin belirlenmesi o ilmin tarifinin mevzusunun ve gayesinin bilinmesi ile mümkündür. Bu onu diğer ilimlerden tefrik ettiği gibi kendi başına her dönemde varlığını da mümkün kılmaktadır. Bir ilme talip olan herkesin o ilmin bütün meselelerine bu ciheti gözeterek yaklaşması gerekmektedir. Her ilmin bir diğerinden bu şekilde tefriki ile onlara bitişik olan bütün meselelerde tefrik edilmiş olacaktır. Birbirinden farklı meselelerin belirli bir isme sahip bir ilmin çatısı altında toplanmasını ve onlara dair müstakil eserler ortaya koyulmasını sağlayan, işte bu ‘cihet’tir. Herhangi bir ilim dalı ile meşgul olan kimse kendisi için gerekli olan şeyi kaçırmamak ve gerekli olmayanla uğraşıp vaktini heba etmemek için söz konusu ilmin maksadını ve muhtevasını göz önünde bulundurmalıdır.
-Cihet-i vahde gözetildiği takdirde yolların her biri tek başına hakikatin ta kendisi olma vasfına sahip olmamakta bilakis ancak cihet-i vahdeye bağlılıkları münasebetiyle hakikilik vasfını kazanmaktadırlar. Bu durumda her bir siyerden ancak bir yapı içerisinde anlam kazanan birbirinden kopuk gerçekler şeklinde değil, varlığı/canlılığı süreklilik arz eden bir hakikatten pay almış, farklı cihetlerden onu ifade eden cüzler olarak bahsedilebilir. Başka bir ifadeyle her bir siyer, Hz. Peygamber (sav)’in hakikatte kim olduğunu kesin ve değişmez şekilde ortaya koymak iddiasında değildir. Bir siyer eseri ona giden muhtelif yollardan sadece biridir.
-Modernleşmenin siyer yazımında üç ana soruna sebep olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki bu ilmin mevzusunda birtakım farklılıkların ortaya çıkmasıdır. Hz. Peygamberin beşer olduğu, iyi bir idareci ve diplomat olduğu yönündeki vurguların artması siyer ilminin mevzusunda farklılaşmaya gidildiğini düşündürmektedir. İkinci husus ise rivayetlerin epistemolojik değerinin zayıflamasıdır. Genel manada tarihin tasfiyesi yapılırken gelenek karşısında Asr-ı Saadet’e dair vurgunun arttığı görülmektedir. Ancak siyer eserlerinde bu sahihlik vurgusuna zıt bir şekilde Hz. Peygamber’in(sav) “gerçek manada” anlatılması amacıyla Asr-ı Saadet’e dair rivayetlerinde yeniden değerlendirildiği görülmektedir. Üçüncü mesele ise siyerin gayesinin değişmesidir. Bu dönemde Hz. Peygamber(sav) “anmak ve anlatmak” gayesinden onu “anlamaya” intikal edildiği gözlemlenmektedir. Umumiyetle dönemsel problemlerden hareketle onu inşa etme ve çağın problemlerine verilen cevaplara ondan bir dayanak bulma dolayısıyla Hz. Peygamber’i(sav) araçsallaştırma durumunun “onun doğru şekilde anlaşılmasını sağlamak” gayesi ile yapıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Halbuki anlamak bir gaye değil hâl olmalıdır. Bu mevzu koyması, rivayet elemesi ve gayedeki bu farklılaşma sonraki dönemlerde daha ileri boyutlara taşınmıştır.
*Güllü Yıldız
-Modern döneme gelinceye kadar Hz. Peygamber’in hayatı için yalnızca siret/siyer kavramı kullanılmıştır. “Muhammed’in Hayatı” başlıklı eserler ise modernleşme sürecinin bir mahsulü olarak, Hz. Peygamber’in beşerî yönüne vurgu ile eş zamanlı ortaya çıkmıştır. Modern dönemde ne olmuştu da bu değişim yaşanmıştır? Siyer yazıcılığı özelinde belirtilmesi gereken en önemli husus, Hz. Peygamber’in giderek beşerî yönüne vurgu yapılmasının, vahiy alması ve nübüvvet ile görevlendirilmesinin silikleştirilmesiyle tarihsel bir kişilik olarak ele alınmasının yaygınlaşan bir tavır haline gelmesidir. Bu tavrın ortaya çıkışının ardındaki saik ise Aydınlanma sonrası Batı’da geliştirilen tarihsel eleştiri usulü, bu usulün İncil’e tatbikiyle ve Hz. İsa’nın hayatı ele alınırken de bu usulü başvurulmasıyla “tarihsel İsa” tartışmalarının başlamasıdır. Tarihsel eleştirinin en temel özelliği vahyin bağlayıcılığından bir anlamda sıyrılması ve özerkliğini ilan etmesidir. Artık İncil tarih yazımı için bir ölçü değildir; aksine tarih, İncil’in anlaşılması ve tasdik edilmesi için gerekli kıstas haline gelmiştir. Gerçekte ne olduğunu tespit etmeyi amaçlayan bu usul, tarihçinin kaynakları sorgulamasına ve onların yeterliliğine/uygunluğuna, doğruluğuna ve anlaşılabilirliğine karar vermesine dayanır. Dolayısıyla tarihçinin özerk hale gelmesi söz konusudur. Ayrıca tarihçi kutsal metinleri de diğer insan ürünü tarihsel metinlerle aynı kefeye koyup değerlendirmiştir. Tam bir objektifliği amaçlayan ve tarihin seküler olarak anlaşılmasına dayanan tarihsel eleştiri usulünün uygulama alanı, önce İslam üzerine çalışan Batılılar tarafından ve daha sonra bundan etkilenen Müslüman alimler tarafından belli ölçülerle İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an ve sünneti yani Hz. Peygamber’in hayatını içerecek şekilde genişletilmiştir.
-Hz. Peygamber’in hayatını anlatmaya, Arabistan Yarımadasının tarihsel ve sosyokültürel yapısı ile girizgâh yapılması modern bir tavırdır. Toplum ve birey ilişkisinin irdelendiği yapı-faillik tartışmalarının erken dönem yansımaları olarak değerlendirilebilecek bu durum, Hz. Peygamber’in peygamberliği ile belli bir zaman ve mekân düzleminde doğmuş olması arasında doğrudan ilişki kurulması anlamına gelmektedir.
Küre Yayınları, 2013 basım, 1.baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder